Dünya, geri dönülemez bir noktaya doğru hızla ilerliyor. Şimdilik, geleceğe dair en temel gerçek artık bilinemezlik ve öngörülemezlik. Geçmişte belirli kurallara dayanan küresel düzen, bugün pragmatizmi aşan, keyfî kararlarla şekillenen oynak bir yapıya dönüşüyor. Bu dönüşümün etkileri sadece yönetim mekanizmalarıyla sınırlı değil. Halk da aynı esnek ve kuralsız ilkeleri benimsediğinde, toplumsal dinamiklerin nasıl bir şekil alacağını tahmin etmek zor.
Teknoloji, bu sürecin en önemli aktörlerinden biri. Dijitalleşme ve yapay zeka, küresel iletişim ve bilgi akışını kontrol eden büyük şirketlerin elinde bir silaha dönüşmüş durumda. Örneğin, Google algoritmalarının bağımsız ve eleştirel elektronik medyaya karşı bir şekilde işletilmesi, günümüz teknolojisinin sahibinin keyfine göre işleyebileceğini gösteriyor. Benzer bir durum savunma sanayinde de geçerli. Ünlü F-35 savaş uçaklarının tedarik sürecinde yaşanan belirsizlikler ve uçakların uzaktan komutlarla işlemez hale getirilebilme ihtimali, teknolojiye sahip olmanın değil, onu bağımsız geliştirebilmenin esas mesele olduğunu gözler önüne seriyor. Bu bağlamda, ülkeler kendi teknolojilerini ve ekonomik sistemlerini geliştirmeye yönelik büyük bir dönüşüm sürecine girmek zorunda kalıyorlar. Yerelleşme, ekonomik ve stratejik bağımsızlık, artık bir tercih değil, zorunluluk hâline geliyor. Genç nüfusa sahip olmak ve güçlü bir sanayi altyapısı inşa etmek, yeni ve belirsiz dünyanın belirleyici faktörleri arasında. Ancak tüm bunlar, yönetim biçimlerini ve siyasi yapıların etkinliğini daha da kritik hâle getiriyor.
Son on yıldır dünyada giderek alttan alta daha fazla gündeme getirilen bir “fikir” var: “Demokrasiler, karar alma süreçlerini yavaşlatıyor; otoriter sistemler ise daha hızlı ve etkili sonuçlar üretebiliyor.” Bu söylem, demokrasilere karşı geliştirilen en derin eleştirilerden biri hâline gelmiş durumda. Oysa demokrasi, sadece bir yönetim biçimi değil, aynı zamanda fikir, sanat ve vicdan özgürlüğünü mümkün kılan temel bir zemin. Demokrasi olmadan, bugün modern hayatın sunduğu konfor, teknoloji ve kültürel gelişim de mümkün olmazdı.
Bu noktada tarihsel bir paralellik de dikkat çekici. Antik Yunan’da gelişen demokrasi ve sanat anlayışı, zamanla otokratik yönetimlerin ve dini otoritelerin etkisiyle dönüşüme uğradı. Demokrasi ve mükemmel antik Yunan heykelleri, bir süre sonra yerini krallıklara ve onların hükmü altında iki boyutlu ilkel minyatürlere, ikonalara bıraktı. Ancak sanat, eski Yunan estetiğini yeniden keşfetmekte nispeten hızlı davransa da, demokrasiye dönüş çok daha geç gerçekleşti. Şimdi Avrupa’da ve dünyanın çeşitli yerlerinde tekrar yükselen “Demokrasi gevezeliktir” anlayışı, insanlığı yeni bir avamlaşma ve ilkelleşme sürecine sürükleme tehlikesini de içeriyor.
Amerikan başkanının bile kendini bir kral saydığı günümüz dünyasında, demokrasinin iptali ve yerine otoriter yönetimlerin geçmesi ihtimali artık hayal değil. Ancak bu sürecin tersinin gerçekleşmesi daha mümkün. Küresel güç dengeleri değişirken, mülkiyetin sınırlandırılması, kamulaştırmalar ve kamu ekonomisinin güçlenmesi gibi post-kapitalist gelişmeler önümüzdeki yılların en dikkat çekici eğilimleri olabilir. Yani, bir yanda kralvâri otoriter liderler ortaya çıkarken, diğer tarafta halkın ortak ekonomik çıkarlarını gözeten yeni sistemler boy gösterebilir.
Bu esnada ütopyalar ve yeni nesil ideolojiler de şekillenebilir. Dış kontrolden sakınan yerel internet ağları, dev şirketlerin devlet müdahaleleriyle parçalanması, Çin’in Avrupa ile yakınlaşması türünden hiç beklenmedik geçici ve değişken ittifaklar kurması türünden gelişmeler, yakın gelecekte dünyanın nasıl bir yöne evrileceğine dair ipuçları veriyor. Ummadık ittifaklar, artık alışılmış jeopolitik senaryoların ötesinde, tamamen yeni ve öngörülemez ama instabil bir küresel dengeyi beraberinde getirebilir.
Sürpriz gelişmeler karşısında demokrasiyi küçümsemek, dünyada giderek yükselen liyakatsiz yönetim anlayışının daha da güçlenmesine yol açacaktır. Bugün alışkın olduğumuz modern hayatın temelinde, özgür düşünce ve sanatın önünü açan demokratik sistemler yatıyor. Bu nedenle, demokrasiye karşı geliştirilen her söylem, sadece otoriterleşmeye değil, aynı zamanda entelektüel ve kültürel bir çöküşe, vasatlaşmaya da zemin hazırlayacaktır. Öte yandan, modern dünyada din ve spiritüellik kavramlarının da birbirinden ayrılması gerekiyor. İyilik, anlam arayışı, meditasyon, dua ve inanç gibi unsurlar, bireysel bir derinleşme sürecinin parçası olabilirken, dinî otoritelerin toplumsal düzeni şekillendirmeye yönelik dayatmaları, farklı bir konu olarak algılanmaya başlandı. Bugün, din ile spiritüelliği ayıran yeni bir anlayış hızla yayılıyor.
Önümüzdeki yıllar, sadece siyaset ve ekonomi alanında değil, kültürel ve sosyal yapılar açısından da büyük değişimlere sahne olabilir. 2021 sonrası dünya, bugüne kadar alıştığımız sistemlerden daha farklı bir yöne evrilebilir. Yeni nesil politikacılar, geleneksel protokol kurallarına bağlı olmayan, daha doğrudan ve halkla iç içe olan figürler olarak sahneye çıkabilirler. Bu, belki de politikaya olan güvenin yeniden inşası için bir fırsat yaratabilir. Dünya büyük bir dönüşüm sürecinin eşiğinde. Teknoloji, ekonomi ve yönetim biçimleri, hızla değişmeye aday. Bu süreçte, demokrasinin değerini anlamak ve onu korumak, sadece bir siyasi tercih değil, aynı zamanda özgür, uygar ve adil bir dünya için temel bir zorunluluk.