"Kriz"in krizi...

'Sistem Krizi' yazılarına önsöz:

Finans krizinin nedeni ve anlamı konusunda Türk ve dünya basınında yayımlanan yazıları esasen ikiye ayırmak mümkün: 1. Kapitalizmden umudunu kesenler. 2. kapitalizme iman edip onu kurtarmaya çalışanlar. Birinci kategoridekiler, azımsanmayacak kadar geniş bir çevreyi oluşturuyor. Aralarında, kapitalizmden sonra da bir hayat olduğuna inananların sayısı az, çünkü liberal Anglosakson ekonomisini temel alan okulların tezgahından geçip de kapitalizmsiz bir dünya tasavvur etmek hiç kolay değil -hele 80 yıl boyunca liberal kapitalizme güya alternatif diye sunulmuş 'reel sosyalizm'in (yani kooperatist kapitalizmin) başarısızlığı ortadayken... Bu nedenle, ikinci kategorideki kapitalizm kurtarıcıları arasında Solcular da bulunmakta. Ama oldukça şaşkınlar. Çünkü 'tartışa tartışa' aralarında (devlet ve devletçiliğin her türlüsüne karşı çıkmak türünden) ortak noktalar arayıp buldukları (neo) liberalizm tarfından ters köşeye yatırılmış bulunuyorlar.

Kapitalizmi kurtamak isteyenlerin en temel düsturu, krizin geçici ve konjonktürel olduğu. Yani korkmaya gerek yok; yakında atmosferi eskisinden daha fazla kirletebileceğiz, tükenmekte olan petrolü eskisinden daha çok yakıp dumanını havaya savurabileceğiz, dünyamızı ne işe yaradığı ve kime satacağımızı bilemediğimiz sonsuz sayıdaki plastik oyuncağa boğabileceğiz, bunun için su kaynaklarını daha hızlı tüketebileceğiz. Hele işsizliğe çare bulursak bunları çok daha hızlandıracağız. 'Kapitalizmin sonu' gibi sözlerle moral bozmamalıyız, bu çok tehlikelidir! 1980'lerden itibaren pek moda olan 'pozitif düşünce'ye (new age) göre, işlerin iyiye gidebilmesi için bardağın dolu tarafından bakmak ve iyimser olmak gerekir!

Kapitalizmi savunmak, giderek trajikomik irrasyonel bir hal almaktadır. Artık soru, giderek artan sayıda insanın gözünde, 'Böyle bir ekonomiyi istiyor muyuz?' noktasına gelmiştir. Zaten burada sözkonusu olan sadece finans krizi de değildir. Unutkan olmayanlar hatırlayacaklardır: Kısa aralıklarla petrol (Peak Oil) ve enerji krizi, su ve kuraklık krizi, gıda kıtlığı krizi yaşandı. Bu krizler halen aşılmış da değiller (Küresel ısınma krizi zaten herkesin malumu). Sözkonusu krizlerin nedeninin kapitalist üretim/tüketim sistemi olduğu konusunda bütün aklıbaşında bilim adamları hemfikir. Sistem sürdürülebilir olmaktan çıkmaya doğru hızla ilerliyor. Şimdi asıl soru, 'bu ekonomiyi nasıl zararsız hale getirir, nasıl değiştirebiliriz?' olmak zorunda. Kapitalizmden önce bir hayat vardı, kapitalizmden sonra da pekâlâ olabilir. 'Kapitalizmin sonu' gibi sözlerle konuşmanın çok tehlikeli olduğunu düşünenler, müdahale edilmediği takdirde sistemin insanlığın hakkından gelmek yolunda emin adımlarla ilerlediğini görmek zorundalar. Artık sadece krizden değil, sistemin çizdiği çerçeveden çıkamayan 'kriz' söyleminin krizinden de söz etmek zorundayız. Kriz, bir finas krizi olmaktan çok, kapitalizmin yapısal krizi ve bildiğimiz kapitalizmin sonunun başlangıcıdır. Krizden sonra dünya çok önemli bir değişim sürecine girecek ve tamamen değişecek. Bu süreçten mümkün olduğunca kansız geçilmesine çalışmak, her okur-yazar için bir insanlık görevi olmalıdır.

Kapitalizmi savunmak, yer yer “insan ötesi” (insanlık dışı) bir hal de alıyor. Böyle giderse, kapitalizmi kurtarmaya çalışan ve onu savunmakta ısrar edenlerin kendilerine sormaları gereken sorulardan biri, pek yakında şu olacak: 'İnsansız bir kapitalizm mümkün müdür?' Şaşırmaya gerek yok, çünkü sorunun devamı şöyle olabilir: İyice fakirleşmiş, üretip tüketemeyen, vergi ödeyemeyen, global sistem için “ekonomik bir değeri kalmamış” (lüzumsuz!) insanlar “yaşamayıverseler”, onların tüketemeyeceği ekmeği/suyu/petrolü kullanarak, kapitalist refah ve yaşam biçimi daha ne kadar sürdürülebilir?.. Kapitalizmde ısrar etmek, giderek bir insanolmak/insankalmak meselesi haline gelmektedir. Sistemi elbirliğiyle düşüne-taşına, mümkün olduğunca az zararla değiştirmek mümkündür. Bu konuyu Tony Blair gibi "politikacılar" bile artık ciddiye alıyor, ama Türkiye'deki Sünni-Müslüman neoliberal para eliti ve kaderini onların olmayan geleceğine bağlamış "İslami" kültürel kimlikçi çevreler, ciddiye almıyor/alamıyorlar. Çünkü kapitalizmin sağlamlığına (onunla cehenneme bile gidebilecek kadar) çok inanıyorlar. Bazıları da, kapitalizmden sonra, (monolitik Sünni-)"İslami" bir düzenin kurulacağına yarım gönülle inanıp avunuyorlar. Etnik/dini kültürel kimlikçi neo-liberal çağ, bir daha geri gelmemek üzere sona ermektedir.

Bir dünya sona eriyor. Yeni bir dünya doğuyor. Değişimin olacağı o kadar kesindir ki, değişimin yönünü değiştirmek hiçbir kişi/kurum/durum tarafından kesinlikle mümkün değildir. İstikameti değiştirmeye, dünyanın (yüzde 97'si fiktif/sanal değere sahip) katrilyonlarca Doları da yetemeyecektir. O dandik paralarla ve önlemlerle mutlak son sadece biraz geciktirilebilir o kadar. Fakat geciktirmek de tehlikeli olmaktadır ve ertelenen yıkımın boyutlarını büyütebilir, tamamen kontrolden çıkarabilir. (Ayrı bir yazı konusu)

Sistemin çökmesinden çok korkanlara not:
Bu dünyada, kapitalist olmayan bir serbest piyasa mümkündür, kapitalist olmayan zenginlik de mümkündür, kapitalist olmayan ve 'altın'a endeksli enflasyonsuz/faizsiz para da mümkündür, gerçek rengarenk uygarlıklar da, kalıcı barış da... Bunları gerçekleştirmek ve geleceği kurmak ise; dürüst, mert, akıllı, ruh ve vicdan sahibi, erdemli, inançlı, engin gönüllü, düşünen/hisseden her kadın gibi kadının, her adam gibi adamın ilgi alanına girer. (Ve bu kesinlikle Müslümanların veya Hristiyanların veya Budistlerin veya Solcuların veya yolcuların tekelinde değildir.)

Süreç içindeki ilk tehlike, krizin devletleştirilmesi ile ilgilidir ve bir sonraki yazının konusudur.