Olağanüstü bir dönemin eşiğinde Türkiye'nin halleri

Kanada'da orman yangınları, Nisan ayı başından beri geniş bir alanda, Cehennemin atlıları gibi koşturuyor, durmaksızın devam ediyor. Rüzgarın etkisiyle sınırdan ABD'ye sıçrayan alevler, önüne gelen ağaçları yakıyor, yakıp külünü göğe savuruyor. Eskilerin "Kanlı Ay" dediği fenomenin 4 Nisan günü gerçekleştiği gün yayılmasına rağmen Amerikalıları da korkutup heyecanlandırdı. Kıpkırmızı Ay, 30 Haziran gecesi sadece ABD'den görünerek, gökbilimciler dahil herkesi ürküttü, bunu hayra yormayanlar çoğunluktaydı. Gerçi bu zamansız "Kanlı Ay"ın somut bir nedeni de vardı ve bu geç de olsa anlaşıldı (yangınla atmosfere yükselen duman Ay'ın kıpkırmızı görünmesine neden oluyordu), ama nedenler her zaman önemli değildir. Yeni okuduğum "Casus" adlı romanına yazdığı önsözünde Joseph Conrad, "Nedenler her zaman önemli değildir, insanlar asıl sonuçlara bakar." diyor ve bunda da haklı. (Ünal Aytür çevirisi 2009, İş Kültür yayınları)
    Birşeyler oluyor ve ortada oldukça büyük sonuçlar var: Ekonominin olmadığı/işlemediği bölgelerde barbarlık yaygınlaşırken, İslam coğrafyasında da "İslam adına" her türlü insani değeri ayaklar altına alıp paraya tahvil edebilen, kadın satıp kafa kesen yeni bir "kapitalist haydut ekonomisi" doğdu. Bu ekonominin en "uygar" biçimi de Türkiye'deki… İçinde yaşadığımız kritik dönemin kuşkusuz en önemli olaylarından biri de IŞİD'in köle pazarında insan bile satıp para kazanan, Kur'an okuma yarışmasında ödül olarak seks kölesi kadın dağıtan ekonomisidir. Ama sistemin global bazda bozulması yeni bir ivme kazanmış görünüyor. Temmuz ayı ortası gerçekten de bir tür dönüm noktası mıdır, ileride göreceğiz. Bir çok ilginç olay yaşanıyor ve basına çok az detay yansıyor. Çin borsasında yaşanan ve yüzde 30'ları aşan değer kaybı bile, tek başına yeterince önemli. Zira şimdi konu edilen Yunanistan'ın gayrısafi milli hasılasının onbeş misli kadar bir kayıp söz konusu. AB'yi sallayan "Yunanistan borçları" olayı, bunun yanında hikaye kalır ve Çin buna rağmen yırtıyor, çökmeden paçayı kurtarıyor. ABD'nin siber saldırıya uğradığından bahseden haberlerin ardından Bayan Clinton'un "Bütün bilgilerimizi Çin çalmış olabilir" sözünün anlamı da belirginleşiyor. Anlaşıldığı kadarıyla Çin, tüm Amerikalı memurların (Dört milyon küsür kişinin) tüm bilgilerini elde etmekle kalmayıp, kalburüstü 12 milyon Amerikalının da -parmak izleri dahil- tüm bilgilerini elde etmiş bulunuyor. "Siber savaş görüntüsü", pek de yanıltıcı bir tesbit olmasa gerek. Yeni bir tip global savaş yaşandığı anlaşılıyor.
    Dünyada bunlar (ve şimdilik buraya almayacağımız çok daha fazla "garip" olay) yaşanırken, Türkiye seçim sonrası rehavetiyle "Hükümet kuramamak"la meşgul. Ve bu da işin sadece görünen kısmı. Görünmeyen kısmı, mesela son Gezici kamuoyu araştırmasında: İslami dindarlık ve muhafazakarlık azalıyor (2003'den beri muhafazakarlık yüzde iki azalmış, oruç tutmayanlar yüzde ikibuçuk artmış). İnsanlar, -Türkiye'deki haliyle- "dindarlığın" Ahlak ve Erdem'den farklı, onlarla çelişebilen farklı bir şey olduğunu ve bu yeni tip "dindarlığın", bir tür taraftarlıkla/yandaşlıkla alakalı olduğunu, taraftar/yandaş olanlara "günah serbestliği" sağladığını anlıyor. Bizim "İslamcılık" deyip işin içinden çıktığımız yeni tip siyasi dindarlığın siyasetteki ifadeleri hızla zemin kaybedip eriyor. Ona sadece birkaç haftalıpına bulaşan MHP bile, şimdiden yüzde dört oy kaybetmiş görünüyor, AKP'nin büyük kaybı zaten malum. Artık net olan şey, Sol'un ve Sol değerlerin yükselişi. Yeni bir tip Sol bu, eski Marksist-Leninist ortodoks Sola uzak.
    Türkiye için 2013 baharında başlayan ve 2017'nin ilk yarısında sona ereceğini tahmin ettiğim "Değişim/Dönüşüm Dönemi'nin hızlı ve hareketli kısmı"nın tam ortasında bir yerlerde, Türkiye'nin -Çinlilerin deyimiyle- "ilginç" bir eşikte durduğu anlaşılıyor. Gezi İsyanı'nın bu yılın Kasım ayına kadar doğrudan etkimeye devam edeceği zaman kalitesini destekleyen ve bence en az Gezi dönemi kadar önemli yeni bir dönem geliyor. Türk halkının kendisi ve geleceği hakkında düşünüp karar vereceği ve bunun siyasi, kültürel, ekonomik yansımalarının alenen yaşanacağı bir dönem olacak gibi. Eskiden "ütopik" addedilen ve elbette Sol düşünceye yaslanan eşitlikçi/paylaşımcı düşüncelerin gerçekleştirilmeye çalışılacağı, başarıların kaydedileceği, insanların birbirlerinin sözlerini dinlediği, tartışma ahlakının geri döndüğü bir dönem. Eskinin "Yeni Türkiye"sindeki hot-zotun çok kolay ve kibarca defedilebileceği bir dönem. Bu durum, hızlı sürecin sonuna, yani 2017'ye kadar devam edecek bir durum. Türkiye'de neoliberal İslamcılar ve onların öncesindeki Sağ muhafazakarlar tarafından ezilen ve aşağılanan, para için ormanlarına nehirlerine kıyılan, yeraltı-yerüstü kaynakları talan edilenlerin muktedir olacağı ve başına gelenlerin hesabını soracağı bir dönem geliyor. Tabii bütün bu gelişmeleri, Dünya'daki mecburi istikametin Sol olmasına bağlıyoruz. Çünkü Sol eğilimli düşünce ve eylem, tel tel dökülen Kapitalist sisteme ve onun Türkiye'deki yeminli savunucuları İslamcılara karşı varolan tek aklıbaşında seçeneği geliştirmeye adaydır. Gezi'yi yaşamış, tarihe tanık olmuş herkes bunu biliyor veya hissediyor. AKP'nin önü arkası düşünülmemiş "Mega projeler"inin, bütçe yutan rant kapısından başka bir şey olmayıp, bugünkü tehlikeli koşullar altında yürütülemeyeceğinin anlaşılması ve çoğunun mecburen durdurulması da sadece çevre bilincinin artmasına ve absürd talan kapitalizmine karşı bilincin yükselmesine yarayacaktır. Türkler, neyin yapılıp neyin yapılamayacağını, talanın sınırlrını ve Dünyada kuru betonla adam olunmadığını iyi anlayacakları bir döneme giriyorlar.
    En az Sonbahar ortasına kadar süreceğini düşündüğüm yeni Hükümetin kurulması/oturması sürecinin, en geç 2016 Haziranınında koalisyonun bozulmasıyla son bulacağını tahmin ediyorum. Akabinde muhtemel bir seçim veya yeni Hükümet kuruluşuyla büyük bir rahatlama olup, yeni durumun bir ayrılık ile (koalisyonun bozulması ile) başlayabileceğini ve İslamcılığın kesin hezimetiyle biteceğini söyleyebiliriz. Türkiye, geçmişle yeniden barışacak ve ona yeni bir bakış geliştirecek gibi görünüyor. Türkiye'nin yepyeni bir ülke olmaya başlaması, bu etkinin akabinde yaşanabilir. 2017'ye kadar kazasız-belasız-savaşsız devam etmek çok önemli. Sonrasında Dünyanın da durulacağını tahmin ediyorum, -ama "durulmak" ne demek? İşte olayın püf noktası da burada!
    Çin borsası çökmenin eşiğindezken, ABD "Siber saldırıya uğradık" derken, Türkiye sınırındaki NATO Patriot bataryasının elektronik komuta sistemine sızıldığı söylentileri ve Obama'nın kamuya açıklanmayan 19 çok kritik gizli emir verdiği basına düşerken, Yunanistan'da referandumda halkın "Hayır" demesinin ardından Avro'nun geleceği tartışılırken, sekiz günlük Güney Amerika seyahatine çıkmış olan 78 yaşındaki Papa Franciscus dün (12 Temmuz 2015 Pazar) Paraguay'ın başkenti Asunción yakınında bir milyon insana bir konuşma yaptı. Konuşmasında, "Fakirliğe, sömürüye, dışlanmaya karşı" mücadele edilmesini ve Kapitalizme karşı alternatif olacak, çevreyle uyumlu, yeraltı/yerüstü kaynaklarının bir avuç azınlığa peşkeş çekilmesine karşı, paylaşımcı yeni bir düzen kurulmasını istedi. Türkiye'de islamcı neoliberal iktidara yandaş iş çevrelerinin ülkeyi talan edebilmesi için fetva veren İslam ilahiyatçılarının tutumundan oldukça farklı!.. Aynı zamanda devlet memurları tarafından temsil edilen reel "kurumsallaşmış İslam"ın geleceğinin parlak olmadığını da gösteriyor. Çünkü Dünyada kök salıp benimsenen ahlaki/etik/insani değerlere aykırı. Papa Franciscus, 2013 Mayısında da Kapitalizmi oldukça sert bir dille eleştirmişti ve o eleştiri ilk değildi elbette. Muhafazakar biri olmasıyla ünlü Papa Benedictus'un, kapitalizmi bir afaroz etmediği kalmıştı, üstelik sistemi değiştirebilecek yaratıcı insanların mutlaka desteklenmesi gerektiğini söyleyerek yeni tip Devrimcileri destekleyeceğini de ilan etmişti. Papa Jean Paul'ün bu istikametteki antikapitalist ifadeleri hakkında da on yıl önce Radikal'de bir yazı yazmıştım (tıklayınız).
    Türkiye'de İslamcıların payandası eski Solcu (yeni Sağcı) neo "Liberaller" takımı da dahil olmak üzere, kimsenin "Kapitalizm" lafını ağzına almadığı bir dönemde, eski "eziliyoruz büzülüyoruz sömürü emperyalizm" klişeleri dışında Kapitalizmin ne olduğuna kafa yormamış "Birikimli Sol" tiplerin uyuduğu, Kapitalizmin çevre/yaşam katili en pespaye rezil ve aşağılık biçimlerini savunmanın İslamcılara kaldığı aşamada, Kapitalizme karşı en net tavır alan makam Papalıktır. Ve bu on yıl önce de böyleydi.
    Gene on küsür yıldır, Solculuğun, bir takım -kerameti kendinden menkul- "Solcu" entelin tekelinde olmadığını, Solculuğun artık bir felsefe, evrensel değerler savunusu ve giderek yaşam biçimi meselesine dönüştüğünü söylüyorum. Gezi isyanı ve Gezi Parkında yaşanan 19 gün, bunu kanıtlamıştır. Yeni Sol, eskisinden oldukça farklı. Gene döne döne yazıp kimseye anlatamadığım üzere "Kapitalizme karşı olmak", kapitalistlere karşı olmak değildir. Gezi'de direnenlerin arasında CEO'lar da vardı -bizzat şahidim. Kapitalizme karşı çıkmak demek, sisteme bir bütün olarak karşı çıkmak ve o sistemin kendi kendini üreten tüm rol modellerine karşı çıkmak ve onu akıllı bir şekilde elbirliğiyle (katılımcı bir doğrudan-demokrasiyle) değiştirmek demektir. Bu anlamda Vatikan'ın çıkışı, tıpkı Dalay Lama'nın çıkışları gibi insanlığın tamamını düşünen, gözeten, istisnasız herkese sorumluluk yükleyen, bütüncül bir yaklaşımdır ve bu haliyle Kapitalizme karşı en doğru tutumdur.
    Şimdi gidişat bu istikamette. Buna uyan yükselecek, takaza olmaya kalkan alçalacaktır.
    Geleceğin Sol değerler istikametinde ilerleyişi, artık insanın ve yaşamın doğası gereğidir. İslamcı tipi talancı ahbap-çavuş kapitalizmini ve onun para manyağı biatkar kullarını, iflah olmaz bir lanet ve hezimet bekliyor.