Gerçeklerden kopuş ve halkın aptallaştırılması sorunu (14)


Gazete tirajları düşüyor, televizyonlar artık seyredilmiyor. Seçmenlerin politikaya olan ilgileri azalıyor ve kimse kendini siyasi partilerden herhangi biri tarafından hakkıyla temsil edilir hissetmiyor. Türkiye için de geçerli olan bu tür “yenilikler”in yanında Avrupa ülkelerinde seçimlere katılım da mütemadiyen düşüyor, kiliseye artık vergi ödemeyip Hristiyanlıktan çıkanlar, bazı Avrupa ülkelerinde halkın yarısına yakınını teşkil ediyor. Türkiye’de kaydı tutulmadığından, İslam’ı terkedenlerin sayısı ve oranı bilinmiyor, ama halkın bazı kesimlerinin dinden uzaklaştığı, artık bir sır değil. Eğitimin kalitesi sürekli düşüyor. Pandemi sırasında okulların kapatılmasının ardından bu durum bir parça düzelmiş olsa da kalite kaybı çok net ve bu listeyi uzatmak mümkün.

Halkın siyasete ilgisizliği karşısında siyasi partiler ya sürekli vitrinlerini yeniliyor ve kaybettikleri güveni ilgiyi yeniden kazanmak için uğraşıyor, ya da parti içi didişmelerle kendilerini yeniledikleri/yenileyecekleri izlenimi vermeye çalışıyorlar. Bu duruma karşı yeni hiç bir siyasi duruş, aktivite ve fikir geliştiremedikleri için, “Moralizm” yani ahlakçılık/etikçilik üzerinden, iktidarları uyarmakla ve sadece konuşmakla yetinen bir muhalefet mevcut. Partilerin konulara yaklaşım dilleri de “dünkü” gibi, yani on-onbeş yıl öncesindeki, herşeyin nisbeten daha iyi işler göründüğü zamanlardaki gibi. Siyasiler halktan kopuyor. Basın ise, siyasetin kendi içindeki didişmelerin şov malzemesi olacak kısmına ilgi gösteriyor. Bu çizginin dışında işleyen basın organları istisna mahiyetinde.

Dünyanın her yerinde, halkın ve siyasilerin “Gerçeklikten kopuşu” ve “kendi konforlu gerçeklerini üretmesi” gibi yeni bir durum sözkonusu. İnsanların gerçeklikle ilgisiz tepkiler vermesini sağlayan bu durum, mesela “Düzdünyacılar” gibi bir akımın bu dönemde ortaya çıkmasını sağlıyor. Gerçeklikten kopuşla birlikte, “Halkın aptallaşması” gibi yeni bir fenomen de yaşanıyor. Herkesin cep telefonu üzerinden her türlü habere ulaşabildiği ve sosyal medyayı kullandığı bir zamanda böyle bir halin ortaya çıkabilmesi, medyayla birlikte sosyal medyayı da sorgulamayı gerektiriyor.

İnternetin yaygınlaşması, yaşadığımız 21’inci yüzyılın ilk çeyreğine damgasını vurmuş olsa da, bu -nisbeten- yeni buluşun halen nasıl kullanıldığı önemli.

İnsan sosyal bir varlık ve gözüyle görüp eliyle tutabildiği bir gerçeklik hakkında başkalarıyla birlikte konuşup yorum yaparken, başkalarının da gerçekçi olabileceğini biliyor, çünkü konuşup yorumladığı şey aynı. Elle tutulur aynı somut konuyu/şeyi konuşurken yapılan yorumun doğruluğuna güveniyor, çünkü çok somut/aynı veriden yola çıkılıyor ve konuşup yorum yapanlar da birbirinin sağlamasını yapmış oluyor.

Günümüzde medyada ve sosyal medyada, somut verilerden değil, doğruluğu ve güvenilirliği kuşkulu verilerden yola çıkılarak yorum yapılıyor, aynı şeyi çok sayıda insanın ‘gerçeklik’ somutluğunda algılayıp konuşabilldiği bir durum bulunmuyor. Sürekli tek taraflı ve hatta manipule edilmiş haber ve enformasyon yayan medya için bu durum daha da vahim. Haberleri karşılaştırarak doğrulamak da genellikle yanıltıcı olabiliyor, çünkü aynı yanlış/manipule haberin klonlarını okuyorsunuz ve dikkat etmezseniz, aynı yanlış haberin başka bir versiyonunu okuduğunuzu anlayamıyorsunuz.

Konuşulan ve yorumlanan bir konunun, herkesin aynı algılayabileceği somut/doğru verilerle doğrudan ilişkisine “triangulation/Triangulität”, yani “nirengi” diyoruz. Manipule edilmiş medyada ve kısmen sosyal medyada bu olmadığından, gerçeklerden kopuk yorumlar yapılıyor ve kolayca yankı odaları oluşabilliyor, belli kesimler kendileri için konforlu “gerçekler” üretip, somut dayanağı olmayan “kanaatler” oluşturuyorlar ve onlara inanıyorlar. Eğitim kalitesinin bozulmasını da buna ekleyince, muhakeme yeteneğinin düştüğü, dayanaksız inancın, bilgiyle verilen kararların önüne geçip gerçeklerden kopulduğu bir durum ortaya çıkıyor. Buna, bir tür “kitlesel aptallaşma” da diyebiliriz. Bu fenomene sosyolojide “Volksverdummung”, yani “halkın aptallaştırılması” deniyor.

Gene de üzüntüye mahal yok. Tarihi daima azınlıklar ve kişiler yapar, kitleler de sonra onlara uyar…