(Milliyetçilik yazıları 1)
Türkiye'de 'Milliyetçilik' dendiği zaman akla, belli partiler, mesela MHP veya 1980 öncesinin Sağ partileri, veya CHP'nin kemalist milliyetçiliği geliyor. Milliyetçilik sadece "siyasi" bir şey sayılıyor. Bir de kendine milliyetçiliği konduramayanlar var. Mesela Solcular veya o gelenekten gelenler, İslamcılar ve o gelenekten gelen yeni Hamasçı "demokratlar" gibi. Biz burada 'Milliyetçilik' derken, her gelişmiş kapitalist ülkenin sahip olduğu ve o ölçüde artık tartışılmayan Ulus-devlet milliyetçiliğini kasdediyoruz.
Milliyetçilik, burada inceleyeceğimiz anlamda, her kapitalist ülkenin sahip olduğu homojen bir ortak vatandaşlık bilincidir ve bir sosyo-ekonomik konteksin genel siyasi ifadesidir. İşleyen kapitalist ekonomiye sahip bir ülkede yaşayan her modern birey, isterse anarşist veya punkist/munkist olsun, o milliyetçiliğin içinde yaşıyordur. -Ona tepkili biri de olabilir, o milliyetçiliğin dilini de konuşmayabilir. Ama onun gibiler bütünün içinde kaç kişidir? İstisnadırlar -ve kaideyi bozmazlar. Ancak, kaideyi bozmadıkları ölçüde kabul görürler (yani "demokrasi/memokrasi"nin sınırları vardır bu konuda) O ölçü, bizim de konumuz.
Türkiye'ye has bir soru olacaksa: Türkiye, bildik klasik modern Türk vatandaşı prototipinden farklı bir kültürel bütünlük arzedebilecek, hangi yoğunluktaki kollektif Kürt kültürünü taşıyabilir? Bunun sosyo-ekonomik anlamdaki sınırı nerededir? (Mesela Karadenizli fındık üreticilerinin gelecek yıl Güneydoğu Anadolu'dan Kürt işçi yerine Tokat'tan işsizleri getirmeyi düşündüklerini yüksek sesle ifade etmeleri, o sınıra yaklaşılmış olunduğunu göstermektedir. Bu, aynı zamanda tehlike sınırıdır. Çünkü fakirlerin hem de fakirliklerine isyanlarına etnik bir dil bulmuşken bütünden soyutlanmaları tehlikelidir). Neoliberal dönemlerde arz-ı endam eden "Kürt kimliği" denen şeyin kendi içinde bir bütün arzeden ve milli Türk kültür bütününden farklı olarak gelişmesi halinde -ki öyle olmuştur-, ülkeyi taşıyan Türk/Türkiye milliyetçiliği bunu sosyo-ekonomik bazda hangi ölçüye kadar taşıyabilir? Bunu çok iyi hesap etmek gerekiyor, çünkü Türkiye bir ulus-devletse ve kapitalist bir ekonomiye sahipse, bütün ülkeyi kapsayacak tek bir milli Türk/Türkiye kültürünün hakim olması gerekir. Bunu, bütün "gelişmiş" kapitalist ülkelere bakarak görebilirsiniz. O ülkelerin "gelişmiş kapitalist ülkeler" olmalarının nedenlerinden biri de o milli homojen kültüre sahip olmalarıdır -tabii, bu durumun ekonomiyle alakasını, bu yazı dizisinde göstermeye çalışacağız.
Milliyetçiliği, herşeyden önce, mesela ülke saldırıya uğradığı zaman derinden yaralanan 'Milli Duygu' üzerinden değerlendirmek zorundayız. Ve burada asıl göstermemiz gereken, 'Milli Duygu'nun sosyo-ekonomik temelidir. Giderek daha da önemli bir ülke haline gelecek olan Türkiye'nin bugünden "büyük ekonomilerden biri" sayılması hasebiyle ve gelecekte bu güçlü konumunu -mesela kapitalizm üzerinden- sürdürecekse ve bu gelişmeden, ülke sınırları dahilinde herkes yararlanacaksa, burada sözünü edeceğimiz 'Milliyetçilik' anlamında, ülkenin belli bir sosyo-kültürel homojenliğe sahip olması gerekmektedir. "Bu homojenliğin şimdiye kadarki biçimini beğenmedik, onu önce bozup sonra yeniden kuralım" demek de mümkün değildir. Onun yerine, konunun sosyo-ekonomik sınırlarının bilincinde olarak genişletilmesi mükün olabilir. O halde burada yapılabilecek reformların -ilk elde- sadece, (birey haklarını demokratikleşme anlamında genişleten) bireysel (kamusal değil) reformlar olabileceğini peşinen söyleyelim.
Kapitalist ekonomi ile sosyal hayat birbirinden ayrı iki şey değildir. Tam tersine. Kapitalist ülkelerde bu ikisi neredeyse aynı şeylerdir ve bu yüzden, kapitalizme özgü ülke milliyetçiliğini dikkatle incelemek zorundayız.
Milliyetçilik, bir siyasi legitimasyon teorisidir ve özü şu temel ilkeye dayanır: Etnik sınırlarla siyasi sınırlar birbirini içermelidir. Bir ülkenin kendi içinde etnik/dini sınırlar olmamalıdır. Fakat kapitalizm öncesi dünyada halklar karışık yaşadığından, etno-kültürel homojenleşme için insanlar (kapitalizmin endüstrileşmeye başladığı dönemde) birbirini karşılıklı doğramıştır veya azınlıkta kalanlar asimile edilmişlerdir. (Mesela Türkiye'de doğrama işinde Türkler/Kürtler Ermenilere baskın çıkmışlardır. Ruslar Anadolu'dan çekilmeyip Ermeniler Türkleri daha çok doğrasaydı, orası homojen Ermeni milliyetçiliğinin hüküm sürdüğü, Türklerin de "Türk asıllı Ermeni" oldukları "milli" bir yer olacaktı vs.)
Bu homojenlik zorunluluğu nereden geliyor ve homojenliğin bozulması -bugün kısmen Türkiye'de de olan şey- nereye kadar taşınabilir ve bu bozulma nasıl tersine çevrilebilir veya ileriye doğru dönüştürülerek aşılabilir? Bu sorunun yanıtı, ancak kapitalist sistemin dönüşmesi açısından yanıtlanabilir. -Ki böyle bir dönüşüm yaşanmaktadır: Neoliberal kapitalizm hızla iflas etmekte ve daha milli çizgiler taşıyan bir kapitalizm türüne dönüşmektedir.
Bugün yeryüzünde bir çok potansiyel ulus var. Dünyada 8000 dil konuşulduğu ve sadece 200 kadar ulusdevlet bulunduğu düşünülecek olursa, her ulusdevlet başına 40 tane "devlet kurmak fikrine sahip olabilecek potansiyel ulus" hayaleti düşüyor. Kürtler, onlardan sadece biri. Bütün potansiyel milliyetçiliklerin tatmin edilmesi mümkün değildir -bu (ekonomi açısından da incelemeye çalışacağımız üzere) olanaksız. Şimdi sorun, kapitalizmin sonrasına doğru işleyen bir milliyetçilik türünde buluşmaktır. Bunun ilk anlamı, belli bir homojenlikte buluşmaktır. Türkiye'nin bu konudaki en büyük şansı, milliyetçiliğin bozulmasını hızlandıran ve düşmanlık/kamplaşma üreten etnik/dinci kimlikçiliğin enonomik kökü neoliberalizmin kurumakta olmasıdır.
(Yazı dizisi devam edecek)