'İdeoloji' denen format ve ideolojileri aşmak





B
azı kavramları kullanmak o kadar doğal geliyor ki insanlara, sanki bu kavramlar binlerce yıldır kullanılıyormuş, onlarsız olunamazmış gibi olunabiliyor. Daha kötüsü, bu kavramların anlamlarının, tartışmasız monolitik doğru/yerinde şeyler sayılması. İdeoloji böyle bir kavram. Elli yıl öncesine kadar her Türkün aşina olduğu, evlerin demirbaşı mangal örneği gibi birşey. Artık köy evlerinde bile mangalla ısınılmıyor, o eskidendi. Şimdi mangal piknikte, bahçede veya şehirlilerin evlerinde nostaljik bir süs malzemesi olarak kullanılıyor. Ama çok uzun süre hayatın içinde tartışılmaz bir yere sahip olduğu için, bir hayalet gibi hayatımızda yaşamaya devam ediyor. “Mangal gibi yürek” veya “Mangalda kül bırakmamak” gibi deyimleri, malganda bir kez bile ısınmamış herkes bilir. İdeoloji de böyle mangal tipi, yeni hayaletleşmiş -bilinç altına geçiş yapmış- kavramlardan biri. İdeoloji, birçok anlama sahip bir kavram.
İstisnasız herkesin “Demokrat” olduğu, herkesin sonsuz laf hürriyetine sahip olduğu, ama o düşüncesini gerçekleştirme mekanizmalarının birer birer ortadan kaldırılıp işlevsiz hale getirildiği neoliberal post-demokrasilerde ideoloji, en sevilen avuntu/laf malzemelerinden biri. (Jacques Ranciere'e göre Post-Demokrasi, “herşeyin hareket etmesine rağmen artık hiçbirşeyin değişmediği”, bir tür şekilsel demokrasiye verilen addır. İçiçe geçmiş neoliberal para eliti ile siyasi iktidar tarafından, tek elden yürütülür. Muhalefet, sistemin motoru olan finans kapitalden/ihalelerden dışlandığından etkisizdir. Bu nedenle asıl muhalefet mesela özellikle İtalya'da ve Türkiye'deki örneklerinde olduğu gibi, kısmen yargı veya başka devlet kurumları tarafından üslenilir. Konu hakkında bkz. Jacques Ranciere “Das Unvernehmen” 2002 ve Colin Crouch'un kült kitabı “Post-Democracy” 2004)

Ama önce; çok önemsenen, çok büyümsenen, yakın zamanlara kadar uğrunda işkencelerden geçilen ve o haliyle o zamanlar bile yanlış anlaşılmış bir kavram olduğuna değinmeliyiz 'İdeoloji'nin. Ve 'İdeoloji' kavramını aşmaktan bahsederken, onu neden aşmak zorunda olduğumuz üzerinde de durmak zorundayız. Karmaşık gibi görünen en özel durum ise kısaca galiba şudur: Nasıl Mustafa Kemal'den bir Kemalizm ideolojisi imal edilmişse, ondan önce Marx'dan da bir Marksizm ideolojisi imal edilmiştir. İkisi de haksızlıktır. Hele Marx'ın adından bir “İdeoloji” imal edilmesi “-E pes” dedirtecek bir durumdur. Çünkü Marx ideolojiyi tamamen başka birşey olarak tarif eder ve o ideolojiye karşı çıkar. En komiği de galiba şu: Kemalizm ve İslamizm dahil -bugün Türkiye'yi de ilgilendiren- bütün “çağdaş” ideolojilerin çıkış noktası, (Marx'ın mahkum etmesine rağmen) V. I. Lenin'in (Bolşevizm) ve esasen Josef Stalin'in (Stalinizm) kurduğu “Sol İdeoloji” anlayışından kopya “ideoloji” formatı/anlayışıdır. Ve Marx'ın çok iyi tarif ettiği gibi 'ideoloji', kapitalizme ve kapitalist yaşam biçimine sahip toplumlara özgü bir formattır. Marx'ın tarif ettiği 'ideoloji' kavramı, bireylerin (kapitalist) yaşam biçimlerinden yola çıkarak, "hakim sınıfların" (kapitalistlerin) düşüncelerinin halka malolması anlamında kullanılır. (Bugün bu "hakim sınıflar" kavramının ve "sınıflar"ın 'Ne?' demek olduğu konusu, sınıfların içiçe geçmeleri açısından tartışmalı bir konudur) Yani kısacası 'İdeoloji', halkın kapitalistlerden çok kapitalistci, kraldan çok kralcı hale gelmesi ve bunun pek de farkında olmaması durumudur. Marx bu acaip durumun da paraya/mala/metaya tapılması (fetişizm) benzeri bir durum sayesinde gerçekleitiği üzerinde durur. Marx'ın anladığı ideoloji, bir toplumsal yanılsama durumudur. Buradaki 'yanılsama' konusunu Marx, ideolojinin ilk tarifinden almıştır. Marx, paranın “gücü” ve “büyüsü”nden bahsederken de bu 'ideoloji tarifi'ne yaslanır. (Bkz. Marx-Engels Temel Eserler, MEW C.23, s.107)

Marx'ın temel fikirlerine aykırı Sol “ideoloji” anlayışı ise, ortodoks Marksizm-Leninizm'in “Bilimsel Sosyalizm” konteksine gizlenmiştir ve “İşçi Sınıfının İdeolojisi” şekliyle olumlu ve bilimsel bir şey gibi gösterilmeye çalışılmıştır. O haliyle Sol ideolojiden, siyasi iktidarın ele geçirilmesi için gereken “başarılı pratik”in çıkarılması amaçlanmıştır. Sol İdeolojinin amacı, oradan devamla (ideal) sınıfsız toplumun kurulmasıdır. Bu genel şablon, daha sonra, İslamcı/Hristiyancı ideolojiler de dahil olmak üzere çeşitli ideolojiler arafından aynen devralınmıştır. Amaç şekli bile fazla değişmemiştir: Sosyalistler sınıfsız (mükemmel) toplumu amaçlarken, mesela İslamcılar (ve bütün diğer dinci ideolojiler) de dinin bozulmamış köklerine dönmeyi amaçlayıp, dinin günümüze kadar geçirdiği değişmeleri ve yaşanmış dönemleri, “bozulma” diyerek reddetmişler ve ilk katışıksız (mükemmel) topluma dönüşü amaçlamışlardır. (Pratik deneyimleri red tavrı Sol ideolojide de vardır. Onlar da çeşitli ülkelerde yaşanmış tüm Sol tecrübeyi, bozulma olarak tanımlayıp reddetmek eğilimindedirler. Genellikle bir tek Lenin'in kısa ilk/devrimci dönemini “bozulmamış sosyalizm” saymışlardır vs.

Yeni birşeyler kurabilmek için ille de “bir ideoloji”nin gerektiği düşüncesi, eski moda birçok -iyi niyetli!- insan için dünyanın en doğal şeyi olmaya devam ediyor. Ama bu yazının sonda söylemek istediğini şimdi söylememiz gerekirse: Galiba bundan sonra sahiden yeni birşey yapabilmenin/kurabilmenin ilk şartı, ideoloji formatını aşmak olacaktır. Bugün anladığımız anlamda ideolojilerin ortaya çıkıp etkin olduğu dönemlere şöyle bir bakarsak, o dönemlerin, milli/ulusal kapitalizmin (ve kısmen, aynı zamanda sosyalist/kooperatist kapitalizmin) dönemiydi diyebiliriz. Kapitalizmin son neoliberal döneminin ideolojileri ise ağırlıklı olarak dinci ideolojiler olmuştur. Elbette burada küflü konserveleri açmak ve Lenin'le Stalin'le uğraşmak falan istemiyoruz, ama 'ideoloji' deyip de bu iki "Beyefendi"den bahsetmemek maalesef mümkün değil. Bu abes duruma değinen Karl Korsch, "Marksist ideolojinin Rusya'daki tarihi" ("Zur Geschichte der marxistischen Ideologie in Russland") başlıklı yazısında buna değinmiştir -hem de daha 1932 yılında, Hitler'in henüz iktidara gelmediği Berlin'de. Şimdi konuyu baştan alırsak:

İlk haliyle ideoloji, Fransız filozof Destutt de Tracy tarafından 1796'da tanımlanmıştı. Fransız İhtilali'nin o hızlı yıllarında bir araya gelen ve daha sonra 'İdeologlar' diye adlandırılan ve 'İdeologlar' diye adlandırılan filozofların amacı, hayal/tahayyül ve algılamaların tek tip ifadesi bilimi gibi birşey kurmaktı ve bu projeyi ifade etmek için 'İdeoloji' kavramını seçtiler. Ansiklopedistlere dahil olan bu filozoflar grubu, düşüncelerin nasıl ortaya çıktığını araştırmakta ve dile aşırı önem vermekteydi. Aralarından en ünlüleri Desutt de Tracy'nin dört ciltlik eserinin ("Éléments d'idéologie." Paris 1801/15) ağırlıklı bölümü siyasetle değil, dil ve gramerle ilgilidir. Onun yazdığı/tanımladığı 'ideoloji'nin özelliklerine bakınca, -bugün de anlaşılan haliyle- ideolojinin bazı temel özelliklerini görmek mümkün. Herhalde buraya şöyle özetleyebiliriz.

1. İdeoloji, tek-tip düşünme/algılama biçimi oluşturmaya çalışan duygu ve düşünce kalıpları bütünüdür. (Ve bence tek-tipçi olması bakımından -uzun vadede- insan doğasına aykırı bir formattır.)

2. İdeolojinin ilk hedefi, genellikle, bu ilk çarpık özelliğini mümkün olduğu kadar geniş bir kesim arasında yaymak olmaktadır.

3. İdeoloji, Aydınlanma (ve/veya kapitalizm) kökenli bir formattır.

4. İdeolojik yaklaşımın, diğer rasyonal/bilimsel anlayışlardan farkı, emosyonal/duygusal alanı reddetmeyip, onu kendi konteksi içinde değerlendirebilmesidir.

5. İdeologlar, idollere de önem veriyorlardı ve mesela bilimin idollere ihtiyacı olduğunu düşünüyorlardı. Kişilerin kültleştirilmesi, bu özelliğinden gelmektedir. Francis Bacon ve René Descartes, idolleri ve duygusallığı reddederler. Rasyonalizm duygusallığı reddeder ve bugün bilime hakim olan soğukluğun temel nedeni de, ilk rasyonalcilerin ideolglarla olan bu kesin “farklılık”larıdır.

6. İdeologlar, özgürlüğü en önemli değer saymışlardır. O dönemde Avrupa'yı ve dünyayı “fethetmekle” meşgul Napoleon Bonaparte'ın özgürlüğe değil askeri itaate ihtiyacı olduğu için, ideologların düşüncesini “yararsız, pratiğe yabancı bir kavram” diyerek küçümsemiştir. Sadece o değil. Fransız İhtilalinin en önemli filozofları da Napoleon'un tarafını tutmuşlardır. Francis Bacon'a göre 'İdeoloji' “bir yanılgı”dan başka Bir şey değildir ve “gerçeklik, ideolojinin çizdiği sınırın ardında/ötesinde bulunmaktadır.” Hem doğru hem yanlış sözler.

Bugün, Bacon'un sözlerinin doğru olduğunu söyleyebiliriz. Ama o sözlerin söylendiği Napoleon döneminde, ideoloji fikrinin, Aydınlanmanın soğuk rasyonalizminden ve Napoleon'un kitlesel modern fetih savaşlarından çok daha insancıl ve sempatik olduğunu söylemek gerekiyor.

İdeolojinin bugün için en zararlı yanı, tek tipçi yanıdır ve şekilci post-demokrasilerde de, en yaygın haliyle bir tür tek tip “demokrasici ideoloji” şeklinde kullanılmaktadır. İdeoloji, tek bir siyasi hedefe odaklanmak için en yaygın ve etkili biçimde Bolşevizm, Stalinizm ve Nazizm tarafından kullanıldı. Bunlar demokrasiye de karşıydılar. Günümüzde demokrasiye karşı olmak bir tür “matematiğe karşı olmak” türünden “absürdlük” sayıldığından, tüm ideolojiler de “demokratik” sıfatını taşımaktadır. İdeolojik türde, yani mesela “herkesin aynı siyasi bakış açısına sahip olduğu türde”, sadece düşünce kalıplarıyla “düşünülen” anlayışın aşılması, aynı zamanda kapitalizmin yıkıcı yanının aşılması ile ilgili bir durumdur.

İdeoloji, insanın sistemi aşması için gereken en önemli özelliğini dumura uğratabilen tehlikeli bir şey olmayı sürdürüyor. Tehlike şudur: İdeolojiler, yukarıda saydığımız altıncı özelliğine göre, “özgürlükçüdür” değil mi?!.. Tüm ideolojiler, doğaları gereği özgürlük için mücadele ederler! Ama tek-tip bir düşünce biçimiyle mücadelesi verilen özgürlük, sırf tek tip düşünce ile erişildiği için sadece kölelikle (tek tip haline gelmekle) son bulabilir. Tek tip bitki -mesela muz- ekilen bölgeye 'doğa' değil, muz plantajı diyoruz. Böyle ülkelerde de 'muz cumhuriyeti' diyebiliriz! İnsanı tektipleştirmek -ki kapitalizmin para ilişkileri üzerinden yapmayı amaçladığı da zaten özde budur- en hin köleleştirme ve vasatlaştırma yöntemidir. Galiba en doğrusu, farklılıkların birbirini tamamladığı, kısıtlamaları ve tektipliği (ve tabii kutuplaşmayı) reddeden özgürlük durumudur.

Gönümüzde, dünyanın tamamen yeni kalitedeki tehlikelere doğru ilerleme ihtimallerinin bulunduğu bir zaman diliminde en doğru tutum; ideolojik yaklaşımları dışlayan çoklu düşüncelerin dayanaşarak (birbirine tahammül ederek) ve birbirini tamamlayarak birarada varolmasıdır. Ayrıca günümüz dünyası hızla tek tek düşünce kalıplarıyla açıklanamayacak bir karmaşıklık sergilemekte, konulara yaklaşırken farklı bakış açıları bazen aynı anda gerekmektedir. Zor zamanları, vasatlık üreten dar/tek fikirli anlayışlarla aşmak her zaman muazzam felaketlere neden olmuştur. Örneğin Çin'in tek adamı Mao Zedong döneminde 1958'de başlayan Çin'i hızlı modernleştirme kampanyası “İleriye doğru büyük adım” (“da yue jin”) kampanyası 1961'e kadar sürmüştür ve bu süre içinde zorunlu endüstrileşme ve kitlesel endüstriyel tarım denemeleri nedeniyle yaklaşık 20 milyon insan hayatını kaybetmiştir. Bu, İkinci Dünya Savaşı'ndaki insan kaybından daha fazladır -ve bu özelliğiyle nedense hiç dikkat çekmemiş, sorgulanmamıştır! İdeolojiler, özellikle bugün bildiğimiz anlamdaki haliyle insanlara her zaman felaket getirmiştir ve getirmeye devam etmektedirler. Şu anda son demlerini yaşayan neoliberal ideolojiler de, tek tipleştirmeyi hedefledikleri toplumlar/çevreler ile ülkelerine sadece felaket getirebilirler. İdeoloji anlayışını ve bugünkü hakim tanımını aşmanın en önemli yanı ise gelecekle ilgili önemli bir duruma işaret eder: Kapitalist sistemin ve onun paraya/mala tapan yıkıcılığını el birliğiyle aşmak için, bunu tasavvuretmek/tasarlamak için, 'ideoloji' formatını ve anafikrini aşmak gerekiyor.

Biraz daha derine inip bakarsak, bugün artık “normal” sayılan, ama aslında klasik anlamda (Aydınlanmacı ve kökkapitalist) ideolojik yaklaşımla ilgili bazı özelliklere de dikkat çekmemiz gerekebilir. İki tanesini buraya alalım:

-Kendi içinde çelişmemek zorunluluğu. (İdeolojik yaklaşımla ilgili, bir yeni “doğru”dur... Eski “doğru”ya göre; Örneğin günlük hayat ve sezgisel algılama çelişebilir. Günlük hayatın reel gerçeği ile söylencelerin/inancın/sezginin irreel gerçeği çelişir görünebilir.)

-Olayların en reel/gerçekçi şekliyle yansıtılması anlayışı. (Bir tek gerçeğin varolduğu, onun da materyalist/maddi gerçek olduğu varsayımından yola çıkan yeni “doğru”... Aslında tasavvurlar/hayaller da bir “doğru” türüdür, ikisi birbirini tamamlarlar.)

Tıpkı kapitalist yaşam biçiminin insanı derinlemesine kuşatması gibi, ideolojik bakış açısı da insanı derinlemesine kuşatmıştır. Ve bunların aşılması, aslında insanın gerçek (rasyonel ve irrasyonel) anlamda özgürleşmesi ile ilgili bir durumdur.

Bu açıdan yaklaştığımızda, sistem insanının “normal” sayıp kendini içine hapsettiği para/iş odaklı tüketici yaşam biçimine ek olarak bir de mesela siyasi ideolojiler gelmetyedir. Bu, ideoloji üzerine ideoloji demektir ve siyaset bilimci Kurt Lenk tatafından yapılmış özel bir tanıma sahiptir. Lenk, 19'uncu ve 20'inci yüzyıldaki -bildiğimiz türden- ideolojileri dört ana katagoriye ayırıyor.

1.Kendini haklı çıkarmak üzerine kurulmuş tek tip düşünce kalıpları toplamı. Bunların ilk ve en sağlam örneği, bilimin tartışılmaz gerçek/doğru sayılması ideolojisidir ve bu haliyle Marx'ın yaptığı 'Sistem insanının ideolojisi' ile de ilgilidir, onun daha da abartılı katmerli halidir.

2.Tamamlayıcı ideolojiler. Bu ideolojiler, insanlardan belli fedakarlıklar bekleyen ideolojilerdir.

3.Belli gerçekleri gizlemek için kurulan ideolojiler. Lenk bu ideoloji türünün, mutlaka bir düşman tipolojisine ihtiyaç duyarak toplumu kamplaştırdığı, asıl toplumsal sorunları konuşmaktan kaçındığı ve asıl amacını gizlemek için suni düşmanlıklar yaratıp onları kullandığını söylüyor.

4.Ve insanların duygularına hitab eden ideolojiler. Burada da dost-düşman ayrımına sık rastlanıyor. (Bkz. yazarın ”Wo die Mitte ist” adlı kitabı). Tabii bunların kombinasyonları da söz konusu.

İdeolojiler devri kapanıyor. 20'inci yüzyıldan günümüze sarkan ideolojilerin sonuncuları da, neoliberal kapitalizmin ideolojileriydi. Bunların Bin Laden ve W. Bush tarafından temsil edilen İslamcılık/Hristiyancılık ideolojisi, “Medeniyetler Savaşı” (veya “Barışı”) adı altında, (sistemin onmaz gerçeklerini gizlemek amaçlı) bir düşmanlık/kamplaşma ideolojisi olarak yaşandı. Dinci ideoloji, etkisini önemli ölçüde yitirdi. Ondan önce, sonradan modernleşmeyle ilgili mikro-milliyetçi ideolojinin etkisini yitirdiği görüldü. Neoliberalizme has, ulusal sınırlar ötesi sanal para trafiği ve güçlenen diasporalardan beslenen bu ideoloji türü de, 2008 krizinden sonra hızla güç kaybetti. Şimdi ulusal sınırların yeniden önem kazanmasıyla birlikte yeni bir milliyetçi ideoloji türünün yükselmesi ihtimal dahilindedir. Fakat eski tip milliyetçi/ulusalcı ideolojiler devri kapanmıştır. Artık, ideoloji sonrası bir döneme giriliyor ve güzel sürprizlere hazır olmak için birçok neden var. -Yeter ki birbirine tahammüllü, saygılı olunsun, her düşüncenin ve düşünce türünün, şimdi hiç ummadığımız/beklemediğimiz sorunlara çare olabileceği ihtimali unutulmasın. Tek tip düşünceler ve onların tek adamları çağı, bir daha geri gelmemecesine kapanıyor. Özgürlüğün, tamamlayıcı farklılıkların, yüksek kültürün, postkapitalist uygarlıkların ve insani/kutsal değerlerin yükseliş çağı açılıyor.