Özgürlük ve uygarlık rüzgarları, yeniden

Evrensel Değerlerden Yerel Değerlere, din ötesi mental köken (I)

    İstanbul'da ve Anadolu'da yeniden özgürlük ve uygarlık rüzgarları esiyor. Bu toprakların genç insanları, Türkiye'yi ikinci sınıf bir ülke haline getiren Müslüman Muhafazakar iktidarlar devrini Haziran 2013'de ruhen sona erdirdiler ve yeni yüksek bir özgüven kazandılar. Bir dönemi belirleyecek 'Gelecek tasavvurları ve Değerler' mücadelesini, her büyük çağın en başındaki sembolik olaylardan okuduğumuz gibi, Gezi Parkı direnişine katılan gençler kazandı ve tarih yazdılar. Dünya'nın gözbebeği İstanbul ve Anadolu uygarlığı közünün, taşralı vasat İslami muhafazakarlık külünde boğulup sönmediğini Dünya gördü. O tarihte Türkiye için yeni bir Çağ başladı ve işaret fişeğini de Taksim Meydanı'nda gençler ateşledi.
    Türkiye, 1918'de Birinci Dünya Savaşı'ndan yenik çıktığından beri büyük bir travmayla yaşıyor. Bu travma sadece Ermeni ve Rumların Anadolu'daki binlerce yıllık tarihlerinin son bulmasıyla değil, bir imparatorluğun kaybı ve onunla birlikte Türklerin özgüven kaybıyla ilgiliydi. Türklerden daha büyük travmalar yaşayan Ruslar, Çinliler ve iki Dünya Savaşı ile tamamen yıkılan Avrupa yeniden kendine gelip büyük güçler olurken, Cumhuriyetin ilk modernleşme ivmesini devam ettiremeyen Türkiye Cumhuriyeti, yasakçı askeri vesayet, toprak ağası Menderes çizgisi ve modernleşmeyi "gavurlaşma" sayan -ama buna karşı bir alternatifi de olmayan, idare-i maslahatçı Müslüman muhafazakarlığın pençesinden kurtulamadı ve ikinci sınıf ülkeler listesine yazıldı.
    Müslüman muhafazakarlığın son modeli, askeri kemalist muhafazakarlığın şekilci laik baskısından kurtularak takiyyeyi bir kenara bırakıp ne olduğunu gösterdi, Osmanlı dönemi modernleşme tarihini ve son yüz yılı yok sayarak, Osmanlı İmparatorluğu'nu sona erdiği yerden yeniden başlatmak iddiasındaki Pan-İslamist zihniyetti. Türkiye'nin yeniden Osmanlı'nın izinden gitmesi gerektiği hissiyatının zincirlerinden boşanmış hali, Anadolu ve İstanbul'a yabancı vahabi-selefi İslamcılığıydı.
    Türkiye, üç askeri darbenin sahibi askeri vesayetten kurtulduktan sonra bir fetret dönemine girdi ve birbirine düşman iki kampın kendine özgü özgüven tazelemesini yaşadı. Bunlardan biri islamcılaşmış Osmanlıperver Müslüman muhafazakar çizgiyle, globalleşmiş evrensel değerleri savunan -geçmişi de reddetmeyen- Cumhuriyetçi modern çizgiydi. Türkler, özgüvenlerini yeniden kazandıkları aşamada, kendilerini büyük bir değerler savaşının, -hatta değerler hesaplaşmasının içinde buldular ve bu savaşı Müslüman muhafazakarlar kaybetti. Dünyada ve kendi ülkelerinde izole olup yalnızlaştılar, marjinalleştiler. Yasakçı anlayışların tersine doğru işleyen bir zaman kalitesinde yaşarken, bölgeci ve yasakçı bir islamî tektipleştirme denemesinin başarılı olma şansı yoktu, ama bunu savunan son Osmanlıcı düşüncenin de iflas edip eski usul feodal toprak büyüklüğü heyulasının Türkler tarafından terkedilmesi gerekiyordu. Büyüklüğün, sadece harita üzerindeki büyüklük demek olmadığının anlaşılması ve yeni büyüklük tarifinin toplumda yeniden zuhur etmesi gerekiyordu. Bu mücadelenin sonucu en başından belliydi. Geçtiğimiz yüz yıl boyunca kendi kültürünü oluşturmamış, kendini sadece siyasi iktidar gücüyle sınırlı tutan eski moda fetihçi bir taşra zihniyetinin evrensel değerlerle yarışması mümkün değildi. Ama mücadele devam ediyor ve Türkiye, laikliği negatif bir kavram olarak tarif etmiş Müslüman muhafazakarlıktan kurtuluş mücadelesini sürdürürken, büyük bir soru işaretinin yanıtını verebileceği aşamaya doğru ilerliyor. Bu soru, "kutsal ve tartışılmaz, Allah'ın düzeni" suflesine sığınan islamcı yerel düzenin -yani "İslam"ın- nasıl aşılacağı ve dini inancın özünü dışlamayan yeni bir tür sekülarizmin Türkiye'de nasıl kurulup işletileceği meselesidir.
    Neden ille de sekülarizm?
    İnsanlar, internet çağıyla birlikte, farklı coğrafyalarda bulunsalar da birlikte ve içiçe yaşıyorlar. Çok farklı kültürlerden ve inançlardan gelen insanların birbirleriyle aynı göz hizasında eşit bireyler olarak konuştukları bu yeni atmosfer, dinler ötesi ortak bir etik değerler kodeksi kullanıyor ve bu temelde tüm insanlar ortak sorunları ve güzellikleri konuşabiliyor. İnsanlık, büyük tek bir aile haline geliyor ve boğuştuğu sorunların da coğrafi sorunları çoktan aştığının bilincinde. Bugünün şartları altında insanlığın, Sünni İslam'ın etik değer saydığı kurallar dahilinde konuşması mümkün değil, aynı şekilde Hristiyanlığın etik kuralları veya Budistlerin etik kuralları dahilinde bir global etik kurulması mümkün değil. O halde bugün kendiliğinden kurulup işleyen yeni seküler etiği benimsemek, yeniden ciddiye alınan -ve daha önemlisi- örnek alınan bir ülke ve halk olmak için zorunludur. Yeni Türk özgüveninin sembolü Gezi hareketinin bir ay içinde kendi kültürünü, dilini, müziğini üretip tüm Dünyada örnek alınan mücadele biçimleri bile geliştirebilmesi, bu evrensel yeni ilkeyi benimsemesiyle ve onun üzerine yeni bir bina inşa edebileceğinin sinyalini vermesiyle mümkün oldu.