Yeni Sosyal hedefler hakkında


1.Türkiye'nin gerçekleşmeyecek sonuncu "prokapitalist sosyal hedef"i hakkında
  1. Yeni sosyal hedeflerden bahsederken, onların eskilerinden nitel/temel farklılığı üzerinde kısaca durmak gerekiyor. Bugün de çok sayıda “inananı” bulunan ve gerçekleşmesi mümkün olmayan, Türkiye'nin son prokapitalist popüler (ideolojik) sosyal hedefinden bahsetmeliyiz.

Şu anda Türkiye'de ideolojik ve örgütsel bazda yaşamakta olan tek bir 'pseudo-sosyal hedef'ten söz edilebilir, o da AKP'li 'ılımlı islamcılar' (ve hatta ılımsız islamcılara kadar geniş bir çevre) tarafından savunulan 'islami' sosyal hedeftir. (mikro milliyetçi 'sosyal hedef', islamcı hedeften önce tükenen sondan bir önceki sosyal hedeftir)

“Aynı (kapitalist) düzeni onlar değil de ben işleteyim” mantığı dışında hiçbir temel özelliği olmayan bu sonradan modernleşmeci son sosyal hedefe “inanan”lar, “ülkenin tamamı, sen ben bizim oğlan tarafından yönetilirse, memleket de islam olur” türünden nicel/sığ bir varsayımdan yola çıkıyorlar ve bu yolda her türlü hırsızlığı/şeytanlığı mazur görebiliyorlar (mikro milliyetçiler de her türlü cinayeti mazur görebiliyorlardı). Getirmeyi düşündükleri düzen değişiklikleri ise, kargaları bile güldürebilecek ölçüde şekilseldir (türban serbestliği, “bağış yapan” tanıdıkların firmalarına ihale serbestliği, “Müslüman yöneticiler”e yardım kuruluşlarını soyma serbestliği! vs. türünden “özgürlükçü” bir neoliberal demokrasidir).

Liberal 'ılımlı Sol' tarafından da bilerek/bilmeyerek desteklenen bu son modern hedefe göre: Osmanlı yıkıldıktan sonra küçük bir (kemalist) elit, ülkenin yönetimini ele geçirmiştir ve onu batılılaştırmıştır/zalimleştirmiştir (veya ılımlı Sol'a göre 'totaliterleştirmiştir'). Bu elitin zulmü altındaki müslüman cumhur (burada 'cumhur', sadece 'Sünni Müslüman' kabul edilmektedir), kendi kendini yönetememektedir. Halbuki 'cumhuriyet' halk idaresi demektir. Öyleyse, AKP veya benzeri bir (coğunluk oylarına sahip) parti, iktidarı ve devleti tamamen ele geçirip bu eliti ve onu destekleyen halk/elit kesimlerinin örgütlenmelerini (mesela 'Ergenekon' bahanesiyle) tasfiye ederek “islami/geleneksel(?)” yanı ağır basan bir idare kurmalıdır. Burada kendi anladığı anlamdaki “(Arabî) Sünni İslami İdare”, sonradan modernleşmiş yeni şehirli kültürsüz Sünni Müslüman neoliberal PARA ELİTİ'nin oligarşik/otokratik (amatör padişah "tek" adam) yönetimini baz almaktadır.

Böyle bir (karikatürün karikatürü) saçmalığın geleceğe dönük bir 'sosyal hedef' gibi pazarlanabilmesinin kökeninde, dünyayı ve kendi halkını Kürtler/Türkler veya Ramazancılar/Şekerciler türünden -neoliberalizme özgü- kültürcü ayrımlar üzerinden değerlendirmek anlayışı yatmaktadır. Neoliberalizmle birlikte bu anlayış çökerken, yeni “islami” elit, paradan/maldan başka hiçbir şeyi/numarası olmadığından panik derecesinde gelecek korkusu içinde yaşamaktadır. (Ve korkmakta çok da haklıdır)

Bu islami sosyal hedef saçmalığına inanaları 'demokrasi adına' ve 'kötücül/totaliter devlete karşı olmak' adına destekleyen ılımlı Sola göre 'Para Eliti', 'çoğunluğun iradesini' temsil etmektedir ve demokrasi adına (aslında sadece 'çoğulculuk' adına) desteklenmelidir. Ayrıca ılımlı Sol, neoliberallerin devlet düşmanlığını “ilericilik” diye sunmaya kalktığından, 'Müslüman demokratlar'ın devleti ele geçirmesi pratiğinde, 'çevrenin merkezi ele geçirmesi' türünden bir boncuk bulmaktadır. (Türkiye'yi kerameti kendinden menkul sosyo-ekonomi ötesi prokapitalist 'çevre-merkez teorisi' üzerinden açıklayaMAmak da ayrı bir yazı konusudur)

Sözkonusu “islami” sosyal hedefin inanılmaz sığlığı ve saçmalığı bir yana, savunucularına, gerçekleşmesinin imkansızlığını göstermesi bakımından önemli bir okul olduğunu kesindir. Ulusal sınırlar dahilinde yerel neoliberallerin babasının çiftliği, haricinde de para piyasalarının çiftliği sanılan dünya değişmektedir. Neoliberal ılımlı Sünni Müslümanların, bahaneyle iyice anladıkları üzere dünyada, sadece para/ticaret/ihaleler değil, mesela hukuk, medya, hatta özgürlük düşüncesi, sistem eleştirisi falan da globalleşmektedir. Ve Türkiye Kuzey Kore gibi kendi içine kapanmadığı sürece (ki o hiç mümkün değildir), “içerde kendine demokrat dışarda sallama demokrat” kurnazlığıyla herkesi “idare etmek” artık mümkün değildir.

Burada ılımlı islamcılarla ılımlı solcuları birleştiren ortak hayal kırıklığının temelinde, iki kesimin de ateşle suyu biraraya getirme çabası yatmaktadır. Adı 'demokrasi' diye değiştirip kutsansa da 'neoliberal kapitalizm', sonuçta kantitatif/nicel, yani parasal/sayısal değerleri esas alan, sosyal hayatı para/iş üzerinden tarif eden bir düzendir. Onu değişmez veri kabul edip esas alarak belki çok 'iyi' yolsuzluk yapılabilir, ama asla (mesela kültürel/inançsal İslami renklere sahip) özgün bir düzen kurulamaz. Ve tabii, 'demokrasi' diye kutsanan kapitalizmi savunarak özgürlükçülük (ve/veya özgürlükçü Solculuk) da yapılamaz. Bu konu, gerçek ile gerçeğin ılımlısı (yani bozulmuşu/sahtesi) arasındaki kesin farkı veren turnusol kağıdıdır. Çaktırmadan kapitalizmi (yani 'eleştirilemez kutsal demokrasi'yi!) savunduktan sonra; hergün/herkes hatim de indirse, bütün kadınlar çarşaf, bütün erkekler takke de giyse, veya her yazıda en az bir kere Marx'dan, iki kere Lenin'den, üç kere Mao'dan alıntı da yapılsa, sonuç değişmez. Çin Komünist Partisi de zaten bunu yapmakta, Mao'dan alıntılar yaparak neoliberal kapitalizmi savunmaktadır. (“Ilımlı Solcu” lüks “marka” aydınların son Marksizm-Leninizm merakını bu çerçevede değerlendirmek gerekiyor.)

2. Yeni sosyal hedeflerin niteliği hakkında önsöz

Yeni sosyal hedeflerden bahsedebilmek için önce, onların ne olmadığını bir kez daha vurgulamak gerekiyor: Yeni sosyal hedefler, ancak yapıcı bir anti-kapitalizm üzerinde yükselebilirler -çünkü modernizme has ideoloji ve/veya ütopya formatının ötesinde yeralmak zorundadırlar. Kapitalizmin tamamen reddi anlamına gelmeyen bu anlayış, samimi Sol'un ve eski Sağın, İslami kökenlilerin, her türden eski milliyetçilerin kendilerini aşmasıyla -geleceğe açılan- önemli bir başlangıç teşkil edebilir ve yeni bir alternatifin ağırlık noktası olabilir. Anti-kapitalist geleneğe sahip tek hareket olan Sol'un kendini aşabilmesi için, önce, 'klasik/ılımlı Sol' denen şeyin, aynı şeyin (kapitalist yaşam/düşünce biçiminin)solu olduğunu anlaması gerekiyor. Kapitalizm, sadece kapitalistlerden ibaret değildir. İşçisiz kapitalizm düşünülemez. Bu anlamda Sol, aydınlanmacı düşüncenin ve modern kapitalizmin Sağ kadar önemli siyasi bileşeni olduğunu anlamalı ve bu rolüne son vermelidir. Kapitalizmin daha insani bir sistem olması için, sosyal devletin kurulması, birey haklarının genişletilmesi için vs., Sol'un tarihi mücadelesi çok önemlidir. Kapitalizm Solun güçlü olduğu dönemlerde Solun sayesinde daha insancıl bir sistemdi. Fakat kapitalizmin temel yapıtaşları olan (ve Marx'ın çok detaylı bir şekilde ortaya koyduğu) 'kapitalizme özgü Para biçimi' (Marx'ın deyimiyle 'Geld heckendes Geld'), 'Ücretli iş ve kapitalist çalışma sistemi', 'herşeyin Meta/mal formatına indirgenmesi' gibi kapitalist normların aşılması hakkında Solun (ne Lenin ne Trotzky, ne Mao, ne Castro, ne de diğer “ustalar”ın) hiçbir fikri yoktur. Hatta -istisnalar dışında- bunları konu bile etmemiştir. Tersine... O normları, barbarlık derecesinde uygulayıp mesela işçileri ve kapitalist çalışma biçimini fetişleştirerek, ülkelerin kültürlerini/inançlarını/tarihlerini/çevrelerini mahvetmek konusunda liberal kapitalizmi bile geçmişlerdir. Sovyetler Birliği'nde de, Çin'de de, Küba'da da 'sosyalizm' denen düzenin temel bileşenleri, liberal kapitalizminkinden farksızdır: Aynı 'Para', 'Ücretli iş', 'Mal/meta' sistemleri... Liberal kapitalizmle “sosyalizm” arasındaki fark niceldir/şekilseldir, nitel değildir. Sol bunu görmeden ve kapitalizmin her türüne (Kapitalizmin soluna ve sağına) karşı çıkmadan, kapitalist yaşam ve düşünce biçimini sistemli bir şekilde eleştirmeden, asla onun ötesine geçemez. Oysa geçmesi ve kendini aşması çok önemlidir. Çünkü bugün Sol diye adlandırılan, gelecekte mutlaka başka bir şekilde adlandırılacak olan anti-kapitalist temelli postkapitalist girişimler, önemli ölçüde 'Özgürlükçü makul Sol' kaynaklı olacaklardır.

Marx'ın kapitalizm analizi, şu anda en önemli/doğru analiz olmayı sürdürmektedir. Marx, kapitalizm sonrası dönem hakkında -başlangıç noktası kapitalizmin içinden başlayan antikapitalist- bir yol göstermektedir. Fakat yolun -kapitalizm ötesinde- devam eden kısmı hakkında pek fikir vermemektedir. Bu çok da doğaldır. Nihayet Marx ve teorisi, sonuna geldiğimiz modern çağın bir ürünüdür. Kendini aşmış samimi bir anti-kapitalist Sol, doğru yolun başında durduğundan ve oradan yola çıktığından, o yolun kapitalizm-ötesi devamını çizmek bakımından, Sol kökenli olmayan diğerlerine yardımcı olmalıdır. Ama yolun devamını bulabilmek/çizebilmek için önce modernizmin dayattığı Sağcı/Solcu/İslamcı/Milliyetçi/Ulusalcı türünden ayrımları samimiyetle ortadan kaldırmak şarttır. Sol, yeniden alternatif yaratılması konusunda önemli bir rol üstlenebilmek ve Sol dışındakiler karşısında inandırıcı olabilmek için (sağlı sollu) sistemin Sol'u olmayı bırakmak ve sistemi topyekün eleştirmek zihniyetini içselleştirmek zorundadır.

Sol'un kendini aşması için başka önemli şeyler de gerekmektedir. Mesela maddeden başka kuş tanımayan 'diyalektik materyalizm'e de veda etmek, onu yumuşatmak zorundadır. Geleceğin rasyonel bilim/fizik/kimya tarafından kurulmayacağını iyice anlamak zorundadır. Ayrıca kapitalizmin para/iş ve linear ilerlemeci temel zihniyetini reddederken, kapitalizm çağının birçok şekilsel deneyiminden de (mesela kapitalizm çağının herşeye hızla uyum sağlayabilen elastik/dinamik 'firma' örgütlenmesinden) birşeyler öğrenmeyi bilmelidir.

En önemlisi, Sol, yerel kültürü/inancı/sezgiyi vs. dışlayan kuru maddeci beynelminel/enternasyolist ruhsuz yanını aşmak zorundadır. Bunun için, ezilenden yana olmak ve global çapta kapitalizme karşı birlikte hareket etmek mantığı elbette yeterli değildir. Ayrıca Sol, dünyayı tamamen bilinebilir rasyonel/maddesel bir şey sanmayı terketmeli (çünkü öyle değil!), kendini her konuda mutlaka laf etmek “tavır almak” zorunda hisseden ukalalığını, daha da önemlisi modern bireyciliğini ve tekçi/doğrucu tarzını terketmelidir. (Böylece, durmadan bölünmekten de kurtulabilir) Geleceği kuracak 'Makul İktidar'ın Sağcı/Solcu/İslamcı/Milliyetçi/vs. kesimleri, bilmedikleri/anlamadıkları konuları anlayanlarına (mesela Sol kökenlilerin din/inanç, mistik/irreal/sezgisel gerçek konularında diğerlerine güvenmeleri gibi) diğerlerine bırakmayı ve onlara güvenmeyi öğrenmelidirler. Ortak akıl, temelde anlaşmak ve karşılıklı güven anlamına gelir. O temel: Yapıcı bir kapitalizm eleştirisi, kendine ve başkalarına karşı insani değerleri esas alan nesnel eleştiri, parasız işleyen sosyal devlet hizmetleri, temel hizmetler ve (mesela dönüşümlü/gönüllü çalışma ve karşılıklı hizmeti esas alan), firma ve vakıf geleneğini geliştirmek, bu istikamette oluşacak bağımsız/özel sosyal kurumların kurulmasını desteklemektir.

Yeni sosyal hedeflerin özelliği, adı üzerinde 'sosyal' olmalarıdır. Birey'i esas alan kapitalist mantık, sosyal olmadığından, kişisel zenginleşmeler çeşitlemesi dışında -ki o da sosyal değildir- hiçbir sosyal hedef göstermemektedir. İnsanı/iklimleri/çevreyi/hayatı kurtarabilmek için, hedeflerin artık sosyal olması gerekiyor. Kapitalizmin çöküş aşamasında sosyallik zaten bir zorunluluk haline gelecektir.

Geleceğin sosyal hedefleri, aydınlanmacı modern kapitalist mantalitenin yumurtladığı ütopik/ideolojik hedeflerden farklı olarak, sadece geleceğe yönelik (şimdiyi ve geçmişi es geçip değersizleştiren) bir anlayış olamaz. Kapitalizme özgü anlayış, hep ileriye bakar. Tarihi hep ileriye, daha yukarıya, daha fazlaya doğru giden düz bir çizgi sayar. Bu anlayışa göre her aşama, bir öncekinden daha “ileri”dir. Buradaki “ileri”nin kapitalist mantığı, paranın sürekli çoğalması anafikrinden doğmaktadır. Kapitalizm bu nedenle sürekli büyümek, uzaylara gitmek (ve oralarda boşluktan başka hiçbirşey bulamamak!) zorundadır.

Geleceğin yeni anlayışı ise, daha önceki uygarlıkları, şimdikinden geri görmeyen, onların kendi içlerinde özgün değerlerinin hakkını veren, şimdi ile kıyaslarken modernizmin parasal/sayısal "değer" sistemini kullanmayan bir anlayış olmak zorundadır. Kapitalizm sayılara bakıp, eski uygarlıklardan daha “ileri” olduğunu iddia etmektedir. Kapitalizm -eğer bir uygarlık sayılacaksa- tarihin en ruhsuz, en aptal ve en barbar uygarlığıdır. Kapitalizm gibi; insan oğlunun yaşaması için vazgeçilmez doğal ortamını (para için) sistematik bir şekilde bozup yok etmeyi bir zenginlik/uygarlık göstergesi sayacak kadar gayrı-insani ve akıl fukarası bir “uygarlık” asla varolmamıştır -ve bir daha da asla varolmayacaktır.

Günümüzde gelecek için saptanan sosyal hedefler, can sıkıntısı içinde boğulup kalmaktadırlar. Örneğin internet, güya sınırsız olanaklar sunmaktadır, ama o olanaklar, aynı olanağın nicel farklıklarından ibarettir. (Kapitalist) bir gelecekten söz ederken, uzaya gitmek veya atom enerjisi kullanmak, herkese bir uçan otomobil sunmak gibi yaşamın gerçek ruhsal kaliteleriyle hiç ilgisi olmayan nicel şeylerden bahsedilmektedir. (Bunlara sahip olanların mutlu olmadıkları bilinmesine rağmen!) Artık kimse bunları istemiyor ve kapitalist bir (maddesel) geleceğe inanmıyor.

Şimdi herkesin merak ettiği soru şudur: Herşeyi aynı kılan, ruhsuzlaştıran şey nedir? Herkesin, 'bambaşka/huzurlu/ruhlu bir gelecek mümkün' diyen o umudunu kıran (ama artık kıramayacak olan) şey nedir? O şey, herşeyin birbirinden tamamen farklı (özgür/özgün) formatlarda yanyana yaşamasını önleyen şeydir. Kapitalizm, kendi parasal (ve sayısal) formatı dışındaki formatları -becerebildiği kadar- tasfiye etmiştir, dünyadaki yaşam ve düşünce tarzlarını sadece kapitalizme indirgemiştir. Böylece dünyanın neredeyse heryeri aynı, neredeyse herkes aynı tarzda düşünür hale gelmiştir. Kapitalizm, ona uymayan, ortadan kaldıramadıklarını, sosyal/düşünsel hayatın dışına itmektedir. Mesela aile hayatı, para kazanmakla ilgili olamadığı ölçüde "ev işi" diye küçümsenir. Kadınların/kadınsı değerlerin ikinci sınıf hale getirilmesi ve iş dışındaki zamanların küçümsenip “boş zaman” sayılması da bu yüzdendir. Çünkü kapitalizme entegre edilmeleri daha zordur. Para ile ilgili olmayan, paraya (ve diğer kapitalist normlara) tahvil edilemeyen herşey ikinci sınıf ilan edilmiştir. İnsanları -yaşayabilmek için!- ücretli köleler haline getiren, ekonomiyi işletmek adına sürekli tüketmek zorunda olan savurganlar haline getiren sistemi işleten ve insanlığı intihara sürükleyen şey, sürekli çoğalmak "zorunda" olan para türüdür. Oysa yaşamak için paraya değil, temiz suya/toprağa/ekmeğe/havaya ihtiyaç vardır. Kutsal metinlerin diliyle ifade edilecek olunursa: Durduk yerde çoğalabilen 'para cinsi' (ve onun dandik tanrısı), Tanrı ile insanın arasına girerek kadim 'Rızk' sistemini bozmuş ve kendini bir tür "aracı" haline getirmiştir. (O aracının "iş"ine ve dünyadaki varlığına son verilmek zorunda) Bu gerçeğin çeşitli yorumları herkes tarafından iyice anlaşıldığında, insan doğasına aykırı yaşam biçiminin (yani kapitalist para/iş sisteminin) yerine, insan doğasına uygun 'Eski Dünya Düzeni'nin (yani 'Rızk sistemi'nin) -eskiye kıyasla çok büyük bir tecrübeye sahip- mükemmelleştirilmiş yeni yorumunun işlemesinin önünü açmak da mümkün olacaktır. Böyle bir sistem; elbette nicel/maddesel çokluğu değil, insanın sahici/nitel anlamda huzurunu, özgürlüğünü, mutluluğunu ve kalıcı barışı esas alacaktır.

Kapitalist düşünce/yaşam biçimini diğerlerinden farklı kılan, herşeyin parasal/sayısal bakımdan ölçülebilir ve kıyaslanabilir hale getirilmesi, herşeyin bir şekilde mal/meta haline getirilip alınıp-satılabilmesidir. Böylece hemen herşey, tek bir 'para normu'nun hükmüne girmiş olmaktadır. Para herşeye/herkese, fiyatı/maaşı/maddivarlığı üzerinden bir değer biçmektedir. Bu kapitalist norma sadık kalarak gelecek hedefi geliştirmek mümkün değildir. O norma sadık kalarak geliştirilen ideolojiler/ütopyalar, mal haline getirilip kitapçılarda, marketlerde satılacak ve unutulup gideceklerdir. Ancak bu normu aşan -insanlığın varlığını sürdürebilmesi için- aşmak zorunda olan sosyal hedefler, diğerlerinden NİTEL anlamda farklı ve o yüzden de kalıcı olacaklardır. Yeni sosyal hedeflerin eskileri gibi sıkıcı olMAmalarının garantisi de, kendini 'parasal' normlara sıkıştırMAması 'para/mal birikimi ile ilgili' olMAmaları olacaktır. Gerçek ve yeni olabilmelerinin temel şartı budur.

Yeni sosyal hedefler, toplumların tüm katmanlarını kapsayan hedefler olmak zorundadırlar, çünkü amacı -bütün- insanlığın/çevrenin/atmosferin mahfolmasını önlemek ve İNSANİ yeni uygarlık biçimlerini yeniden kurmaktır. Bu mantığı güçlendirmek için yeni bir kültür oluşturmak bu nedenle önemlidir -böyle bir kültür sadece ileriye bakmayıp geriye de bakmak zorundadır. Ve kapitalizmin gözlere taktığı 'eski uygarlıkları değersizleştirici' gözlüğü çıkarmak, bu geriye bakışla mümkündür. Mesela eski Mısır uygarlığı, dört bin yıl boyunca faiz getirmeyip faiz götüren bir para/değer sistemi kullanmıştır ve bu uzun sürede hiçbir şeyin fiyatı artmamış, enflasyon olmamış, fiyatlar ilelebet aynı kalmıştır. Bu anlamda Mısır uygarlığı, modern uygarlıktan çok daha ileridir. Paranın kendi keyfine göre piyasanın tamamen serbest bırakılması fikri de son derece yenidir ve eski uygarlıkların hiçbirinde görülmez. Eskiden ekonomi ile sosyal hayat, veya kültür ile politika birbirinden ayrı kategoriler halinde asla değerlendirilmemişlerdir. Hayatın çeşitli alanlarının farklı kategoriler sayılıp birbirinden ayrı değerlendirilmesi kapitalizme özgüdür. Eski toplumların düzeni herşeyiyle bir kültürdür: ekonomi, kültür, politika, din ve inanç, birbirinden ayrılmaz bir bütün teşkil etmekteydi. Hayatı; Ekonomi/Politika/Kültür/ vs. gibi birbirinden ayrı değerlendirmek, çok sonra, kapitalizmle ortaya çıkmışlardır.

Günümüzde form (dış görünüm) içeriğin yerini almıştır. Herkese tek ve alternatifsiz bir içerik sunulmaktadır: Maddeci/paracı/nicel ve insanlığı felakete sürükleyen “daima daha çoğa sahip olmak” mantığı. Bu mantık, sürekli çoğalmak zorunda olan kapitalist para biçimi sayasinde her alanda kendini bir şekilde göstermektedir. Yeni sosyal hedeflerin üzerinde yükseldiği zemin, kendini sürekli çoğalmak zorunda hisseden bu paracı mantığı, hayatın/düşüncenin her alanında deşifre etmek zorundadır. O zeminde yeni sosyal hedeflerin somut yansımaları, o zaman kendiliğinden ortaya çıkacaktır. Neyi yapMAmak ve ne olMAmak konusu anlaşıldıkça, ne yapmak ve ne olmak gerektiği de bilinecektir.