Buraya yazamayacağım kadar büyük kötülükler yapan birçok muktedir, ağızlarından düşürmedikleri "İslam" ile, insanların karşısına "Dindar" sıfatıyla çıkabiliyorlar. Ve "İslam" sözcüğünü bir tür kod gibi kullanan diğer hemdaşları tarafından alenen korunup kollanıyorlar. Her yaptıklarına (laf kalabalığı ve dogmalardan ibaret) bir "İslam kudsiyeti" bahşedip, iyi insan olmanın tüm kurallarına ters davranıyorlar ve bu davranışlarını, "İslam" sözcüğünün ardına saklıyorlar. Birbirinin dipsiz günahını, ("İslam" kodu dışında tanımlamadıkları insanlara karşı işlendiği taktirde) "hoş" görebilen, "İslam bizim malımız, onun için tepe tepe kullanırız, İslam bizim malımız olduğu için bize her şey serbest" şeytani mantığının hakim olduğu "İslam anlayışı", artık İslam'la araya mesafe koymayı bile gerektirecek noktaya yaklaşmış bulunuyor.
Bu kadar pisliği hiç bir sahici din taşıyamaz, bu, hiç bir kudsiyetle bağdaştırılamaz.
Kutlu İslam Dini bu pisliğin şeytani tecavüzünden kurtarılmadığı sürece, kudsiyetle alakasız bir katı kurallar bütünü haline dönüşmekte ve son derece dogmatik, barbar, seksist, bir tür neofaşizme legitimasyon kazandırmak için kullanılmaktadır. Masalsı sevgi dini Türk İslamı'yla, Harun Reşid'in benzersiz yüksek İslam Uygarlığıyla alakasız bu yeni "İslam", bir tür şeytani yalan ideolojisinden başka birşey değildir.
İşte tam da bu noktada, her türlü kitabın ve dini laf cambazlığının ötesinde, kutsalının temellerine dönmek gerekmektedir.
Kutsiyet, bir kutsal kitabı papağan gibi ezberleyip, yediği haltları "haklı" çıkarmak için oradan ayet bulmak değildir. Kutsallık, bununla alakasız, çok somut bir şeydir ve "inanmak" ötesi bir durumdur. Kudsiyet bir tek kitaba falan indirgenemez, tarih içinde bir bütün arzeder ve sahtelik kaldırmaz. O nedenle, eklektik amaçla kıullanılan Kur'an'ı, O'nu kullananların elinden alıp fırlatıp atmak gerekir -ama yüksek bir yere, onların ruhen erişemedikleri bir yere... Kur'an'ın da temel aldığı- yüce değerlerin yanına fırlatıp atmak gerekir.
Kutsallığın temeli, insanoğlu ve insankızının, ruhsal tekamülünün (henüz) bilemediği yere/seviyeye doğru, tahmin ettiği o en Yüce'ye doğru yaptığı ruhsal yolculuğun temel taşlarından oluşur. Bu yolculuk, her türlü maddi/bedensel sınırı aşan bir seyir izlediğinden, hayatla, ölümle ve onların ötesiyle ilgili bir durumdur. Kudsiyet faktörü, insanın/toplumun kurduğu uygarlığın da ilk kökenidir. Tekrarlayalım: Kudsiyet, kuru bir inanç meselesi değildir. İnanç, bu konuyu din boyutunda dondurup onun kökenini ve aslını unutmuş olanlar için gereklidir -sadece onlar için. Kutsiyetin temelini oluşturan değerler, insanın daha yeni kültür ve uygarlıklar kurması, düşünsel/mental anlamda yeni boyutlar keşfetmesi ve yücelmesi için gereklidir ve hiç bir dinin tekelinde değildir, tıpkı Oksijen moleküllerinin kimsenin tekelinde olamayacağı gibi.
Kutsalın sekiz temel taşı...
Bu sekiz ilkeyi Burhancılar (Budistler), üç temel kategoride değerlendirirler. İlk iki ilke, insanın Bilgelik kapısını açmasının anahtarlarıdır. İlk kategorinin iki ilkesini, Gerçekçilik ve Doğru konuşmak (yalan konuşmamak) diye adlandırabiliriz. Bu iki ilkenin devamı, ikinci kategoridir ve buna Ahlak diyoruz. Ahlak kategorisi, üç temel ilkenin toplamıdır: Doğru konuşmak, Doğru davranmak ve Doğru bir hayat sürmek. Üçüncü ve son kategoriyi, Birikim diye adlandırabiliriz. Üç bileşenden oluşur. İnsanın özgün çabasıyla ilgilidir ve Doğru istek/arzu/hedef, Doğru mental uyanıklık hâli ve Doğru tefekkür ilkelerinin toplamıdır. Kutsallık, bu ilkelerin sahiden olduğu yerde işler ve aynı zamanda yüksek kültür, iyilik ve güzellik demektir.
Gerçekçilik, insanın kendi özel istekleri ve duyguları ötesinden dünyaya bakabilme yeteneğidir. Bilime de temel teşkil eden bu durum, yüce idrak için ilk temel şarttır. Gerçekçilik ilkesi Türk mistisizminde, 'Askerlik' olarak tanımlanmıştır. Türkler, kendi benlikleri ve varlıklarını aşan bir gerçekçilik duygusunu Ordu'da yaşatırlar. Bu nedenle Türk Ordusu tarihin hiç bir döneminde, devletin ve halkın dini ne olursa olsun, katı kuralcı inançların sınırlar koymasını kabul etmemiştir. Eski Göçebe geleneği, bu konuda sağlam bir temel sunar. Göçebenin gücü de gerçekçiliğinden, basitliğinden ve serdengeçtiliğinden gelir. Osmanlı döneminde askerler, kuralcı olmayan Bektaşi tarikatının etki alanı sayılmışlardı. II. Abdülhamit döneminden itibaren Türkiye'ye hakim olan katı kuralcı Sünnici anlayış da modernleşme bahanesiyle Orduya sokulmamıştır. Gerçeğin özgün kalitesini anlayabilmek, kutsallığa giden yolun ilk kapısıdır.
Gerçekçiliği, Bilgeliğe hazırlayan ikinci faktörle, yani 'Doğru Düşünmek'le birlikte ele almalıyız.
Doğru Düşünmek, özünde 'Doğru kararlar almak' demektir ve "Doğru", göreceli bir kavram olduğu için, kendi arzularının esiri olmayan kararlar almak konusu, bu ilkeyi tanımlayan ilk faktördür. İkinci faktör, insanlara doğru bir mantaliteyle yaklaşmaktır. Bunun anlamı da açıktır: Hırstan, şehvetten, tamahkarlıktan ve nefretten uzak kararlar almak, 'Doğru Düşünmek' ilkesinin diğer bileşenleridir.
Doğru Konuşmak, Ahlak kategorisi'nin ilk ilkesi sayılır ve esasen dedikodu yapmamak, insanlarla konuşurken uyumlu/iyi bir atmosfer yaratmaya dikkat etmek ve tabii yalandan kaçınmak anlamı taşır. Burhancılar bu kategoriye, dilin şiddet için kullanılmaması konusunu da almışlardır (ve en kötü şiddet, cinsel şiddettir).
Doğru Davranmak ilkesi, insanlara, insan haysiyetine uygun davranmakla, nefret üretmemekle alakalıdır ve Ahlak kategorisinin üçüncü ilkesine bağlıdır:
Doğru yaşamak. Gayrı-ahlaki işler, haksız kazanç, rüşvet ve benzeri kriminal işlerle geçimini temin edenler, doğru yaşamıyorlardır. Bunları, gizliden gizliye yapıyor da olsalar, Ahiler bu konuda oldukça kesindir. Kasapları bile almazlar aralarına. Kişinin yaptığı iş, ahlaka aykırı, toplumun aleyhine ve haksız olmamalıdır.
Ahlak, kutsalın temel prensibidir. O olmadı mı kutsallık olmaz, tıpkı Gerçekçilik ve Spiritüel/entelektüel/sanatsal Birikim'in olmaması halinde kutsallığın olamayacağı gibi.
Doğru istek/arzu/hedef, ayrı bir yazı konusu olabileceğinden, şimdilik, "İyimserlik" ve Negatif duygulardan arınma yöntemleriyle ilgilidir diyelim.
Doğru mental uyanıklık hâli, esasen yaptığı herşeyi her hareketi, bilinçli bir şekilde yapmak halidir. Bu ilke de, insanın kendini geliştirmesiyle ilgili olduğundan, çeşitli tefekkür yöntemlerinin ilk basamağı sayılır. İnsanın kendini dışarıdan biriymiş gibi gözlemlemesi ve yaptığı her şeyi, uyanık bir halde yapması, günlük (kontrolsüz) düşüncelerde kaybolmaktan kurtulmakla ilgili bir durumdur, önce egoizm türlerinin, sonra "Ben" duygusunun ortadan kaldırılmaya başlandığı bir aşamadır. Bu aşamada Göçebe Kültürü, Zen ve Tao tefekkürüne geçmiş olan 'Düşünmeden Düşünmek' halinin de kökenidir. Göçebe savaşçının ruh hali, burada tarif edilen mental uyanıklılık haliyle aynı gibidir. Bu aşama, Doğru Tefekkür ilkesinin de başlangıcıdır.
Doğru Tefekkür, Yukarıdaki yedi aşamayı içselleştirmiş olanın düşünsel/entelektüel/sanatsal/spiritüel yoğunlaşması anlamındadır. Bu aşamanın en genel ve basit hali, 'Dua'dan tanıdığımız haldir. Doğru Tefekkür, esasen, bir konuya yoğunlaşmak ve orada kendini unutmak olayıdır. Burada yoğunlaşma/konsantrasyon, dikkatli bir bakış değil, iç gözüyle konsantrasyon demektir. Doğru tefekkürün üst biçimi, samimi sorular sormak ve o sorulara 'Yanıtlar' almaktır.
Bu temel ilkeler, kutsalın kristallenmesi, filizlenmesi için pratik temel teşkil ederler.