İslamcılık devrinin finali ve Türkiye'nin mental dönüşümü

Rusya Suriye'de IŞİD'e ve ondan pek farkı olmayan El Kaide türevi İslamcılara vurdukça Ankara'dan ses geliyor. Türkiye'nin kendine şirk/ortak kabul etmeyen -ilahi tek doğrunun sahibi- teolojik argümanlara sahip muktedir politik odağı, Rusya'dan şikayetçi ve şaka gibi gerekçelerle Rus saldırılarına karşı çıkıyor; mesela Rusya'nın Suriye'yle sınırının olmadığı üzerinde durabiliyor. Hâlâ Suriye'de tampon bölge kurmaktan bahsediyor. Bu haliyle ciddiye alınması oldukça güç görünüyor.
    Rusya'nın Suriye'ye 150 bin asker gerirmesinden ve İran ordusu ile Lübnan Hizbullahı'nın kara operasyonlarına başlamasından önce Rusların ilk Rakka saldırısıyla IŞİD'in "başkenti"nde vurulmasının yarattığı panik havası gizlenemeyecek kadar büyük IŞİD saflarında. Anlaşılan "danışıklı dövüş"e alışkın IŞİD bu kez karşısında gerçek bir düşman buldu ve panikledi -Suriye'den gelen haberleri ancak böyle yorumlayabiliyoruz. Zira onca Amerikan uçağı sortisine rağmen büyümeye devam edebilen IŞİD'in paniklemek için Rusları beklediğine inanmak kolay değil. Ve beklediğimiz gibi İslamcıların hakkından Rusya'nın kurduğu koalisyonun geleceği görülüyor. Ama IŞİD'in arkasındaki "güçler"in -kim oldukları şimdilik muğlak- kafa kesen islamcılık projelerinin iki tokatta yere serilmesine sessiz kalmaları beklenmiyor. Buradaki ilginç konu, IŞİD'i kimsenin açıktan savunmaya cesaret edemeyeceği gerçeği. Bu da Ruslara ve Rusların müttefiklerine önemli bir avantaj sağlıyor. Kısacası, "dostlar alışverişte görsün" tipi savaş sona erdi. İyi mi oldu? IŞİD'e karşı savaş bakımından iyi oldu ama genelde hiç de iyi olmadı.
    2012 yılı başından itibaren bu savaşın ne kadar önemli olduğunu ve önlenmesi için de Ankara'daki bakışın kökten değişmesi gerektiğini yazıyorum. Bunun için artık bir iktidar değişikliği gerekiyor, çünkü Türkiye dış politikada her türlü ölçüyü kaçırmış, güvenilirliğini yitirmiş görünüyor. Sonuçları şimdiden kötü. Yalnızlaşmış, ekonomisi hızla bozulan bir Türkiye. Bu arada toplumsal tarih de durmuyor. Türkiye'nin Değişim/Dönüşüm prosesi tüm hızıyla sürüyor. Bazıları "Ne oluyor, ne değişiyor, herşey aynı" diyebilir. Savaşta vurulan da önce acı hissetmez. Şimdi en hızlı dönemini yaşadığımız sürecin 2013 Martında başladığını ve Kasım başında önemli bir aşamasını sonlandırıp bir yenisine geçeceğini belirtelim. Olan şu: Türkler artıp pısıp sinmiyor, evrensel standartlara göre bir demokrasi istiyor ve evrensel normları sahipleniyor. Bu blog 2008'den beri -yani Değişim/Dönüşüm sürecinin başladığı dönemde- yayına girdiğinden beri "Evrensel yüksek değerlerin kayıtsız şartsız savunulması" ilkesin önemini ve "iyi" faktörünün nasıl işlediğini anlatmayı amaç edindi, çünkü Türkiye ve Türk halkı, Dünya'nın birinci sınıf ülkeleri/halkları arasına girmeyi çoktan haketti ve her türlü vasatizmin eski safralardan kurtulmanın vakti geldi.
    Türkiye, 1 Kasım seçimlerinden sonra hedefinde önemli bir aşamaya ulaşmış olacak. 2013 Baharından beri yaşanan, Türklerin beklentilerinin -Çağa uygun olarak- yükselmesi ve değişmesidir. AKP'nin şimdilik hiç bir anlayış işareti göstermediği ve bu yüzden önümüzdeki süreçte ANAP gibi tarihe karışma ihtimalini bizzat kendisinin yükseltmesnin üç temel nedeni bulunmaktadır. Bunların ilki, makro ölçekte 2008'den beri yaşanan sistem krizi, kimlikçi politikaların çöküşü ve sosyo-ekonomik bakışın geri dönüşüdür. Buna, paradigma değişikliği ve "Postkapitalist paradigma"nın etkisi diyoruz. AKP bu temel değişikliği anlamıyor ve eski neoliberal kimlikçi nepotist büyük (inşaat) projeleriyle ekonomiyi yapay bir şekilde hayatta tutabileceğine inanıyor. Bu hiç mümkün değil.
    İkinci neden, aslında temel bir mantalite sorunu. Çok vurguladım, tekrar edeyim: İslamcılar, benim şimdiye kadar gördüğüm en maddeci/maddiyetçi kesim. Bir önceki devrin parolası, "madde ve enerji"ydi. Yani üretim, üretemiyorsan yeni dev inşaat projeleri ve yolları yenilenmesi vs. Maddeciliğe can verenin de para odaklı yatırım görüntüsü olduğunu biliyoruz, bu kaba kapitalizmin ifadesi. Eskinin diğer konusu da, "Jeostrateji" dediğimiz garabet'in 19'uncu yüzyıldan bu yana uğraştığı ve haritabaşı "savaşçıları"nın çok önem verdiği 'Enerji' konusuydu. Madde ve Enerji, elbette şimdi de önemli, ama tayin edici önemde değil. AKP'nin göremediği ve "Beklentiler yükseldi" diyerek izah etmeye çalıştığı ama henüz anlayamadığı bu. Otobüsten başka ulaşım aracı tanımayan Türkler son on yıldır uçağa binmeyi öğrenmiş olabilirler, şimdi de uçaklarının saatinde kalkmasını istiyor olabilirler, ama asıl istedikleri bu mu? Bütün kavga bunun için mi, sadece daha iyi/düzenli madde ve enerji konuları mı? Hayır! Meseleyi sibernetik uzmanı Norbert Wiener daha 1990'lı yılların başında şöyle ifade etmişti: Ne madde, ne enerji. Enformasyonun taşıdığı bilgiyi asıl zenginlik sayan bir toplum. AKP'nin bunu anlayabilmesi için, Dünya'nın bugünkü devlerinin Google, Microsoft, Facebook, Twitter olduğunu ve neden böyle olduğunu anlaması lazım. Zenginliğin yeni kaynağı, iki temel sütun üzerinde yükseliyor: Eğitim (veya kendi kendiniğ eğitim) üzerinde yükselen fikir ve her türden yaratıcılık. AKP'ye yakın bir bürokratın geçtiğimiz yıllarda, "Biz keşif-icad yapamayız" dediği an, AKP'nin temsil ettiği ruh çökmüştü. Çünkü geleceğin birinci sınıf ülkelerinden/halklarından biri olmanın bugün ilk ve tek kriteri 'Özgürlük'tür, bu tabii önce fikir ve yaratıcılık özgürlüğüdür ve kendine kutsiyet bağışlayıp "şirk/ortak" ve eleştiri kabul etmeyen tekçi bir zihniyetin böyle bir çağda yaşaması bir yana, onu anlaması bile mümkün değildir.
    Üçüncü neden de bu tekçi zihniyettir. Tek elden, tek kişinin yönetimi, Başkanlık sistemi vs. Hepsi aynı tekçi zihniyetin ifadesidir. Hangi kutsiyetle tahkim edilirse edilsin, sözünü ettiğimiz bugünkü dönemde, bir kişinin yönettiği bir ülke olamaz. Bunu iyi anlamak gerek. Halklar kendilerine "önder" arayabilir, Türkler gibi "kişi odaklı seçmek davranış biçimi benimsemiş" de olabilirler. Ama Friedrich August von Hayek'in geçen yüzyılın ortasında kanıtladığı -ama pek kimsenin inanmadığı- gibi, bugün bir devleti, bir toplumu, yani çok karmaşık sistemleri, tek elden yönetmeye/planlamaya kalkmak, planlayanlarla birlikte, kurdukları sistemin çökmesiyle sonuçlanır. Günümüzün karmaşık sistemlerinin merkezi yönetimi giderek imkansıza doğru ilerlemektedir. Merkezi yönetim yerine, bir genel mantalite inşa etmek ve sistemin bireylerine kendi kendilerine düşünüp karar vermek imkanının tanınmasıdır. Yani bir tür yeni 'Ortak akıl' devreye girmek zorundadır. AKP'nin bugünkü haliyle bunu anlamasının da çok güç olduğu anlaşılıyor. Kısacası Erdoğan AKP'yi yönlendirmeyi bıraksa bile, bu parti 'Değişim/Dönüşüm' denen olayın derin niteliğini anlayacak durumda görünmüyor ve bu nedenle de İslamcılık çağının sonundan bahsediyoruz, çünkü konu sadece IŞİD'in yenilmesi ve AKP'nin 1 Kasım seçimlerinde daha da az oy almasından çok daha derin. Yeni bir çağ geliyor ve Türkler İstiklal Caddesinde basın özgürlüğü yürüyüşüne en ünlü gazetecileriyle katılarak, sürecin ilk önemli zaman dilimindeki sınavı başarıyla geçtiklerini gösteriyorlar. Şimdi ikinci dönem geliyor. Kasım 2015'de başlayıp 2017'de sona erecek ve üçüncü dönemden sonra sınav bitmiş olacak.