1920’ler, Gertrude Stein ve Café Central



Sanatın tüm toplumları iliklerine kadar kuşatıp onlara yeni bir ruh kattığı zamanlar vardır. 1920’li yılların dünyada sanatsal anlamda nasıl bir hazine teşkil ettiğini ve günümüzde bile hâlâ okunan en güzel kitapların, en güzel resimlerin, o yıllarda yazıldığını ve yapıldığını biliyoruz. “Goldene Zwanziger Jahre” (1920’li Altın Yıllar), Cihan Harbi’nden sonra Almanya’da yaşanan hiperenflasyonun bittiği 1924’de başlatılır ve 1929’daki büyük buhrana kadar sürer. Türkiye için de çok önemlidir tabii. Ülkeyi bugünlere getiren Kurtuluş Savaşı mucizesi ve Cumhuriyet’in kurulup Türkiye’nin Osmanlı sülalesini sepetlemesi, bu döneme denk gelir. Aynı dönemde Türkiye’de sanatın patladığını söyleyemeyiz, ama çok daha önemli şeyler olmuş ve sanat onların gölgesinde kalmıştır diyebiliriz. Mesela Hilafet sona erdirilmiş, “Devletin dini İslamdır” ibaresi Anayasadan çıkarılmış, 1928’de Latin harfleri kabul edilmiştir. Aynı yıl İktisat kongreleri yapılmış ve Türkiye ilk kez ekonomik alanda sahiden rahatlamıştır. Hatta, Stalin’in sınırdışı ettiği Troçki’yi almaya gönüllü tek ülke olarak Türkiye öne çıkmıştır. Aynı dönemde Nazım Hikmet, yazdığı şiirlerle dikkatleri üzerine çeken genç bir yazar.

   Dünya küllerinden doğmakla kalmayıp yepyeni bir kültür-sanat infilakıyla Batılı Çağdaş Medeniyet’in modern klasiklerini üretiyordu. Gertrude Stein, işte o çok tipik Almanca adıyla tam bir Amerikalı kültür kadını olarak Paris’de, daha 1906’da, Pablo Picasso’yu keşfediyor, 1920’lerde Francis Scott Key Fitzgerald’la ve Ernest Hemingway ile de sanat odaklı derin dostluklar kuruyordu. Picasso daha 25 yaşına basmadan, Gertrude Stein onun -bugün “pembe dönemi” sayılan- tablolarını satın alıyordu. Gertrude Stein’ın yakın dostları arasında Henri Matisse de var. Picasso’dan on küsür yıl daha yaşlı olan Matisse, zamanın ölçüleriyle tam bir burjuva hayatı sürüyor.

   1920’lerle ilgili sayısız film yapılmıştır, sayısız roman yazılmıştır, Jazz (Caz) müziğinin de Avrupa’da popüler olduğu bir zamandır. Çağlara rengini veren kültür-sanat dönemleri, insanların özgürlüğe hasret kaldığı ve gelecek korkusuyla yaşadıkları zamanların ardından gelir. Ama bu dönemin başlangıcını 20’inci yüzyılın ilk yıllarına, belki 1905’e kadar geriye götürebiliriz. Rusların Tsushima’da Japonlara yenilmesinin ardından Petrograd’daki ilk ‘Denizciler Ayaklanması’, daha sonra devrimci literatürde “1905 Devrimi” diye adlandırılmıştı. Bu tarih aynı zamanda Bolşevik Devriminin fikir babası Lenin’in ile Bolşevik Devriminin yapıcısı örgütleyicisi ve kurulan ilk Sovyet’in lideri Troçki’nin ortaya çıktığı yıldı. Cihan Harbi 1914’de başladığında, sadece dünya sanatçıları değil, dünya entelektüelleri de Avrupa’daydı. Lenin ve Troçki’nin Viyana’da müdavimi oldukları “Cafe Central”le, sevgili dostum, Avusturyalı entelektüel Franz Schandl ile buluşmamız sayesinde tanıştım. Franz, Viyana’nın her kitapçısında satılan, ülkenin en derin kapitalizm eleştirisi yapan entelektüel dergisini yayımlıyordu ve bana, bu iki devrimcinin sürekli Cafe Central’e geldiklerini anlatmıştı. Tabii buraya sadece onlar değil, Sigmund Freud, Stefan Zweig, Robert Musil gibi devlerin de geldiğini daha sonra öğrendim. 1920’lerde kahveye, sırf “müdavimler okusun” diye, her dilden yerli ve yabancı 250 gazete alınıyormuş. Aralarında, Lenin’in çıkarttığı “Iskra”, Troçki’nin Viyana’da yayımladığı “Pravda” da var.

   Cafe Central’in benim hayatımda da özel bir yeri oldu.

   Franz ile buluşmamız, tartışmamız, saatler sürdü. Bu süre zarfında Viyana’da kısa süreliğine kiraladığı evinden Cafe Central’e gelmesini beklediğim Kızkardeşcim gelmedi. Cep telefonu Avusturya’da bir türlü çalışmadığıdan, onu aramam da mümkün olmadı. Franz gittikten sonra, merak ettiğim endişelendiğim dört saat geçirdim. Bereket konu sadece bir gecikmeden ibaretti, endişelenecek bir şey olmamıştı ama ben Cafe Central’de, sırf gerginliğimi biraz olsun almak amacıyla bir hikaye yazdım. Adı “Kahraman” olan hikayem, zaman içinde şekillendi ve alanında otorite rejisörlerin ve edebiyatçı dostlarımın beğenisini kazandı. 1920’li yılların hemen öncesinde geçen hikayemi artık uzun olmayacak bir sürecin ardından sizlere sunmak, -dileğim.