Günümüzde aykırı, avantgart ve de kaliteli yazar olmak...

"Aykırı" yazar Michel Houellebecq
Bu yazıyı yazmaya, "ünlü" yazar Michel Houellebecq'e Avusturya Devlet Nişanı verilmesi sonrasında karar verdim. Bu "aykırı" yazarın aykırılığını beğenen ve öven bir tek yabancı dostum yok. En son yayınladığı "Serotonin" adlı kitabında Houellebecq, bireysel özgürlüğün bireysel mutluluğa yol açıp açmadığı konusu üzerinden -gayet iyi bir anlatım tekniği ve dil ile- modern toplumlara bindiriyor. Mutluluğun kaliteli seks ile karşılandığı konusuna gayet iyi dikkat çekiyor ama orada durmuyor. Yazar, bir tür klasik sansasyon provokasyonu şekli şemalinde sayfalar dolusu pornografik detaylarla sürdürdüğü kitabının kahramanı ırkçı cinsiyetçi biri ve yarattığı tipe mesafeli olmak yerine, Avusturya Devlet Nişanı alırken yaptığı konuşmada, aykırı olmak adına, uğruna yüzyıllarca mücadele edilmiş Batılı değerlerin altından girip üstünden çıkıyor. Mesela, "Dünyada yokoluşunu selamladığım bir çok hayvan türü var" diyor ve ekliyor: "Aynı şekilde, Dünyadan kayboluşunu sevidirici bulduğum kültürler var." Yazar "bütün insanlardan iğreniyorum" diyor ve "aykırılık" adına Trump'ı da "iyi" buluyor vs.
    Bunları bir yerde, "toplumu sert tarafından eleştirmek" sayabilmemiz için, akla gelen her şeyi kötü çirkin aşağılık bulmaması, insanda iyi bir şeyler de görmesi gerekir değil mi? Houellebecq'de olumlu bir şey yok. Karamsarlığın ve kötümserliğin ifade bulmuş hâli gibi asık suratıyla tüm Dünyaya ve İnsanlığa sövüp sayıyor. Ve kitabı tabii ki çok satılıyor, ödüller alıyor...
    Eskiden "Aykırı yazar" dendi mi, bunun gerçek bir karşılığı vardı. Mesela Vladimir Nabokov 1955'de "Lolita" romanını yayınladığında böyle biri sayılıyordu. Arno Schmidt'in 1970'de çıkan "Zettels Traum" adlı kitabı, yazı stili ve ifade biçimi bakımdan Avrupa'da aykırılığın son prototiplerinden biri sayılabilir. Elbette hiç bir kitabı Türkçeye çevrilmedi, çünkü böyle bir dili çevirmek, James Joyce'u çevirmekten çok daha zor. Dili ve yazı stili o kadar karmaşık, o kadar orijinal ki, yüzlerce kitaptan ikişer cümle alıntılansa ve bunlardan hangisi Arno Schmidt diye sorulsa "şıp" diye gösterebilirsiniz. Ama insanlığa karşı topyekün nefret ve cinsellik üzerinden "aykırılık" -iyi bir dil de kullansa- çok ucuz, görünmek istediğinden çok daha düşük bir "ünlü kalmak çabası" gibi duruyor...
    Eskiden "Kalite" dendi mi saydığımız bir dolu yerli ve yabancı yazar vardı. Hangisini sayalım, Yaşar Kemal'leri mi Hemingway'leri mi... Gerçi edebi kalitenin net bir tarifi yok, zamana göre değişiyor, ama herkesin üzerinde uzlaştığı isimler oldukça fazlaydı, avantgart yazarlar hakkında da belli fikirler ve kriterler vardı. Edebiyat ve sanat, toplumların aynasıydı, oraya bakarak toplumu okuyorduk, ama bugün aynı şeyi söylemek pek mümkün değil ve yeniden hayata dönmeye hazırlanan Türkiye için Dünyada da değişmekte olan "kalite" anlayışından bahsetmek gerek (Ülkelerin itibarının asfalt-betonla silahla külahla alakasız olduğu ve itibarın, yumuşak gücü oluşturduğu, bu gücün de giderek "asıl güç" haline gelmekte olduğuna uzun uzadıya değinmeyeceğim)...
    1999 sonrasında, şimdiye kadar baz aldığımız bir çok şey değişti, bu değişen şeyler arasında elbette 'Edebî Kalite' de var. Ama gelecekte "fark ve kaliteyi yaratabilmek, öne çıkmak, aykırı ve avantgart olmak", bu ülkenin harika yazarları için değil sadece, ülkenin itibarı için de önemli olacak. Ülkenin demokratikleşmesi ve yükselmesinin yazarlara -yenilikler denemek konusunda- özgüven ve cesaret vereceğini ve "Ne yazsam gider" türünden taklitçi esnaf ucuzluğundan uzaklaştıracağını söyleyebiliriz. Fakat edebiyatın zemininin önemli ölçüde "kaydığı" konusuna dikkat çekmek zorundayım. Eskiden, edebiyatın yeşerdiği ekonomik ve siyasi etkiler belliydi, bu yüzden Cennetmakan Fakir Baykurt'un romanları "Köy romanlarıydı", Yaşar Kemal "Abdi Ağa"yı ve ona isyan edenleri, modernleşmenin Çukurova'da çözdüğü insan ilişkilerini anlatıyordu, bütün bu konular bitti, çünkü toplumun yapısı değişti ve değişmeye devam ediyor. Ama bu değişim kendi içinde birbirinden farklılaşmalarla ve hatta birbirinden kopuşlarla yol aldığından, edebiyat da topluma ayna olmakta zorlanıyor veya sıklıkla olamıyor...
    Edebiyatın işi artık hiç de kolay değil. Bir kere, muazzam bir rekabet ile başa çıkması gerekiyor. Rakipler diğer edebiyatçılar falan değil sadece. Ayrıntılandırılıp roman gibi işlenen uzun televizyon dizileri, sosyal medya, belli bir anlatım dili kullanmaya başlayan bilgisayar oyunları ve aklınıza gelebilecek -hikayeci diline sahip- bir çok alan, klasik edebiyat eserlerinin dikkat çekebilmek için büyük çaba sarfetmesini gerektiriyor. Günümüzde, eskisinden çok daha fazla hikaye, roman, şiir yayınlanıyor ve bunlar bir taraftan da kendi aralarında rekabet ediyorlar. Bu arada, eskiden büyük önem taşıyan reklamcılığın yeni gelişmelerden kötü etkilendiğini ve inandırıcılığını fena halde yitirdiğini, internet ve sosyal medyada reklamın bambaşka bir mecraya evrilmekte olduğunu da söyleyelim...
    Bu yazıda da olduğu gibi, edebiyat eleştirilerinde daha çok yergi öne çıkar, ama kalitenin ve iyi edebiyatın yeni kriterleri üzerine kafa yorarak, sansasyon ile avantgartlık arasındaki farkı netleştirebiliriz. Toplumlar kendi içinde birbirinden farklı kesimlere ayrılırken (hatta bu kesimler birbirleriyle uzlaşmaz görünen zıtlıklarla kutuplaşsalar bile) edebiyat, toplumun farklı kesimlerinin birbiriyle yakınlaşmasına hizmet eden bir yeni çeşitliliği yansıtıyor. Eski anlamda Avantgart edebiyat yok, çünkü stil çeşitliliği neredeyse sona ermiş görünüyor. Bunda, yapay zekanın ve algoritmaların yazında da kullanılmasını ve "ticari kaygı"ların rolü var elbette. Kötü edebiyat derken akla ilk gelen, ahlâki/etik sansasyon üzerinden ilgi devşirilmesi geliyor aklıma ve Houellebecq'in bu konuda "ustalaşmış" olduğunu söylemek mümkün. Batılıların "iyi seks" arayışını önemsemesini öne çıkararak oradan, bütün Batılı değerlere saldırmak da sansasyon ihtiyacı gibi duruyor. Kötü edebiyatı betimleyen başka bir özellik de geçici moda konulara fazla takılmak olabilir...
    İnsanların her gün bilgi ve enformasyon bombardımanına maruz kaldığı günümüzde, insanların üzerine çığ gibi akan malzeme arasında seçici olup farklılıklar arasında ilişkiler/bağlar kurmak ve bunları iyi bir anlatı diliyle aktarmak çok zor, ama giderek çok daha büyük ve hayatî önem taşıyor. Ve tabii "Kitap piyasasında ne gider?" Şeklinde de ifade edilebilecek Algoritmalardan uzak durmak, günümüz edebiyatının en önemli sınavlarınan birini teşkil ediyor. Belli genel geçer şablonlar dahilinde "çoksatan kitap" yazmak hakkında geniş bir "külliyat" var, ama genel geçer moda konular formlar ve moda dil üzerinden üretilen edebiyat, -algoritmaların bir ifadesi olarak- geleceği değil, "Şimdi'nin geleceğe doğru uzatılması"nı temsil ediyor. Şimdi "yaygın" olan bu "tarz" ile gerçek anamda fark yaratmak ve belirleyici yüksek kaliteyi üretmek mümkün değil. "Şimdi'nin sonsuzluğu"na hapsolmak yerine, şimdiden onun ötesine yoğunlaşmak, Yeni Türkiye'nin harika yazarlarının hakedilmiş pırıltısı için daha doğru bir tutum olsa gerek...