Gizli Maya takvimi Tzolkin, Yi Ching ve 21 Aralık sonrası hakkında

Çin'e Batıdan giden Hristiyan tüccarlardan bazıları orada kalıp koloniler kurmaya başlayınca Cizvitler, ilk misyonerlerini gönderdikleri Çin'e yerleşmişler. Meraklı keşişler, sonunda elbette Yi Ching'i de keşfetmişler ve bir zaman sonra onu kendi dillerine de aktarmışlar. Ne olduğunu anlamak için, bu sistemle derinlemesine ilgilenmekle görevlendirilen keşişler çıldırınca, hem tarikat hem de Papa, Yi Ching ile ilgilenmeyi Hristiyan keşişlere yasaklamış!
Yi Ching
Yi Ching, 64 Heksagram'dan (yani altı katmanlı Yin-Yang çizgilerinden oluşan işaretlerden) oluşur. Bu sistemde -mesela Hristiyanlıktaki ve Müslümanlıktaki gibi- birbirinden kesinlikle ayrı bir iyi-kötü ayrımından çok, soyut ve birbirine zıt sayılabilecek, ama birbirini karşılıklı etkileyen/tamamlayan özelliklerin (işaretlerin) etkileşimi anlatılır. Asıl haliyle Yi Ching, eril ve dişi gücün etkileşimini inceler -incelemek ne kelime, bu konuda evrensel bir yasalar/kurallar manzumesi sunar. Bu yasalar bütününün ana fikri, Göçebenin de yasasıdır: Değişmeyen tek şey harekettir. Yi Ching'de aslolan, değişim/dönüşümdür. Durağanlık yoktur. Herşey değişir ve bu değişimin, herşeyi kapsayan belli kuralları vardır -işte bu kuralların karikatürize edilerek 64 işarete indirgenmesi, belli genellemeler üzerinden gelişmenin/değişmenin türünü ve istikametini belirlemeye yardımcı olur. Çin düşüncesine Göçebelerden geçmiş olan bu kadim kitap, aslında bir kitap da değildir, çünkü baştan sona okunup biten birşey değildir. Bölümler birbirini izlemek zorunda değildir. Her işaret değişerek, diğer 63 işaretten biri haline gelebilir. Kitabı, sorduğunuz her soruya göre farklı/yeniden okuyabilirsiniz. Bu da onu sonsuz kılar. Batı Dünyasının aklına bu yüzden testir, çünkü modernizme de "ilham" veren linear düşünme tarzından farklı bir metod kullanır.
Tzolkin
Tzolkin'i incelerken, bana Yi Ching'i hatırlatan tarafı, önce sayısal sembolizmi oldu. (Burada, konuya aşina olmayanlar için "Sembolizm" diyoruz, ama çok somuttur aslında) Tzolkin, yukarıda gördüğünüz gibi, 13 sayı ve 20 işaretin kullanıldığı özgün bir matematiktir. Bizim kullandığımız 10 sayı yerine Maya'lar 13 sayı kullanırlar ve onları 20 işaretle kombine edip, bizim bugün kullandığımız matematikten çok daha kapsamlı ama daha basit bir hesaplama sistemi kullanırlar.
Yi Ching'de "Progression" dediğimiz 2, 4, 8, 16, 32, 64'lük bir sayı dizini esastır. 64 temel varyasyon bulunur. 13 ve 20 kombinasyonundan oluşan Tzolkin'de elde edilen temel varyasyonlar 260 adettir.
İlginç olan ilk konu, hayatın temeli sayılan DNS'i (yani DNA'yı) oluşturan nükleik asitin sadece 64 varyasyonu olmasıdır. Yi Ching'de Heksegram şekillenmeleri, DNS'in şekillenmeleri (yani farklı canlılar oluşturmak üzere şekillenmeleri) ile benzerlik taşır. İşte bu şekillenmelerin -yani yaratılışın- özgün bir irade tarafından belli kombinasyonlarla yeni DNS şeklinde ifadesinin matematiği de "Tzolkin'dir" gibi görünüyor. José Argüelles, "Bu şekilde türlerin şekillendirilmelerinin izini sürüyoruz ve vardığımız yer, 'Evrenin Kalbi', yani Maya'ların Hunab-Ku diye adlandırdığı Tanrı oluyor" diyor. Tzolkin Kodu, bu etkileşimi saptamaya yarayan bir tür kutsal matematik gibi işliyor. Burada Tzolkin ve Yi Ching'i birbirine bağlayan nokta; Yi Ching'in yerdeki yaşamı (hareketi) ve onun dönüşüm yasalarını ifade etmesi, Tzolkin'in de yaşamın/yaradılışın tüm ayrıntılarıyla evrenin bilinçli merkezi (Tanrı) arasındaki doğrudan bağı/ilişkiyi/konumu ve bunun zaman/mekan ötesi kodunu sunuyor. İki sistemin de ortak özelliği, dönüşümlü olmaları. Onlar, tıpkı mevsimlerin her yıl tekrarlanması gibi, linear değil dönüşümlüler ve biz şunu biliyoruz: Her mevsim her yıl tekrarlansa da, hiçbir mevsim, hatta hiçbir gün, bir öncekiyle aynı değildir. Tzolkin ve Yi Ching'in anafikri de bu zaten.

Maya takvimindeki 13 Baktun'dan oluşan beşbinküsür yıllık dönence sona erip, bir burgu gibi yukarıya doğru yeni bir dönence başlamadan önce, 260'ıncı son Baktun'da, DNA'nın titreşiminin logaritmik bir hızla artması gibi bir durumla karşı karşıyayız. Jose Argüelles 1986'da yazdığı kitabında, sürekli artan bu titreşimin, hayatın hızlanmasıyla insan tarafından sosyal hayata da yansıtılacağını düşünüyor. Öyle de oldu. Konuya Yi Ching ve Tzolkin'in bütüncül bakış açısıyla yaklaşırsak, Yeryüzü'nün de bir bütün olarak (ve yaşayan bir bütün olarak), yeni bir Aura kazanmakta olduğunu var sayabiliriz. Bu konu, bilimin-yaratıcılığın-spiritüelliğin birbiri arasında yeni bağlar kurulmasıyla da ilgili olduğundan, bütüncül düşünmek ve hayatın her alanını kapsayan bütüncül (bir sistem/düzen içinde) yaşamak üzerinden dünyanın Aurası ile ilişkili. Burada Yi Ching ve Taoizme dönerek, Türklerin "Güç" dediği ve eski söylencelerde/hikayelerde anlatılan canlı enerji alanlarını mucizeler göstermek için nasıl kullanıldığını bilen Kamlarına ve sonranın Tao rahiplerine bakabiliriz. Tzolkin, eski Kamların bir tür radyo dalgası gibi kullandığı bu dalgaların evrensel boyutlardaki dönüşümünü hesapladığı için, dünyanın Aura'sını tasavvur edebilmemize yardımcı oluyor. Jose Argülelles, DNA hızlanmasının yeni bir boyutun kapılarını açabileceği noktada, Dünya'nın Aura'sının da gözle görünebilir bir hal alabileceğini söylüyor. Bunlar tahminlerdir elbette.
Günümüze gelecek olursak, 1992'den günümüze doğru dünyaya bir bakıp, henüz yaşanmamış olanlara hazırlık babında büyük yenilikler yaşadığımızı söyleyebiliriz. Sadece internetin yaygınlaşması bile, insanlar arasındaki mesafeyi yok etti, dünyanın bir yerinde olanı anında öğrenebiliyoruz. Bu da değişikliklerin dünyanın tamamında eş zamanlı olarak yaşanacağını gösterir.
Burada kısaca, "İlerleme" düşüncesine değinmemiz gerekecek, çünkü Kapitalizme "can" veren ilerleme düşüncesiyle, insan oğlunun ve insan kızının yeni bir boyutta yeni bir uygarlık kalitesi/düzeyi ile karşılaşma ihtimalinin doğduğu günümüz koşullarındaki ilerlemesi arasındaki kategorik farkı göstermek zorundayız.
Hergün otomobiline binip işine giden ve evde televizyonunu seyreden biri, böyle şeylere (ve günlük abstrakt iş yaşamına) özellikle bulaşmamış Amazon yerlilerinden daha mı "gelişmiş"tir? Ben buna kocaman bir "Hayır efendim!" diyorum -ve nedenini de "Çalışma hayatı"nın insan üzerindeki etkisini anlatacağım daha sonraki bir yazıya bırakıyorum. Bugün -özellikle saf politikacıların ve eski usul "aydınlanmacı" bilimadamlarının- yere göğe koyamadıkları "ilerleme", insanın dünyayı tek bir gözle görmesine/incelemesine neden olmuş bir kıstastır. Bu kıstasla dünyaya bakınca, tuğla gibi kalın kitaplar yazmış ama hiçbirşey söylememiş adamlar değerli, hiçbirşey yazmamış ama modern uygarlığın nasıl çökeceğini -daha beyaz adam Amerika'ya ayak basmadan- bir tek sözcükle sembolize edip söylemiş kızılderili, değersiz sayılmıştır (o sözcük, "Koyaanisqatsi"dir). Mesela bilmemkaç üniversite bitirmiş bir profesörle, bir tepenin üstündeki mağrada vizyonlar gören Hopi kızılderilisi kıyaslanmaz bile! Yerli çapulcu, Profesör "beyefendi" sayılır (Halbuki insanlığa yön veren birçok vizyon/vahiy, eski Türk öğretisinde de, İslamiyet'de de, başka kültürlerde de, mağralarda görülmüştür) Bu açıdan bakınca modern uygarlık, elbette önemlidir, ama tek boyutludur ve insanın özellikle 'İntuisyon' dediğimiz sezgisel yanını tüketmiştir.
Maya'ların bakış açsıyla bakacak olursak, Tzolkin, kuru bir takvim olmaktan ziyade, "İnsanlık Tarihi" ile ilgili bir hesap sistemi aynı zamanda, çünkü Evrenin ve Evrenin Merkezi'nin dünyaya yansımasının en genel yoğunluğu ve ifade biçimlerini, Tzolkin ile (kalite ve niteliği açısından) hesaplamak mümkün. Tzolkin'in hesabından yola çıkarsak, dünyada yaşanan son üçyüz küsür yıllık kapitalizm dönemi, "Maddeye dönüşüm ve karmaşıklaşma" gibi bir yerden tarif ediliyor. Tabii bu gelişme kapitalizm şeklinde değil de başka türlü de olabilirdi, insanların tercihi, bu dönemi kapitalist bir sistemde yaşamak oldu. Bu hatayı Tzolkin ile, "Ters Sarmal" şeklinde izah edebiliyoruz. Yani bir topaç düşünün, ona doladığınız ipi çekip topaçı döndürüyorsunuz, ve topaç bir noktadan sonra yere düşüp yuvarlanıyor ama bir yerden sonra geriye doğru (tersine doğru yuvarlanıyor). Burada, bir şeyin doğasına aykırı bir istikamette döndürülmesi sonucu bir yerde durup, ters istikamette dönmesi ve sonra nihayet kendi dengesini bulması gibi bir durum söz konusu. Bu örnekte o durduğu anı, 21 Aralık 2012 olarak betimleyebiliriz. Sonraki geriye doğru dönüşün anlamı, herşeyin maddeye dönüştürülmesinin tersine işleyen bir ivme olabilir. Ama bunu biz, bir yıkım değil, maddiyatçı/materyalist anlayışta bir yeniden düzenlenme olarak görüyoruz.
Günümüzün belki de en önemli özelliği, biraz da alıştığımız için bir yerde çok ezici gelmeyen yoğun bir gerilim/gerginlik içinde yaşamamız. Gerçi Türkiye'de bu gerginliğin çeşitli bahaneler üzerinden yaşandığını düşünüyorum, -işte bu gerilim, yeni bir köklü paradigma değişikliğinin kıyısında yaşadığımızı da gösteriyor. Bilinen her şeyin sorgulandığı bir dönem...
Keşke Türkler bu genel sorgulanmayı, çok daha başka bir yerden yaşasalardı ve sadece Atatürk, Atatürkçülük, Cumhuriyet, Türk Muhafazakarlığı, şimdi de Sünnici İslam değil de başka şeyler sorgulansaydı, mesela dünyaya hakim -olduğu sanılan- zihniyet ve çevreler. Türkiye'de bu konular, ABD' çağının bitişi, gücün Doğu'ya kayışı gibi yerden -kısmen de olsa- konuşuluyor. Tamamen Türkiye'nin iç sorunlarında boğulmaktan iyidir elbette. Ama değişen paradigma, çok daha köklü bir değişikliğe işaret ediyor; değişen, "Beyaz/erkek/Protestan/Batılı" insanın merkezini teşkil ettiği, ve din gibi bir "Bilimsel Objektivizme" inanan anlayışına dayanan (ikinci terim, Jose Argüelles'den) maddeci dünyadır. Ben bunu ana hatlarıyla "Kapitalist yaşam biçimi" şeklinde ifade etmiştim.
Güneş'deki lekelerin oluşmasına da neden olan GRB ışınlarının bilinçli bir şekilde DNA titreşimlerini yükseltmesinin yansımalarını/ifadesini hesaplayan Tzolkin, titreşimlerin logaritmik eğrisinin sonsuza ulaştığı noktada, bildiğimiz dünyanın sonuna işaret ediyor -ama bu son, -en başta- dünyaya hakim olan "Bilimsel Objektivizmin" tekelinin/dininin sonu demek oluyor. Topaçın o noktadan sonra geriye doğru dünmesi de, tamamen unutulan ve küçümsenen intuisyonun/sezginin dünyaya dönüşü olarak anlaşılabilir. Bunların insanların sübjektif/öznel kararları olmaktan çok, şimdi izahında zorlanacağımız manevi bir baskı ile ilgili. Jose Argüelles buna, "İnsanlığa dışarıdan müdahale" diyor. Yani büyük ve kuvvetli bir akıntıya karşı yüzmenin pek mümkün olmayacağı bir durum gibi de düşünülebilir. İşte bu noktada, yeryüzünün kendi aurası ve insanlığın bir bütün olarak (internet, sosyal medya üzerinden!) oluşan ortak bilincinin, yeni bir seviyeye sıçraması mümkün.
Tzolkin'e göre yorumlayacak olursak, şu anda yaşadığımız baskı ve yoğunluk, yeni bir insanlığın doğum sancılarıyla ilgili bir durum -ve sonucun, hayallerin ötesinde bir yerde güzel olacağını söyleyebiliriz. Ve daha ilginci, bu yoğunluk ve sıkıntıdan çıkacak güzellik, bir yerde sabitlenecek ve kendi dengesini bulacaktır. Bu duruma Tzolkin'e bakarak, "yeni bir varoluş seviyesi" de diyebiliriz (konuyu tartışmaya devam edeceğiz elbette). Tekrar edelim: Yoğunluğun/gerginliğin yükselmesi, (Evrendan gelen doğal bir devrim impulsuyla) yüksek bir seviyede stabilize olmasıyla son bulacak görünüyor. Bu stabilizasyon'un, 2013'ten başlayarak 2015'e kadar süreceğini sanıyoruz.
Tzolkin'in "Sıfır Noktası" saydığı 21 Aralık, "Tarih"ten "Post-Tarih"e geçildiği bir dönem de sayılabilir. Jose Argüelles'in kullandığı bu terim, zamandaki o bilinmeyen "geri bükülme", topaçın geriye doğru ters istikamette dönmesi durumuyla ilgili.
Yaşadığımız dönemin asıl işaretlerini -Türkiye'de malesef pek ilgilenilmediği üzere- 'Çevrecilik' bağlamında ortaya çıkıp onu çok aşan bir "Bilim/teknik eleştirisi" şeklinde yaşadık. Türkiye'de çok dar entelektüel çevrelerde kalan bu konular, bilimin krizine işaret ediyordu (bu eski konulardan kısaca burada -bir yazıyla- bahsedebiliriz). Bilimsel/Materyalist "din adamları" Bilimciler, dünyayı sadece madde üzerinden açıklamış olduklarını sanadursun, Tzolkin'in "maddenin karmaşık ifadesi" benzeri ifadelerle karşıladığı bir durumun -bir dönem için- yeryüzündeki ifadesinden başka bir şey olmadıklarını, bilimcilere şimdiden söylemek gerekiyor. Maya'ların araçsız/gereçsiz mükemmel matematiği, bunun bir kanıtı olarak orada duruyor.
Kısaca hatırlayalım: Bugünkü dünyamızı belirleyen "Ruhsal Ev" (Argüelles) de diyebileceğimiz 'Dünyaya Bakış Biçimimiz', 17'inci yüzyılda şekillendi, yani 12'inci Baktun'un birinci Katun'unda. Bu "Ruhsal Ev"in inşasına -Tzolkin'e göre- 1756'da başlanmış ve Fransız İhtilali'ni izleyen dönemde, "Teknik İlerleme", "Endüstrileşme" ve "Demokrasi" idealleri gelmiştir. Bunlara bugün haala kaörü körüne inanılmaya devam ediliyor (-ama ben, bunları derinlemesine eleştiren ve tartışan entellektüeller de biliyorum ve bizzat tanıyorum). Tzolkin'e göre, 1874 ve 1953 arasındaki dönem de elektirğin tüm varyasyonlarıyla bulunup kullanılmaya başlandığı dönemi işaret ediyor. Bu dönemden sonra, betonarme "Bilime inan, gerisini merak etme san" vecizesiyle ifade edebileceğimiz dinde gedikler açılmaya başladığını görüyoruz. Türkiye bu çok önemli dönemi, sadece 1961-1971 arasında kısmen yakalamıştır. Eğer o dönem bir şekilde kendi dinamikleriyle devam edebilseydi ve aptallığın ifadesi "Müslüman Muhafazakarlık", bu süreci sonlandırmasaydı, bugün dünyanın çeşitli köşelerinde cidden tartışılan birçok konuya çok daha aşina olacaktı ve değişimi kendi iç sorunuymuş gibi yaşamayacaktı. Tam anlamıyla fikir özgürlüğünü sağlayıp koruyan, fikir özgürlüğünü özendiren ve buna titizlenen bir mantalitenin Türkiye'ye hakim olması, tarihin bu en büyük dönüşüm dalgasının mecburi sonucu olacaktır -ve bu gelişme/değişme istikametine taş koyacak Homo Sapiens henüz doğmamıştır ve asla doğmayacaktır!