Günümüzde çok revaçta olan 'Sürdürülebilirlik' kavramı, veya moda tabiriyle 'Sürdürülebilir büyüme'; yeraltı/yerüstü kaynaklarını, gelecek kuşakların yaşam olanaklarını tehlikeye atmadan tüketerek ekonomik büyümeyi sürdürmeyi hedefliyor. Ele alınış biçimiyle, yeni bir tür ideolojiyle karşı karşıya olduğumuzu bile söyleyebiliriz.
1992'de yapılan ve ana teması 'Sürdürülebilir Kalkınma' (Nachhaltige Entwicklung / sustainable development) olan Rio Konferansı, daha sonraki tüm benzeri Birleşmiş Milletler (BM) konferanslarını derinden etkilemişti ve BM'in dünyaya yaklaşımındaki temel düstur 'Sürdürülebilirlik' olmuştu. BM Kalkınma Komisyonu'nun 1987 yılında yaptığı tarife göre, “Günümüz kuşağının, gelecek kuşakların gereksinimlerini karşılayabilecekleri koşulları tehlikeye atmadan kalkınması” anlamında kullanılıyor. İlk kez 1713'te, ormanların ekonomik kullanımıyla ilgili kuralları anlatmak amacıyla Carl von Carlowitz adlı bir ormancı tarafından ortaya atılan 'Sürdürülebilirlik' kavramı çok sonra İngilizceye çevrilmiş. İlk haliyle sürdürülebilirlik, ormanın asıl/öz varlığını tüketmeden, ormanın sadece serpilip büyüyen kadarını kesip o kadarından yararlanmayı öngörüyordu.
Bugünkü 'Sürdürülebilirlik' düşüncesi, 'Üç ayaklı model' (Tripple bottom line / 3BL) diye de adlandırılıyor. Tarifi de en kısa haliyle, 'insan varlığının ekonomik, çevresel ve sosyal boyutta geleceğe doğru gelişmesinin sürdürülebilirliği konsepti' diye özetlenebilir. Petrol şeyhinden çevrecisine kadar istisnasız herkese hitab edebilen ve “insanlığı” kurtarmak gibi ulvi bir perspektife de sahip bir kavram. Sosyal hayattan ekonomiye, oradan çevre ve atmosfere kadar -tek bir düşünce temelinde yaklaşıp tanımladığı- dünyaya/insana/hayata müdahale edebilme hakkını kendinde görebilen bir tür ideoloji. İlgilendiği ve müdahale etmeyi düşündüğü alan itibariyle tarihte şimdiye dek eşi benzeri görülmemiş bir kapsama alanına sahip. Daha önce, istisnasız herşeyi kapsayan benzeri tek örnek, ortaçağ kozmolojisidir.
Sürdürülebilirlik öyle kapsayıcı ve haklı bir tınıya sahip ki, itiraz etmek hiç de kolay değil. Ama havaya-suya kadar herşeye karışabilen, üstelik onları kullananların takdir hakkını kurnazlıkla ellerinden alarak yerel/kültürel/ailevi özelliklerini gözardı edebilen bir düşüncenin sorgulanması gerekiyor. Sürdürülebilrilik, şu andaki düzeni/sistemi çevreye uygun hale getirip sürdürmeyi amaçlıyor. Bunun mümkün olup olmadığını hiç tartışmadığı gibi, bu konuda gelecek kuşakların adına konuşarak onların geleceğini de ipotek altına alıyor. Bu haliyle, sistemin kendi kendine sınırlar koyarak çevreyi kirletmeyi durdurması konusundaki kesin başarısızlığının Kyoto Konferansı'nda tescillenmesi üzerine yeni ikame edilmiş bir tür avuntu gibi duruyor.
1796'da Fransız filozof Destutt de Tracy tarafından ilk kez tanımlandığı şekliyle ideoloji kavramı, dünyada tek tip bir fikirler bilimi kurmak projesi ile ilgiliydi. Kısaca, 'dünyaya tek tip bakış açısı' çerçevesinde kullanılan ideoloji kavramı, Sürdürülebilirlik fikrine ve uygulamasına hiç de uzak durmuyor.
'Sürdürülebilirlik' tarifi 1992'de önemli bir değişiklik geçirerek, daha teknokratik bir tını kazandı. Buna göre, Papua ormanlarında avlanan yerlilerden Batılı büyük şehirlerde yaşayan tüketiciye, çölde su kuyusu açan Afrikalıdan boğa güreştiren Güneyamerikalıya kadar herkesin hayatındaki sürdürülebilirlik vaziyetlerine en iyi bilim adamları karar verebilir! Bu konuda demokrat değil. Sosyal, inançsal, etnik, kültürel ve hatta ailevi ilişkileri ikinci plana iten, demokrasilerin bireyin özel hayatını koruyan ilkelerine alenen ters düşebilen yeni sürdürülebilirlik anlayışı; insanların hayatına her alanda müdahale hakkını, ideoloji terimine ilk ilhamı vermiş bilime tanıyor. Bugünün dünyasında bilim, genel kabul gören, herkesin inanp güvendiği bir şey olduğundan, bilimin sürdürülebilirlik konusundaki takdirine itirazsız herkesin boyun eğmesi bekleniyor. Sistemin çevreye uygun bir şekilde sürdürülebilmesi için kararlarına itirazsız itaat bekleyen aynı bilim, çevrenin mahvına neden olan sistemin sürekli büyümeye odaklı temel düsturunu hiçbir bilimsel sorgulamaya tabi tutmuyor. Bu haliyle asıl sorunu gözden kaçırıp gizlediği gibi, geniş kapsama alanı nedeniyle özgürlükçü alternatif görüşler oluşturulmasını da engelliyor. İnsanların kendilerinin, kendi yerellerinde birşeyler yapmasına izin vermeyip tek tip “çözüm” tarzında ısrar ediyor. Özgürlükçü bir yaklaşıma sahip olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Sürdürülebilirliğin en büyük yanlışı ise, insanı -hem de geleceğin kuşaklarını da kapsayacak şekilde- bir 'homo oeconomicus' olarak tarif etmesi. Bu insan modeli, esasen kendi maddi çıkarlarıyla ilgili, sadece rasyonel bazda düşünüp hareket eden, doğayla ilişkileri yararcılıkla sınırlı, klasik ve neoklasik kapitalist ekonominin tipik tüketicisine tekabül ediyor. Sürdürülebilirlik anlayışının mantığına göre insan, gelecekte de “sınırsız” bireysel maddi ihtiyaçlarını karşılamak için yaşayacaktır ve sırf bunun için yakıp kavuracağı saçıp savuracağı yeterince yeraltı/yerüstü kaynağı geleceğe de kalmalıdır! Ancak kalması garantilendiği takdirde dünya, uygun bir şekilde yağmalanmaya devam edilebilir! Küreselleşen dünyada bütün küçük sistemlerin birbirine bağlı olması da, sürdürülebilirlik adına heryere ve herşeye karışanilmenin gerkçesi olarak sunuluyor. Sürdürülebilirlik anlayışı, özde yeni birşey olmadığı gibi, bilimi de alet ederek, yeni ve yapıcı olan başka düşünceleri dışlıyor. O düşüncelerden biri şu: Doğa, insanın bencil yararcılığı adına talan edilecek bir yer değildir. Bir diğeri de şu: Sistemin büyümeye odaklı karakterini, yani para/iş sistemini (ve mal/meta fetişizmini) kökten değiştirerek postkapitalist bir dünya kurmak ve çevre talanını tamamen durdurmak mümkün.
Sürdürülebilirlik projesinin kapsamı, tarihte benzersiz ölçüde olunca, bütçesi de yüksek tutuldu. Sürdürülebilir gelişme projeleri için 2002'de Johannesburg'da yapılan toplantıda, 2015'e kadar 980 milyar Dolarlık bir bütçe öngörüldü. Tabii bu paranın nereden bulunacağı bir muamma olmayı sürdürüyor. 2008 krizinden sonra dev bankaları kurtarmak için, nereden serbest bırakıldıkları kısmen başka bir muamma olan bir trilyon Dolar harcanmıştı. BM'in küresel Sürdürülerbilirlik projeleri için bir trilyon dolara yakın parayı ikinci bir kez bulmak hiç mümkün görünmüyor. Ayrıca, projenin işlemesinin sadece paraya bağlı olmadığı da her geçen gün daha iyi anlaşılıyor. Çünkü sürdürülebilirlik düşüncesine karşı itiraz sesleri artık daha gür çıkıyor.
Sürdürülebilirlik, sistemin gelecekte de artan boyutlarda kriz üreteceği anlaşılan derin çelişkilerin artık bilincinde olan Avrupalı/Amerikalı/Asyalı orta sınıflara bir tür hayal pazarlıyor. Ve en çok bu sınıfların işine gelen statükonun çevreyi bozmadan, birkaç makyajla aynen sürdürülebileceği ham hayalini işliyor. İnsanların vicdanına seslenerek, piyasa mantığı içinde düşünülmüş sürdürülebilir gelişme projelerine angaje ederek rahatlatmaya çalışıyor. Ama sistemin temel karakterini değiştirmeden sürdürmek hızla zorlaşıyor. Gerçeklerden kaçmaktan ne kadar çabuk vazgeçilirse, gerçek çözümler de o ölçüde çabuk ortaya çıkıp etkili olabilirler. İnsanlığın kendini ve doğayı sürdürülebilmesi için herşeyden önce galiba, kapitalist yaşam tarzını gözden geçirmesi ve daha çok para/iş peşinde koşuşturmayı bırakması gerekiyor.