Türkiye'yi baskı altına alan ve harekete geçmesini dayatan etkiler, ülkeyi zorluyor. Böyle durumlarda en doğru tutum, yapılmak zorunda kalınan hareketlerin 'Yapıcı' olmasına özen göstermektir.
Türkiye, gelecekte önemli görevler üslenmesi gereken bir ülke. "Önemli görevler" deyince akla, Türkiye'nin emperyal bir ülke olması/olacağı gelmemeli. Güç, hele günümüzde, asla askeri güç demek değildir. Bunu iyi anlamak gerekiyor. Şimdi en büyük güç, sözünün eri, barışçı, insanlara huzurlu bir hayat vaadedebilen, kültürel çekim merkezi olabilecek kapasitede bir yer olmakla ilgilidir. Clausewitz tipi endüstriyel savaş devri 11 Eylül 2001'de sona erdi. Artık siber savaştan ve bilgi savaşından bahsediyoruz. Şimdi en büyük güç, dürüst olmak ve evrensel insani değerlere sahip çıkmaktır. Karışmakta olan dünyada, gerçek olan birşeylere olan ihtiyaç, hiç olmadığı kadar yüksektir ve sahici anlamda iyi/doğru olmak, gerçek bir güç haline gelmektedir. Bunu iyi anlayanlar, karışan dünyada yıldızlaşacaktır. Ama sinsi, kurnaz ve çıkarcı anlayışlar, güven vermeyecektir.
Türkiye, bir yükseliş devrinin eşiğinde bulunuyor.
Bu devrin kalıcı olması ve dünyada yıldızlaşarak sempati toplaması, zorlayıcı olaylar karşısındaki tutumuna bağlı.
Şu anda Türk Hükümeti'nin bir Suriye Macerası'nda -eğer şimdiye kadar olduğu gibi herşeye tek başına karar verip burnunun dikine giderse ve ülkenin diğer kesimlerini ikna edip kazanamazsa- başarı şansı yok. Böyle bir tutum, ülkeye ciddi zararlar verebilir. Bu, beklenmedik bir "kaza" veya felaket gibi de yaşanabilir. Fakat yapıcı bir pozisyonla Türkiye önemli zaferler -yani prestij- kazanabilir. Aralık ayına kadar sürecek bu etki, en başta yapıcı/olumlu olmayı gerektiriyor.
Nisan ayında devreye giren başka bir etki daha var ve ondan bahsetmiştik, tekrarlamakta fayda var.
Bu önemli etki, Türkiye'nin kendi çıkarları istikametinde başarılı olmasını destekliyor -ama burada 'Türkiye'nin Çıkarları' nedir, önce bunun iyi tarif edilmesi gerekiyor. Türk Hükümeti'nin bu konuda "Jeostratejik" (-ki bu savaşla ilgili bir terimdir, 19 Yüzyıl sonunda Prusya'da icad edilmiştir) hedefler dışında en ufak bir ambisyonu bulunmuyor. Bu ürkütücü durum, Türk Hükümeti'ni savaşa teşne bir pozisyona mahkum kılıyor. Tamamen dar görüşlülükle ilgili bir durumdur ve çağın hiç anlaşılmadığını gösterir. Ama tam da bu durumun anlaşılması, bu önemli zaman kalitesiyle ilgili bir durum görünüyor. 2013 Yılının sonuna kadar sürecek bu etki, Türklerin kendi eski düşünce biçimleriyle (-ki bugünkü Hükümet tarafından temsil edilmektedir) hesaplaşmalarını ve onu aşmalarını dayatmaktadır.
Bugünkü Hükümet'in dayattığı, yol almak istediği istikamet ve bunun tarzı doğru değildir, ama 'Yol almak isteği' tamamiyle doğrudur. Şimdi, hangi şekilde, hangi mantaliteye göre, hangi istikamette ve hangi tarzda ileriye doğru hareket edileceğinin anlaşılması ve bu yeni duruma uyum sağlanması gerekiyor. Bu zorunludur, çünkü Türkiye bu baskıyı üzerinde hissedecektir -kaçması da mümkün değildir. Türkiye bu birbuçuk yıllık süre içinde, kilit rol oynayabileceği birçok pozisyon yakalayabilir. Ama bu pozisyonlar önüne, mantalitesine uygun olarak geleceğinden, eski kafadan kurtulması gerekmektedir, yoksa bu yeni yükseliş trendi, bir felaketler dizisiyle de başlayabilir.
Türkiye, dünyanın merkez 'Yerleri'nden ("ülkeleri"nden değil) biri olacak. (Bunun modern ulusçu/milli/Sünni saçmalıklarla bir alakası yoktur) Bunun anlamı, geneli/bütünü/dünyayı belli konularda belirleyecek merkez olmak demektir. Ve bunun coğrafyayla, silahla/külahla pek alakası yoktur, ama yaratıcı akılla, iyi prensibiyle (ve tabii spiritüel güçle ve ruhla) alakası vardır.
Etkisi bu günlerde başlayıp, gelecek yılın Mart ayına kadar sürebilecek başka bir zaman kalitesi, son derece olumlu bir duruma işaret ediyor. Bu dönem, Türkiye'nin güç kazanacağı bir dönem olacaktır ve aynı zamanda yukarıda bahsettiğimiz -eskiyi aşıp yeni mantaliteye yol veren- dönüşümü de desteklemektedir. Şimdi ilerlemenin en garantili yolu (yoksa deneme-yanılma yöntemiyle acı çekerek olacaktır) iyi planlama, gerçekçi düşünce, insani değerleri benimsemektir. Özgüven, ancak bu şartlar altında başarılı olabilir. Türkiye meşru zeminde kalmalı. Özellikle komşularıyla ilişkilerinde etik değerlere saygılı olmalı. Bu çok önemli. Aynı dönemde, Türkiye, değişen mantalitesine uygun olarak yepyeni alanlara açılabilir. Bu zaten, geleceğe dönük bir zorunluluk olacaktır.