Çin'deki özerk Budist Türkler, Ülkücüler ve Türk Sağının tükenişi

Şurada birkaç ay öncesine kadar MHP şefi Devlet Bahçeli'nin aldığı övgülerin en başta geleni, "Ülkücüleri sokaktan uzak tutması" idi ve bu da, "Bakın Kürtlere birşey yaptılar mı?" gibi bir soru işareti üzerinden dile getiriliyordu. Türkiye, Osmanlı dahil son 700 yılın en büyük/sistematik/kapsamlı yolsuzluk skandalıyla çalkalandığında, Türkiye'nin kendi istihbarat teşkilatının adının Hatay'daki patlamalara karışması olayında, Hükümet'in IŞİD'e yardım ettiği söylentilerinin Dünya basını tarafından ve WikiLeaks tarafından da tasdik edildiğinde, Ülkücüler sokağa inmediler. Taa ki "Uygur Müslümanlarına İslam'ın yasaklanması" gibi yarım yamalak bilgilerin gazete sayfalarını doldurmasına kadar. Birden "Türk İslam'ının koruyucusu" kesilen Ülkücüler, sokağa bir indi pir indi. Ancak Türkiye'de Çin hakkındaki zırcahilliğin de ötesinde bir durumu Dünyaya kanıtlamak istercesine, çekik gözlü yabancılara saldırdılar ve bu anlaşılmaz acaip duruma şefleri, "Çinliyle Koreliyi nasıl ayırsınlar" mealinde bir de "açıklama" getirdi...
Şimdi aklı başında bütün Türklerin merak ettiği konu, Türkiye'nin bu düzeyi kaldırıp kaldıramayacağı. Çin'e, dünyanın tatil köyü küçük Bhutan'ın sömürgesi önemsiz bir yer gibi davranılması, ilgiye şayan. Sözkonusu olan ülke, Dünyanın bir numaralı ülkesi ABD'nin tacını ele geçirmekle tehdit eden ve geçtiğimiz günlerde Bayan Clinton tarafından "Bütün gizli belgelerimizi çaldılar" diye suçladığı Çin. Dünyanın geleceğini belirleyebilecek bir konumda bulunan Çin'i bu kadar hafife almak, bir ahmaklık türü değilse nedir? Üstelik bir ülkedeki ezilen azınlık -ki Uygurlar eziliyor- savunulacaksa, böyle mi savunulur?
Türkiye, Güktürklerin Çin'e yenilgisinden ve Çin'den koptuğundan bu yana, bu ülkeye hiç ilgi göstermemiştir ve bu ilgisizlik -çok açık söylüyorum- psikologluk bir vak'adır. Türklerin kontrolündeki Anadolu, Ortadoğu ve Kuzey Afrika'dan geçemeyen Avrupalıların, sırf Hindistan'a ve Çin'e ulaşabilmek için Dünyayı dolaşıp, bu arada top gibi yuvarlak bir gezegende yaşadığımızı keşfedenlerin olmadık zorluğa göğüs germelerinin nedenini hiç bir Osmanlı merak etmemiş. Şalvarı şaltak Osmanlı, Çin'e "burası nasıl bir yerdir" diye bir Allah'ın kulunu elçi göndermemiş. Cumhuriyet döneminde de ilgisizlik sürmüştür. Bugün adına "münevver" denen mürekkep yalamış Osmanlı enteli de, Cumhuriyet aydını da, "Yahu bu Avrupalıların gitmek için öldüğü bu yer nasıl bir yerdir" diye sormamıştır. (Osmanlının 19'unvu Yüzyıla kadar Amerika'ya ilgisi de buna benzer mihverdedir)
Hadi şimdi Amerikancı olundu, NATO, CENTO derken Amerika'ya gitmemiş kravatlı İslamcı da kalmadı, ama Çin'e son bin yılın bilgisizliğiyle ve neoliberal vasatizmin kabalığıyla yaklaşmak da ne?
Ülkücülük, Nihal Atsız adlı ırkçı faşistin icad edip Alpaslan Türkeş'in de onun seminerlerinden kurguladığı, adı ile müsemma Türkçü bir harekettir. 1970'lerde Ülkücüler, eskü toyonist (şamani) Türk mitlerinden etkilenip, Bozkurdu sembolleri yapmışlardı, Şamanlığa ilgi duyan Ülkücüler vardı. Şimdi birden, Uygur asıllı devlet memurları ve öğrencilerine oruç tutmanın yasaklandığını duyup sokağa inerken (Taocu memurlara, Budistlere ve Hristiyanlara da benzeri dini ibadetler yasak), aynı Çin'de Yugur Türk özerk bölgesi diye bir yer olduğunu hiç duymadıklarından eminim, hem duysalar da ilgileneceklerini sanmam, zira eski Uygur devletinin geleneklerini ve dilini yaşatan bu halk Budist. Yugurlar (Sarı Uygurlar), Çin'in tanıdığı 55 etnik gruptan biri ve onbeşbinlik nüfuslarıyla İstanbul Rumlarından kalabalıklar ve esasen Sunan Yugur özerk bölgesinde yaşıyorlar, yaşlılarına Çin devleti, Yugurların dilini kültürünü ve masallarını gençlerine aktarsın diye maaş veriyor. Bu, Yugurların ezilmediği anlamına gelmiyor elbette, ama Ülkücülerin Türkiye'de -bırakalım Kürtleri- Süryanilere Mardin Midyat'ta özerk bölge verilmesi ve dillerinin kültürlerinin yaşatılması adına yaşlılarının maaşa bağlanması gibi konulara nasıl yaklaşabileceklerini tahmin etmek serbest. En hafif deyimiyle, "buna şiddetle karşı çıkarlar"...
Budizm, Göktürkler döneminde Doğu Asya Türkler'inde yaygındı ve halk arasında Müslümanlaşmanın esasen 15'inci yüzyılda yaygınlaşmasına kadar Budizmin ve onun içinde kendine yer bulan Kam geleneğinin Asya Türkleri arasında yaygın olduğunu biliyoruz. Yugurlar, 1696 yılında, Mançu Qing Hanedanlığının yönettiği Çin'e katıldılar. Günümüzde sadece Yugurlar değil, Tuva'daki Türkler de Budist öğelere sahip bir Kam geleneğini yaşatıyorlar, Kırgızistan'da da Budizm Türkler arasında yaşıyor. Ülkücülerin, sadece Sünni Türklerle mi ilgilendikleri gibi zorlama sorular sormayacağım, açıkcası bugünkü halleriyle pek ciddiye almaya da değmezler, ama Türkiye'de Çin denince seviyenin buralara kadar düşmesine ve buna karşı pek sesin çıkmamasına bakarak, Ülkücülerden de bahsetmek zorunda kaldık. Asıl soru, ortada duruyor: Türkler Doğu Asya'ya karşı bu inanılmaz cehaletleri ve kabalıkları nedeniyle bir psikologlar konsorsiyumuna başvurmayı düşünüyorlar mı?
Şimdi buna göbekten bağlı başka bir konuya geçelim: Çin'de yaşanan ve bir haftadır tüm Dünya ekonomisini ilgilendiren borsa krizinin Bayan Clinton'un sözleriyle ilintisi...
ABD kurumu Office of Personnel Management dün (9 Temmuz 2015) yaptığı açıklamaya göre, 21.5 Milyon Amerikalının bilgileri çalındı (hatta parmak izleri) ve ABD bu siber saldırıdan Çin'i sorumlu tutuyor. Aynı kurum Haziran ayında da bir açıklama yapıp, 4.2 Milyon devlet memurunun bütün bilgilerinin çalındığını açıklamıştı. Bu iki olay arasında da Çin'deki borsa krizi...
Çin Komünist Partisi (ÇKP) müdakhale edip, Haziran ortasında başlayan çöküşü evvelki gün durdurdu...
Amerika'daki saldırıda, uçak seferleri de durdurulduğuna göre siber saldırı, hiç küçümsenmeyecek boyutlardaydı ve Çin'deki âni borsa krizi de pek ala böyle sofistike bir Amerikan saldırısı olabilir. Buradan şuraya varmaya çalışıyorum: Dünyada herkesin ve her ülkenin birbirine bağlı hale geldiği bir devirde savaşlar, silahla-külahla değil bilgiyle ve diplomasiyle oluyor. ABD'nin zayıf yanlarını iyi bilen Çinlilere karşı, Çin'in finans sistemini ve kırılganlığını iyi bilen Amerikalıların karşılıklı hamleleri sonrası politikalar değişiyor, tavizler veriliyor falan...
Koreli ile Çinliyi birbirinden ayıramayan, yolsuzluk ekonomisiyle ülkenin ekonomisini çöküşün eşiğine getirmiş sonradangörme Türk-İslam vasatizminin, bu sofistike Dünya arenasında top çevirmesi mümkün değil ve Türkiye'nin bunlardan kurtulmaması halinde ikinci sınıf bir ülke olarak kalıp şamar oğlanı olması mukadder. Nitekim işin rengi de giderek daha net bir şekilde ortaya çıkıyor. Türkiye'nin en mahrem odasını, Süleyman Şah türbesi etrafında dönen Suriye'yle savaş provokasyonu konuşmalarını NSA'nın dinlediği anlaşıldı ve dinlendiği de gizlenmedi. Erdoğan'ın telefonlarının kamuya açılmasının nasıl sonuçlandığını ise Türkiye'de herkes gördü. Yani hani şu, "bizim en mahremimizi kim dinliyor" heyheylenmesinin, ülke Türk-İslam sentezi avanaklığının elinde olduğu müddetçe bir anlamı yok, zira Çinliyle Koreliyi ayıramayan, Dünyanın iki numaralı süper gücü koca Çin'e sadece "Dînimiz" üzerinden yaklaşmak dışında başka bir ambisyon geliştiremeyen, yaratıcılığı ve özgür düşünceyi yasağa/günaha kurban etmiş YÖK'lü bir Türkiye'nin 21'inci Yüzyılda onurlu müreffeh bir ülke olarak yaşama şansı oldukça düşük. Türkiye'yi dinleyenlerin, dinledikleri kişi ve kurumlara hiç saygılı olmadıkları malum. Ve hadi bir tahmin yürütelim ve Çin'in Türkiye'yi dinlemediğini de ekleyelim, -onun yerine, "İyi ilişkiler geliştirmek istiyoruz" deyip duruyor...
Türkiye'nin ikinci sınıf bir ülke olmasından sorumlu Türk Sağının vardığı nokta, bugünün Ülkücüleri, İslamcıları ve AKP'deki eski Demirel partisi bürokratlarının Ankara'ya sıkışmış "Onurlu Yalnızlık" hâli. Yani Türk-İslam sentezi şeysi Sağ, artık nasıl döndüğünden bihaber Dünya'da, ağzının üzerine çakılmamak için iktidarı "seve seve" Sol'a vermek zorunda kalacak. Zira Çinliyle Koreliyi birbirinden ayıramayan bir kafanın 21'inci Yüzyılda hayatta kalabilmesi için tek şansı, Türkiye'nin yönetimini en azından -bu Beyefendilere hiç olmazsa akrabalık/yakınlık bağları üzerinden katlanabilecek- Yeni Sol anlayışa bırakmaktır. Evrensel değerleri benimseyip onlara Türkiye'ye has yeni profil kazandırarak Türkiye'yi 21'inci Yüzyılda yönetebilecek olan akıl Gezi'de ortaya çıkan genç Yeni Sol'da ve kadınlarda var...