Yeniden devrimler çağının eşiğinde Occupy Wall Street Hareketi ve Borçlanma "teolojisi"

2008 "Ekonomik Krizi" denen şeyin, önce bir "Borçlanma Krizi" olduğunu, Yunanistan'dan biliyoruz. Tarihçi Moses Finley'e göre, antik tarihteki bütün devrimler ve ayaklanmaların bir tek temel programı vardır: "Borçları sil, toprakları yeniden dağıt." Buradan yola çıkarak, Occupy Wall Street Hareketi'nin beyni Amerikalı Sosyalantropolog David Graeber de, bir devrimler çağının eşiğinde yaşadığımızı söylüyor. Graeber, 1968'den beri ortaya çıkan bu en etkili anti-kapitalist Sol harekete -Occupy Hareketi'ne- derinlik katan en önemli entelektüel. Hareketin tarihi bir yıl gibi kısa bir süre olmasına rağmen, Arap Baharı'nı örnek alıyor ve şimdiden global bir etkiye sahip. Occupy Hareketi, Anonymous ve WikiLeaks gibi 21'inci yüzyıl fenomenlerinin aktif/kitlesel eylemciliğinin türünü/tarzını/yönünü belirleyecek önemde ve şimdiden belli kurallar/normlar koymuş, belli hedeflere ulaşmış vaziyette.
Graeber, geçen yıl yayınlanan son kitabında, dünya tarihini 'Borçlanma' açısından yeniden değerlendiriyor ve çok ilginç sonuçlara ulaşıyor. (Bkz. "Debt: The First 5000 Years" 2011)
Graeber'i önemli kılan, kapitalizme yeni sorular sorup bu soruları akıllı bir şekilde yanıtlamak ve sistemi eleştirmekle kalmayıp, pratik içinde de -özellikle mücadele konusunda- yeni fikirlerini uyguluyor olması. Kendisi, Occupy Hareketi'nin aktivistlerinden. Kapitalizme yönelttiği eleştiri de, yeni kapitalizm eleştirisi stilinde (yani işçi-patron ayırmadan ve kapitalizmi kapitalistlere indirgemeden, 'bütüncül' bir kapitalizm eleştirisi).
Burada bir dizi yazıyla değinmeyi düşündüğümüz ve kapitalizmin adeta "ruhu" saydığımız 'Para' (nedir?) konusuna Graeber, herkesi ilgilendiren güncel/pratik bir açıdan yaklaşıyor. Occupy Hareketinin, dünyanın finans merkezi Wall Street'i -dünyanın en pahalı arsasını!- işgal etmesinin teorik ve çok sağlam nedenlerini, kitaplarından okumak da mümkün.
Graeber'in sözleriyle "Para, anonim bir borç kağıdıdır." Devlet de, bu borç senedine kefil olan mercidir.
Zamanın ruhuna uygun olarak basitleştirilmiş bu çok önemli konuya, biz Graeber'in yaklaştığı açıdan, (onun kitaplarına dayanarak) değinmeye çalışacağız.


Borcun teolojisine giriş...
Tarihin derinliklerine, 5000 yıl öncesinin Mezopotamya'yasına dönerek, "Borçlanmak" denen şeyin ortaya çıkışını inceleyen Graeber, insan ırkının geleceğini ilgilendirecek önemde bir gerçeği de -yeniden- keşfetmiş görünüyor. Bu keşif, insanın ahlaki/etik değerlerinden birinin, ekonomiye tercüme edilerek, "ekonominin etik değeri" haline getirilmesi ile ilgilidir.
Tesbitlerinden en önemlisi, tarihteki ezen-ezilen savaşlarının, devrimlerinin ve ayaklanmalarının, bir alacak-verecek savaşları tarihi gibi okunabilir olmasıdır.
Tarihte bildiğimiz devrimlerin ardından bir "borçları silme" işleminin gerçekleştiğini biliyoruz. 1917 devrimi bunun en bilinen örneklerinden. Ama kapitalizm öncesi çağlarda da, borç ve onun bir ifadesi olan faiz, sanıldığından daha büyük ve önemli bir rol oynamış görünüyor.
"Ahlaki/etik yükümlülükler, maddi borca indirgenirse ne olur? Bunlardan biri diğerine dönüşürse (yani yükümlülük borç olursa) ne olur?"
Graeber bu soruları soruyor (age. S.12) ve dinlerin/ahlakın emrettiği (anneye, babaya, eşe, evlada karşı) "sorumluluk/yükümlülük"ün, (anneye, babaya, eşe, evlada) "borç"a dönüştürülüp kişiselliğinden arındırılmasına dikkat çekiyor. Belli insanlara karşı yükümlülük duymak, kişiseldir ve bir insandan bambaşka bir diğerine aktarılamaz (ancak aile içinde kalabilir). Ama bu yükümlülük, (para ile ifade edilebilen) bir borç şeklinde tarif edilirse, belli bir kişiden bağımsız (unpersönlich/nonpersonal) hale gelebiliyor, bambaşka kişilere/kurumlara aktarılabiliyor. Aileye, Tanrı'ya "Yükümlülük/vecibe", bir "Borç" haline getirilerek, duygusallığından/kişiselliğinden arındırılıp anonimleştiriliyor ve paraya tahvil edilebilir hale getiriliyor; bir taraftan da "ahlaki/ulvi/dini" bir format şeklinde yaşamını sürdürebiliyor. Bu işlemin "vecize" halini almış ifadesi de: vaaz tonunda söylenen, "İnsan borcuna sadık olmalı" lafıdır. (Bu lafı günümüzde en çok bankalar ve tefeciler kullanıyor!)
Bankaların borçlandırıp varlarına-yoklarına el koyduğu insanlara bir de "ahlak" dersi verip, borçlarına sadık kalmaları gerektiğini söylemesi, insani değerlerin 'kötülük' adına araçsallaştırılmasına önemli bir örnektir. Ve Occupy Hareketi, bu ikiyüzlülüğü deşifre etmiştir. Daha önce hiçbir Sol hareketin yapmadığı yepyeni bir şeydir.
Graeber'in bakış açısıyla yaklaştığımız tarihte en sevilmeyen (nefret edilen) mesleğin "Borç verenler" (Bankerler, bankalar, tefeciler vd.) olduğu görülüyor. Tarihte cellatlar bile bankerlerden/tefecilerden daha şerefli sayılıyor! Bu saptamayı, bilimsel bir araştırmanın somut sonucu olarak okumak daha da çarpıcı.

Faizin ortaya çıkış nedeni: Borç...
Özellikle Ortaçağda, sadece İslam'ın yayıldığı bölgedeki uygulamalarıyla değil, Hristiyanların yaşadığı Afrupa'da da faizin, çok sert bir şekilde reddedildiğini biliyoruz. 12'inci Yüzyılda Avrupa'da faiz isteyen tefeciler afaroz ediliyor ve ölüleri Kiliseye ve Hristiyan mezarlıklarına sokulmuyordu. Aynı dönemde faize en "hpşgörülü" yaklaşılan yer Doğu Asya. Budistlerin o dönemde borcuna sadık olmakla ilgili şöyle bir sözü var mesela: "Borç aldığı şeyleri geri ödemeyen, bir sonraki hayatında at veya öküz olur." Ama burada bile faizden söz edilmez (faiz oralarda da hoş karşılanmaz). Borç verip faiz alanlar, her zaman lanetlidir. Graeber'in kitabında, Japonya'dan "tarihe şahit" olmuş bir Budist rahibinin yazdıkları alıntılanmış. Buna göre borç verip faiz yiyerek yaşayan bir kadın, öldükten sonra daha yakılmadan, "bedeninin yarısı bir hayvana dönüşüyor" ve bunu yazan rahip, olayı "erken reenkarnasyon" olarak yorumluyor.
Borç verenlerin, paralarını geri alamama tehlikesine karşı bir tür sigorta olarak icat ettikleri "faiz", özünde -sadece- borçlanmayla ilgili bir şeydir ve Graeber bunu çok net bir şekilde göstermektedir.
O halde faizin ortadan kaldırılması, en başta borçlanmanın ne demek olduğunu çok iyi incelemeyi ve borçlanmayı ortadan kaldırmayı gerektirir.
"Borcunu geri ödemek yükümlülüğü", insanları/halkları köleleştirmek için kullanılan "ahlak soslu"en rafine yöntemdir. Ve bu yükümlülük türü, Hakim Sınıflar tarafından icad edilmiş ve bir "ahlak kuralı"dır. Graeber, bu "ahlak kuralı"nın tarihini, eski Mezopotamya'ya Sümerlere kadar takip ediyor ve "Borç ahlakı"nın, Teolojiyle rekabet eden bir tür pseudoetik olduğunu, önce Skolastik felsefe temsilcilerinin anladığını yazıyor.
Adam Smith'den beri ispatsız/kanıtsız "kabul edilmiş bir kural vardır. Buna göre paranın ortaya çıkışı şöyle olmuştur:
1. İnsanlar kendi aralarında mallarını değiş-tokuş ediyorlardı.
2. Bu değiş-tokuş işlemi karmaşık bir hal alınca, ürünler artıp üretimleri komplike bir hal alınca, para icad olundu.
3. Ancak paranın kullanımını kolaylaştırmak için, daha sonra kredi/borç faktörü ve faiz ortaya çıktı.
Sosyalantropoloji profesörü Graeber, kendisinin ve arkadaşlarının yaptıkları araştırmaların bir sonucu olarak bambaşka bir kronoloji elde ettiklerini yazıyor. Graeber'in tarihte yaptığı araştırmalardan edindiği sonuca göre:
1. Önce kredi/borç sistemi ortaya çıkmış. Borç verenler, verdikleri borcun geri ödeneceğine güveniyorlarmış sadece. Graeber, antik tarihten çok sayıda örnekle, insanların kredi verilerek nasıl köleştirildiklerini gösteriyor.
2. Para, çok sonra ortaya çıkmış.
3. Bu süreçte mal alış-verişi (asıl beslenme/barınma ve kültürel ürünler esas alındığından) tali bir rol oynamış. Yani esasen çok uzun bir süre, her aşiret/boy/halk, kendi ürünlerini kendisi üretip paylaşmış.
Artık bilimsel bir veri olan bu saptama, son derece önemli.
Bu gerçeğin ortaya çıkmamış olması ve konunun üzerine yatılmış olması hakkında Graeber, "Bunun ideolojik bir nedeni olmalı" diyor -yani bu durumu, "şartlanmış (ideolojik) bakış açısı" ile açıklıyor.
Hayranlık uyandırıcı güzel gerçek şu:
İnsanlar binlerce yıl boyunca birbirlerine güvenmişler, paraya ihtiyaç duymamışlar. "Çünkü para, insanları satılık tipler hale getiriyor (bozuyor)" diyor Graeber. Ve para/borç/faiz, sıcak sosyal ilişkileri/sorumlulukları, soğuk borçlar ve ekonomik/para ilişkileri haline getiriyor. İnsanlar, böyle olmaması için binlerce yıl boyunca direnmişler. Bütün dinlerin faize karşı olması tesadüf olamaz. Ama insanların sosyal hayatın yerine para ilişkilerinin geçtiği bir hayatı neden kabul ettikleri henüz anlaşılabilmiş değil -o da yakında anlaşılacaktır kuşkusuz.

Borç verenlerin ahlaksızlığı...
Bugün yaşanan krizin bir "Borç Krizi" olduğu sürekli konuşulurken ve mesela Yunanistan'ın borçlarını geri ödemesinin imkansızlığı da tartışılıyor ve "ödemezse ne olur" sorusu da soruluyor. Bu soru doğrudan doğruya Occupy Wall Street hareketini ilgilendirüyor diyebiliriz. Graeber bu soruyu önemli maliyecilere de sormuş ve şu yanıtı almış: "Evet birçok banka batar, ama sistem çökmez."
Bankalar verdikleri kredileri ille de geri almak zorundalar mıdır? Öyleyse faiz neden var? Faiz, paranın geri alınmamasına karşı düşünülmüş bir önlem, bir sigorta değil mi? Her kredi, kanun gücüyle ille de geri alınacaksa, o halde faize ne gerek var?
Graeber bu konularda bir söyleşisinde aynen şöyle diyor: "Bankalar, borçlularından yeterince para aldılar. Gerisi silinmeli." (Spiegel Nr.20. 14.5.12) Ve Occupy hareketinin tarihini anlattığı kitabında da ("Inside Occupy" 2012) Üçüncü Dünya Ülkelerinin börçlarının silinmesi için yapılan mücadeleden bahsediyor. Bu konuda 1990'larda kurulan kamuoyu baskısının kısmen başarılı olduğu söylenebilir.
Borçların mutlaka geri ödenmesi gerektiği mantığı, ahlakın özüne ters. Şöyle:
Bir banka veya kredi kurumu, verdiği borcun, kar getirecek iyi bir işe yatırılmasını gözetmek gibi bir sorumluluğa sahiptir. Eğer bunu beceremediyse, parasının kaybolmasını ve geriye ödenMEmesini de sineye çekmek zorundadır. Ama yasalar, alınan borcun mutlaka ödenmesini emrederek bu ahlaki prensibi geçersiz kılıyorlar. O zaman bankalar, finanse ettikleri işin getirisine fazla bakmadan borç verebiliyorlar -hele devletin kefil olduğu büyük krediler söz konusuysa! Günümüzde kredilerin hep beraber çökmesinin bir nedeni de bu zaten. Olay, şuna benziyor:
Bankaya gidip, "Borcumu nasıl olsa geri alacaksınız, ben at yarışına para yatıracağım bana şu kadar kredi verin" diyorsunuz ve banka size kredi veriyor!.. Şu anda dünyada yaşıyan neredeyse herkesin -ülkeleri üzerinden- borçlu konumunda olması ve borçlarını ödeyemeyecek durumda olmasında bankaların büyük suçu var -özellikle de borç anlayışının.
Herkesin borçlandırılmış olması gerçeği, Occupy Hareketi'nin, "Biz %99'uz" sloganını da açıklıyor. İnsanlığın sadece yüzde biri tarafından, geriye kalanına, tamamına yakınına, "Borcunu ödeyemeyen düşük ahlaklı insanlar" muamelesi yapmak, hiçkimsenin haddi değil! Bu nedenle yeni tip mücadele, önce bir Haysiyet mücadelesidir.

Graeber'in bakışıyla, borç krizini tetikleyen olay...
1970'li yılların petrol krizi malumunuz. O krizden muazzam paralar kazanan OPEC ülkeleri, kazandıkları paraları Avrupa bankalarına istiflerler. Avrupa bankaları bu paraları nereye yatıracaklarını şaşırır. İlk çare olarak hemen Üçüncü Dünya ülkelerine temsilcilerini gönderip, ülkelere ucuz krediler verirler. Buna o zaman "Go-Go-Banking" deniyordu. 1980'li yıllarda ABD'nin "abartılı" para politikaları nedeniyle bu düşük faizler yükseldikçe yükseldi ve 1990'lı yıllarda, yüzde yirmileri gördü, Üçüncü Dünya'da borç krizleri patlak verdi.
İşte burada, IMF'li yılları hatırlatmak istiyorum. Türkiye'nin de başına belaydı. Sonra IMF, birden buharlaşıverdi, önemsizleşti. IMF'nin nereye kaybolduğunu merak ediyorsanız, peşinen söyleyelim: Occupy Hareketi öncesinin mücadeleleri sonucu etkisini yitirmiştir.
Önce, Üçüncü Dünya'nın "Borçlanması" aşamasında IMF'nin nasıl bir rol oynadığından bahsetmeliyiz. Çünkü bu kurum, neoliberalizmin para terörünün nasıl işlediğini göstermesi bakımından ibretlik bir örnektir. IMF, borcunu ödeyemeyen ülkelere "finansal yaptırımlar" uygulama mekanizması gibi çalışıyordu. Borç ödemek için devletlerin birçok sosyal-devlet fonksiyonunun özelleştirilmesi öneriliyordu, mesela tarımın sübvanse edilmesine son verilmeliydi vs. Ülkelerin stratejik tahıl depolamaları gibi eski politikalar terkediliyordu. Devlet, eğitim ve sağlık hizmetlerinden çekiliyordu. Ve bütün bunlar, borç ödemek için yapılıyordu. Kisacası, borç ödemek için devletler, gidrlerini küçültmek zorunda kaldılar. Sonuç, korkunç bir fakirleşme oldu. Daha kötüsü, bir matah sayılan özelleştirmeler artıp fakirler özel sektörün pençesine düştükçe, sağlık ve eğitim hizmetlerinden dışlanmaya başlayınca, umutlarını da yitirmeye başladılar. Graeber, bu durumdan, neoliberalizmin yayıldığı borç atmosferini sorumlu tutuyor.

Occupy Wall Street Hareketi'nin özgün mücadele yöntemleri, hedefleri ve yeni düzen önerileri...
Bu listenin başında, Üçüncü Dünya Ülkelerinin bütün borçlarının silinmesi talebi geliyor ve yeni bir talep değil. Occuppy Hareketi'nin daha öncesiyle ilgili olmasına rağmen, konuyu listenin başına koymamızın nedeni, bu konuda yapılan mücadelelerin etkili olması ve IMF'nin devletlere "Borçlarını yeniden yapılandırma paketleri" dayatamayacak hale gelmesidir. Tabii IMF'nin etkisini yitirmesi, sadece birileri yürüyor diye gerçekleşmemiştir. Çok basit sloganlar ve hap haline getirilmiş fikirler, zengin ülkelerin halklarına ve borç alan ülkelerin Hükümetlerine sirayet etmiştir.
Graeber ve Occupy Hareketinin taleplerinden biri parasız ekonomi. Paranın nasıl işlediği anlaşıldıkça, parasız ekonominin nasıl işleyebileceği konusundaki fikirler de daha görünür hale geliyor. Bu, aynı zamanda, "borçsuz ekonomi" demek. Borçlananlar ekonomisinin eşitsizlik ürettiğinin anlaşılması, 5000 yıllık tarih boyunca yapılmış bir hatanın düzeltilebilmesi için de bir fırsat sunuyor. Bu, gerçek anlamda tarihi bir olay! 2008'de başlayan krizi önlemek için, devletin bizzat yatırım yapması, ekonominin demokratik yönetimi ve sosyal devletin yeniden inşası hedefleniyor.
Benim dikkatimi çeken ve Graeber'in söyleşilerinden birinde rastladığım ilginç bir konu, Postpolitika ve sistemi reddetmek anlayışını göstermek bakımından çok önemli.
Gazeteci, "Artık (sistemden) belli taleplerde bulunmayacak mısınız?" gibi bir soru soruyor. Graeber soruyu şöyle yanıtlıyor:
"Taleplerde bulunmaya başladığınız anda, güçsüzlüğünüzü de ifade etmiş oluyorsunuz, sistemin kuralları dahilinde geçerliliği (olan taleplerde bulunarak, sistemi) kabul etmiş oluyorsunuz. Taleplerde bulunmamak mükemmel bir şey. O zaman herkes, ne istediğinizi sorup duruyor. Ama, -sistem dahilinde- hiçbir talebiniz yok ki! Taleplerde bulunanlara ilgi, talepte bulundukları anda sönüyor."
Graeber'a göre Occupy Wall Street Hareketi'nin iki temel hedefi vardır ve bunlar şunlardır:
1. Varolan yolsuz iktidar ilişkilerini deşifre etmek. Bu hedefe odaklananlar arasında Anonymous ve özellikle WikiLeaks'in bulunduğunu unutmayalım. Ve, halkın sadece yüzde birinin geriye kalan yüzde 99'u borç ilişkilerini de kullanarak nasıl tam bir kontrol altında tuttuğunu halklara göstermek.
2. Gerçek anlamda yeni bir demokrasi kültürü yaratmak. Buna ben, "Doğrudan demokrasi" diyorum ve Sosyal Medya'da yükselen/olgunlaşan demokrasi türü de budur, Milletvekili/önder/mönder aracılığına gerek duymadan doğrudan kendisi konuşur, birlikte karar verir. Bu kültürün uç noktası Anonymous mantalitesi olmuştur. Yeni demokrasi kültüründe varolan ve onu eski "Parlamenter Postdemokrasi"den ayıran temel özellik: Finans kapital ve iktidar odaklı siyasetin birleşip bir olduğu (füzyon) bir yapı olmadan da demokrasinin mümkün olduğunu halka göstermektir.
Kısacası: Neoliberal dönemlere özgü, Finans kapital ile (ekonominin motoru ile) yolsuz iktidarların (Korruption/corruption) bir ve aynı şey haline gelip, sistem içi muhalefetlerin tutunamadığı bu oyunu "Demokrasi" ilan etmelerini reddedip, bunlar olmadan da demokrasi olabileceğini halka göstermek/öğretmek. İşte bu, Sosyal Medya'da halen yaşanmakta olan bir proses.
Graeber, bu iki hedeften birincisine ulaşıldığını söylüyor, ikincisine ulaşılmasının da zaman meselesi olduğunu ben söylemek istiyorum. İkinci hedefe ulaşıldığında, şimdi ortalıkta dolaşan "Demokrasi gülü" yolsuz/yandaş politikacılara gerek kalmayacaktır, yani halk bankacılar falan da dahil olmak koşuluyla bunların topuna birden, "Siz kimdiniz, ortalıkta neden dolaşıyorsunuz, lacilerle daha mı iyi hırsızlık yapılıyo" gibi sorular sorup onları şutlayacaktır ve paraları/pulları zihniyetleriyle beraber ilelebet tarihe gömecektir.