Yaratıcının vazgeçilmezliği, Vasatın çaresizliği (11)


Sistemin kendi kriziyle başa çıkamadığı aşamada, sadece kendi azınlık plütokrasisini kollayan, yasa ve kuralları kandine göre işleten, diğerlerine, kontrol altında tutulan "lüzumlu kalabalık" muamelesi yapan muktedirler, giderek eskinin feodal (veya Asya'nın kuralcı) derebeylik-lerine benzemeye başladılar.

   Bu anlamda kapitalist sistemin, bozuldukça, siyasi anlamda eski feodalizme daha çok benzediği fikrini savunan entelektüellere karşılık, Postmarksistler, sistem bozuldukça mafyalaşmanın yaygınlaştığı tesbitini yapıyorlardı. Feodal toplumlarda, otoritenin kontrolü ve baskısı dışına çıkmak daha kolaydı, şimdi pek mümkün değil.

   Günümüzde modern feodalite, görece demokratik ortamlarda ortaya çıkmış teknolojik/rasyonel kaliteyi, kendi Vasatizmini tolere etmek için kullanmakta kısmen başarılı olurken, para ve makam adına Vasatizmin hizmetine giren kalite, kendi altını oyuyor.

   Uygarlıklar daima "daha iyiye daha güzele" doğru evrilmez malesef. Eski rafine Yunan heykellerini üreten antik uygarlığın ve icad ettiği demokrasisinin yerini ilkel Hristiyan ikonaları ve despot feodal krallık rejimlerinin alışını inceleyen çok iyi araştırmalar ve tarih kitapları mevcut günümüzde.

   Sonrasının "Beton çağı"nda da yıkılmış eski eserlerin taşlarının bakkal dükkanlarının inşasında nasıl kullanıldığını biliyoruz, ama bir taraftan da muazzam bir teknolojik gelişme, hatta dijitalleşme yaşandı. Bakkallar ve kasabalı esnaf siyaseti geri, ama çalışkan. Kalite ise ileri ama tembel. Gel gelelim yaratıcılık, daima tembellikle alakalı bir konu olmuştur (burada tembelliği kötü anlamda kullanmıyorum), Marx'ın damadı Lafargue tarafından yazılan "Tembellik hakkı"nı hatırlayalım; amacını başkalarının belirlediği daimi rutin iş, yaratıcılığın düşmanıdır.

   Vasatizm, varlığını kıskandığı (Existrenzneid) 'Özgür kalite'yi satın alıp "biat" ettirerek varlığını sürdürebileceğini sanırken, rutine daha uzak duran ve bu nedenle "çalışkan bakkallar"ın kontrolünden kurtulamayan rasyonel/yaratıcı kalite de özgürlüğünü yitiriyor. Bu iki benzemezin ucube birlikteliği denklemi de pek işlemiyor, başarılı olamıyor. Birbirine güvenmeyen bu iki kesimden Vasat olan, kuru ve meyvasız "çalışkanlığı" dışında sürdürülebilir bir şeye sahip olmadığından, kontrol altında tutmaya gayret ettiği bütünün evrimi/devrimi zorunlu gibi görünüyor.

   Sadece azınlık vasat bir zengin esnaf kesimiyle ve onlara özenen daha vasatları kollayan özelliğini modernleştirip dijitalleştirmiş çalışkan versiyonunuyla yola devam edilebilir mi? Böyle bir şey Çin'de bile yok, Orta Asya'da ise doğal gazla işletilebiliyor..

   İki kesim arasındaki böyle bir (Satrançta) 'pat vaziyeti'nin sürdürülebilmesi, ancak Pirus zaferleriyle mümkün, ama Vasatizmin kendi başına varolması mümkün olamadığından, kıskandığı ve asla vazgeçemediği yaratıcılığın, bilerek veya bilmeden Bakkalizme biat etmesini sağlaması "gerekiyor".

   Vasatizm, vergilerini ve yaratıcılığını kullandığı 'Nitelikli Çoğunluk' olmadan varolamıyor, kendisi de -özgür ruha sahip olmamanın verdiği zevksizlik/renksizlik nedeniyle- yaratıcılığın asgarisini bile üretemeyip anca "satın alıyor". Varlığını çok çalışmasına, yani nicel özelliklerine borçlu 'Niteliksiz Azınlık' vasatizmi, nefret ettiği ve can hıraş kontrol altında tutmaya çabaladığı 'Nitelikli Çoğunluk' olmadan yaşayamıyor, -ama tersi mümkün. Ve ithal vatandaş faktörü de bu denklemi bozamıyor...

   'Nitelikli Çoğunluk'un bu labil denklemi, işleyebilecek stabil bir denklem haline getirebilmesi için önce 'varoluş' ve 'bağımlılık' koşullarının bilincinde olması ve Muhafazakar esnaf siyasetinin elindeki tek avantajı da alıp -kendi koyduğu kurallarla- 'çalışması' (belli koşullarda çok çalışkan olmayı öğrenmesi) gerekiyor.

   Dünya giderek daha hareketli daha değişken ve karmaşıklık bir yer olmaya aday. Hayatın ve ruhun kalitesi "biat"la değil özgürlükle yükseliyor. İnsan doğası da biata değil özgürlüğe yatkın, -tabii nicel vasatı aşıp yükselmek istiyor, ama elalemin varlığını kıskanarak yaşamak istemiyorsa.

   Vasat, varlığını sürdürmek için ele avuca sığmayan yaratıcı/özgür akla ihtiyaç duyduğundan, tarih boyunca daima baskı ve tahakküme başvurmak zorunda kalmıştır.

Başmelek Mikail de, Denizli-Honaz'da tezahür ederek yaptığı rivayet edilen konuşmasında, "Cehaletin tanrısı şeytandır" demiş. Vasatizmin kötülüğe meyilli olması, cehaleti yüceltmesiyle ve aklı/yaratıcılığı üreten özgürlüklerle sorunlu olmasıyla ilgilidir, -zira özgürlükler işlerse, ona gerek kalmayacağını bilmektedir. Özgürlük Vasat için -tersinden- bir varoluş meselesidir.