Gizli servislerin iflası mı?

Bu konuya James Bond ile giriş yapmak isterdim. Ne de olsa bu serinin tüm filmlerini seyretmiş biri olarak, "ajan/casus" dendi mi aklımda gezinip duran "Bond" sahnelerinin haddi hesabı yok. Ama Hayır. Galiba bu tarife özellikle Soğuk Savaş dönemi için en uygun düşenler, John Le Carre'nin kurguladığı tiplerle girmek gerekir. Onlar bence çok daha gerçekçidir. Yazının girişinde, yazarın "Soğuktan Gelen Adam" adlı romanından uyarılmış filmden bir kare görüyorsunuz. Richard Burton bu rollerde, serseri/snob Bond'dan çok daha ciddi ve inandırıcıdır.
Ben şahsen hiç ajan/casus görmedim, ama bazı tiplere bakıp, "Acaba?" dediğim de olmuştur.
Ajanlık işi, Batı'da ve Doğu'da farklı algılanır -ki Türkiye kesinlikle Batıya sayılır (Bunu Çin'de bir süre kaldıktan sonra artık daha net söyleyebilirim. İslamcı Türkler bile, kendilerini Doğulu sanan Batılılardır). Evet Batı'da, bir tür "Şerefsiz meslek" olarak anlaşılır casusluk. Mesela 18'uncu Yüzyılda yaşayıp hükmetmiş Alman İmparatoru Büyük Friedrich (Frederik), "Casuslar" ile "Hainler"i aynı kategoride değerlendirir ve onlara, "İhtiyaç duyulan, ama değer verilmeyen kişiler" der.
Asya'da casusluk/ajanlık şerefli bir meslektir ve bu haliyle uzunca bir tarihe de sahiptir. Bugün "Savaş" dendi mi irili ufaklı herkesin aklına Sun Zhi gelir. Büyük Friedrich okumuş mudur bilmiyorum -zira ilk kez onun döneminde Cizvit papazı Joseph Amiot tarafından Fransızcaya çevrilmiştir- ama Sun Zhi'nin "Savaş Sanatı" adıyla Türkçeye ancak 20'inci Yüzyıl sonlarında aktarılan kitap, savaştan daha çok casusluk/ajanlık malzemesidir. Bu kitapta asıl olay, günümüz Çin'inin de başarıyla uyguladığı gibi, savaşa girmeden savaş kazanmaktır. Kitabı okursanız mutlaka görürsünüz, "şimdi herşey tamam, haydi savaşa" anlamında tek satır yoktur ve savaş, her türlü önlem alındıktan sonra, mecburen girişilen bir iştir. M.Ö. 400-320 yılları arasında yaşamış olan bu adamın da vurguladığı, "Savaşın özü kandırmacadır (desinformasyondur)" ve bu haliyle esasen casusluk/ajanlıktan bahsettiği anlaşılır.
Casusluk/ajanlık, edindiği bilginin doğru olduğundan kuşkusuz emin olmak ister, ama "kullandığı" bilginin doğru veya yanlış olması değil, etkili olup olmadığı önemlidir. Hikayeler düşlemeyi seven, ama gerçeği çok önemseyen biri olarak, bu "meslek" erbabının bir tür "yalan uzmanı" olduğunu düşünüyorum. Suriye Savaşı başladığından bu yana doğru ile yalan-yanlış haber arasındaki farkı kısmen farketmekte nasıl zorlandığınızı hatırlayın. "Kimyasal silahı kim kullandı?" sorusunun/cevabının daha dün, dünyayı bir büyük global savaşın eşiğine nasıl egtirdiğini bir düşünün. Bu yazının burada yer alma nedeni de bu zaten...
Suriye olayı üzerinden bakıldığında, -bence- "Suriye'deki İslamcıların yaptığı iğrenç katliam" üzerinden yaşanan enformasyon savaşı, savaşın giriş holündeki asıl savaştı ve ben de o bilgi denizi içinde yön tayin etmeye çalışanlardan biriydim. Şimdi baktığımda, olayın kim tarafından yapıldığı konusunda pro ve contra enformasyonlardan hangisinin doğru olduğunun aslında kesinlikle önemsiz olduğunu anlıyorum ve bu beni hem şaşırtıyor hem de öfkelendiriyor.
Gizli Servis elemanı elbette ne Bond gibidir ne de Soğuktan Gelen Adam'daki gibidir. O, siyasi iradelerin -yani Hükümetlerin bir aracıdır. Kullanılan kişidir. İşi, bilgiyi Hükümetinin istediği istikamette kullanmaktadır. Ve sonuçta da siyasi düelleyu -yani Sun Zi'nin deyimiyle "savaş öncesindeki asıl (gizli) savaşı" kazanan son sözü söyler. Nitekim ABD, Suriye'de savaşa girerek kendi çıkarlarına/prestijine büyük zarar verebileceğini anlamış, bu kez Irak'daki gibi "Saddam'ın pis silahları var" lafazanlığı iş yapmamıştır. Irak savaşında Saddam'ı suçlayan "Gizliservis raporları"na kimse ses çıkarmamış, aleyhindeki haberlere/yorumlara "rağbet eden" pek çıkmamıştı. O zaman ABD dünyanın hala tek efesiydi, artık bunun değiştiği anlaşılıyor.
Gizli Servisler hakkında tipik bir Batılı yaklaşımını benimsediğimden, konunun uzmanlarından Michael Herman'ın "İstihbarat, düşmanlık bilimidir" tanımına aynen katılıyorum. Birine düşmansınız ve onlara kulp takıp iftira atarak karalamak ve saf dışı bırakmak için (sahte) bilgiyi tepe tepe kullanıyorsunuz... İşte bu anlayış, modern istihbarat anlayışıdır, Sun Zi'nin temel savaş teorisiyle uyumludur. "Planların gece gibi karanlık ve görünmez olsun" der Sun Zi ve bu temel yalan mantığı gelip gerçeğe toslar...
İstihbarat, günümüzde bu "klasik" işlevini yerine getirebiliyor mu? Veya şöyle soralım: Kullandığı bilgiye inandırabiliyor mu? Benim burada kocaman bir şüphe sahibi olduğumu ekleyeyim. İstihbarat'ın en babası ve an pahalısı son Suriye olayında kullanıldığı hali ise, bu işin yavaş yavaş tatil edilip, Bondların emekliye sevkedilmesi vaktinin geldiği söylenebilir. Mesela RedHack, bu bayların şahından daha iyi iş çıkarabiliyor. Başbakan ve adamlarının Arjantin "Olimpiyatlar çekilişi"ne giderken 900 küsür bin TL ödenek aldıklarının belgesini dünya aleme gösterebilen bir grupçuk, ve bahse girerim sıradan Laptoplarla işliyorlardır, yani maliyetleri CIA'ın gizli operasyonlara ayırdığı 80 milyar Dolardan da mutlaka çok daha azdır.
Doğru ve Gerçek'in giderek herkese açık bir veri haline geldiği dünyada, asıl önemli olan, verileri yorumlamak konusu haline geliyor. Veri çarpıtmak olağanüztü zorlaşıyor. Söylenen yalanlar, hazırlanan sahte veriler, desenformasyon, eskiden olduğu gibi yarım yüzyıl gizli kalmıyor, mutlaka piyasaya dökülüyor. Bilginin stratejik anlamda kullanılması devam ediyor, edecek de, ama gizli servis ajanının başat görevi "Çarpıtmak" konusu uzatmaları oynuyor gibi.
Gizli servis hikayelerini bir dönem severdim. Hatta Ian Fleming'in Mayk Hammer "tadında"ki James Bond romanlarından da okumuşluğum vardır. Bu kitapların havaalanlarında satılan türlerine dadanmış yabancı bir dostum vardı. Robert Ludlum tipi kitapları -ki hepsi 300 sayfanın üzerinde, tuğla kalınlığında şeylerdir- uçakta okumaya başlar ve dönüş uçağına binerken bitirmiş olurdu. Ben bu kitapların daha iyilerini de keşfettim, mesela uzak doğu atmosferini de kullananlar bugün de favorimdir,  ama nedense bu konular açılınca aklıma "Hotel Lux" gelir (Bertelsmann Yayınları, Münih 1978). Ruth von Mayenburg'un yazdığı sarı-kahverengi kapaklı kitapta, 1911 Moskova'da inşa edilip Birinci Enternasyonal'in tüm dünyadan gelen Komünistlerine tesis edilen ünlü otel anlatılır. İkinci Dünya Savaşı öncesi Otel Lux'un sakinleri arasında Dimitrof, Ho Çi Minh, Tito, Çu Enlay, Herbert Wehner (Alman SPD'si) falan vardır. Oteli ajan konusuyla ilgili olarak aklıma getiren olay, 1936-1938 döneminde bu otelde kalan ve o zamanın en ünlü Komünistlerinden bir çoğu, Stalin'in gizli servisi NKWD tarafından usulüyle "sorgulanıp" çoğu infaz edilmiş veya Gulag'lara gönderilmiştir. Kitapta gergin atmosfer çok güzel anlatılır. Orada şöyle birşey görürsünüz: NKWD tırpanına denk gelmemiş veya ondan kurtulmuş olan tüm otel sakinleri daha sonra ülkesinin Başbakanı, Dışişleri Bakanı, Önderi, Lideri falan olmuştur. NKWD'nin o yıllarda Moskova Hotel Lux'ta "Bunlar ajan mı la?" sorusuyla başladığı kıyım olmasaydı, 1945'den 1991'e kadar süren savaş sonrası Sosyalist yönetimleri hiyerarşilerinin tamamı, bildiğimizden tamamen farklı olabilirdi. Bir gizli servisin insanların/ülkelerin kaderini etkilemesi bakımından bu olay bana nedense çok çarpıcı gelir -kitap doğrudan tanık olunmuş sonderece çarpıcı gerçek olaylarla doludur. Şimdi başka bir dönemde yaşıyoruz ve bilginin herkese açık olduğu, gerçeği çarpıtmanın zor olduğu bir çağda yaşıyoruz. Ne Hotel Lux gibi ünlü siyasetçiler otelleri var, ne de James Bond'un Hong Kong'un merkezinde batık gemi içinde toplantı yaptığı MI6 merkezleri. Kullanmasını bilen biri için bir Laptop, Bay Q'nun tüm sofistike araç-gereçlerinden daha etkili; 16 yaşındaki internet delisi gençler, Bond'lardan daha önemli. İnsan son Suriye olayına bakınca, eski usul gizli servislerin müzelerdeki yerlerini çoktan aldıklarını düşünmeden edemiyor.