Thomas S. Kuhn. O bir Bilim teorisyeni, Bilim tarihçisi ve en önemlisi de bir 'Bilim Filozofu'. Bugün birçoklarının kal-û belâdan beri aynı şey sandığı bilimin -herkesçe kabul gören ve din gibi inanılan- bugünkü hale nasıl geldiğini inceleyip "Paradigma konsepti"ni geliştiren ilk sağlam düşünür. Kuhn önemli, çünkü Bilim'in kendine özgü haliyle oluşumu ve devamı kadar, ona benzer -tüm özellikleriyle kendi içinde bir bütünlüğe sahip- başka bir bilimin ortaya çıkmasının felsefi altyapısını ortaya koyan kişidir. Onun felsefi bakışından yaralanarak, şimdi birşey söyleyemeyeceğimiz 21 Aralık sonrasında filizlenebilecek yeni uygarlık türü hakkında en genel haliyle konuşabiliriz belki de. Ama önce Thomas Samuel Kuhn ve paradigması:
1922'de Cincinetti'de doğan ve daha 1996'da yitirdiğimiz bu adam, bilim dediğimiz şeyin ötesine bakabilen ilk bilim kişisi olarak, sessiz bir devrim yapmıştır -ve bize bilim ötesine nasıl bakabileceğimizi göstermiştir.
Bugün dillere pelesenk olan "Paradigma" lafını, dil biliminden (linguistik) alıp, bilim denen şeyin ortaya çıkışı ve zaman içinde belli bir yere oturmasını incelerken kullanmıştır. Temel eseri "The Structure of Scientific Revolutions"da, devrimlerin paradigma değişiklikleriyle doğrudan ilişkisinin olduğunu söyler ve (sayısız teorinin bütününden oluşan) bir paradigmanın, bir önceki paradigmadan, bir devrimle ayrıldığını anlatır. Böylece, bir devrimle birbirinden ayrılmış iki farklı paradigmanın, aynı kriterlerle ölçülemeyeceğini gösterir. Yani hava metreküple, uzunluk metreyle ölçülür, ama radyoaktif maddenin kütle kaybını metreyle ölçemeyiz, bunlar iki farklı şeydir (bu duruma bilimde "incommersurable" deniyor).
Kuhn, burada "1. Paradigma" diyeceğimiz ve devrimle bir başka "2. Paradigma"dan ayrılan şeyin içine bütün bir bilimi koyuyor. Asıl konularımızdan biri de bu olduğundan kısaca değinelim: Kuhn'a göre Paradigma, çeşitli fikirlerin, değerlerin, metodların bileşiminin belli bir çevre tarafından paylaşılmasıyla oluşuyor ve bu metodlar/değerler toplamı da sorun çözümlerinde kullanılıyor. Kuhn, kitabında, daha 1960'lı yılların ortasında, bilimin böyle bir paradigma olduğunu ve paradigmaya özgü metodlar/değerler'e uymayan sorunları da "metafizik" kulpu takıp reddettiğini söylüyor.
Kuhn'un Paradigma teorisini kullandığımız en önemli konuların başında, mesela, bugünün kafasıyla Atatürk döneminin değerlendirilmesinin yanlış olacağı konusuydu. Beni önümüzdeki günlerde İstanbul'da ziyaret edecek olan Norbert Trenkle de bu önemli bakış açısını, "Bugünü geçmişe yansıtmak" şeklinde kullanıyor. Yani bugünün yaşam biçimine uygun bir kavramı, mesela "demokrasi" kavramını, 11'inci yüzyıldaki bir olayı anlatırken, "hiç demokratik değil" tarzında kullanıyorsunuz, bugünü 11'inci yüzyıla yansıtıyorsunuz. Halbuki 11'inci yüzyılı kendi kriterleri içinde değerlendirmek zorundasınız -yoksa gerçeğe aykırı olur. Ama "Bilim" çok daha büyük bir Paradigma oluşturuyor. Tabii bilimin oturmuş fizik/matematik gibi -tartışılmayan- alanları olduğu gibi, oturmamış -tartışılan- alanları da var, mesela sosyoloji, özellikle ekonomi.
Kuhn'un bilimi hangi ayrıntılarıyla bütün bir Paradigma ilan ettiğini bu yazıyla özetlemeye imkan ve gerek yok. Ama bu yolla bize gösterdiği, Bilim sonrası başka bir paradigmanın nasıl oluşacağı, kuralları, özellikleri ve metodlarıdır. Yeni bir doğal devrim sonrasında -Gizli Maya takvimi Tzolkin'in 21 Aralık 2012 olarak hesapladığı tarihin böyle bir doğal devrim olduğunu varsayarsak- bugünün bilimsel kriterleriyle ölçülemeyecek yeni bir "Bilim" (?) türünün ortaya çıkabileceğini tasavvur edebiliriz. Neden tasavvur ediyoruz? Bu sorunun yanıtı, en olmayacak durumlara hazır olmaktır. Eskiler bu duruma, 'Savaşçı Duruşu' diyorlar. Sadece bu duruş, "irrasyonel" bir ejderhanın karşısına dikilebilecek cesarete ve kafa açıklığına sahip olabilir.
Bu gece uzun zaman sonra yeniden bir televizyon programı seyrettim. Enver Aysever, karşısındaki 90 küsür yaşındaki Aydın Boysan'ın, "Herkes seçme-seçilme hakkına sahip olamaz. Benim demokrasimizden çıkardığım sonuç bu" sözlerine, alaycı bir kibirle, "zavallı ihtiyar" dercesine bakıyordu. Demokrasinin kurulduğu Yunanistan'da seçme-seçilme hakkına sadece bir azınlığın sahip olduğunu, bu hakkın ancak II. Dünya Savaşından sonra herkese tanındığını, demokrasinin otomatikman herkese seçme-seçilme hakkı demek olmadığını hiç bilmeyen ve bunun tartışılmasını bile abes bulan Aysever zihniyeti, Boysan'ın yanında Muhafazakar sayılır bugün. Avrupalı entelektüellerin kendi aralarında konuştukları bir konunun, genç bir Solcu tarafından değil de 90 küsür yaşında bir mimar tarafından gündeme getirilmesi, 'Savaşçı Ruhu'nun yaş tanımadığını da gösterir.
Paradigmaların ne olduğunu bilirsek, yaşayacağımız -tamamen yeni- durumlara/paradigmalara karşı daha uyanık, daha hazırlıklı ve daha cesur olabiliriz. İnanılamayacakları anlamaya hazırlıklı olmak, oyuna bir-sıfır önde başlamak demektir. Biz de öyle başlamalıyız belki!