Katolik kilisesinin ve benzerlerinin, gerçek dinin tekeline sahip olduğunu iddia etmesi gibi, modern tıp bilimi ve teokrasisi de insanları iyileştirmek/sağaltmak tekeline sahip olduğuna inanıyor ve bunu her fırsatta savunuyor. Kendisinin kullandığı modern rasyonel yöntemler dışındaki sağaltma yöntem ve örneklerini “müfteri” veya “tesadüf” edip, insanlığın onbin yıllık tecrübesini küçümseyen modern tıp bilimi hasta.
Modern tıp eleştirisinin benim tanıdığım en önemli ismi Ivan Illich, 1975′de yayımladığı ‘Medical Nemesis’ adlı kitabına, “Kendini kabul ettirmiş olan (etabliert/established) Tıp, insan sağlığı için ciddi bir tehlike haline geldi” cümlesiyle başlar ve şöyle devam eder: “Profesyonel tıp örgütlenmesinin, sağlık hizmetleri üzerinde kurduğu kontrol, salgın hastalık boyutlarında.” Bu tonda devam eden kitabı ilk okuduğumda, Tıbbın saygınlığı konusunda en ufak bir kuşkusu olmayan birçokları gibi oldukça şaşırmıştım. Kitap çok çarpıcı, hatta kışkırtıcıydı. Modern tıbbın kendinden menkul kutsiyetini yerle bir ediyordu. Modern tıbba ve ilaç endüstrisine yöneltilen eleştiriler, uzunca bir süre, daha çok entelektüel çevrelere ve tıp kongrelerindeki bazı sunumlara sıkışıp kaldı. İletişim araçlarının bugünkü kadar gelişmediği, rasyonel bilimin dinin yerine geçtiği modern zamanlarda, halkın modern rasyonel tıp bilimi dinine önemli ölçüde inanmaya devam ettiğini görüyoruz. Bugün, özellikle Batılı ülkelerde durum hiç de eskisi gibi değil. Modern tıbba yönelik eleştiriler, kendi kriziyle meşgul entelektüelizmin sınırlarından dışarı taşıp popüler dünya basınının önemli bir malzemesi haline geldi. İletişimimin genişleyip yoğunlaştığı günümüzde tıbba basından yöneltilen eleştirilerin dozu, konunun artık halk tarafından daha iyi anlaşıldığını gösteriyor.
Peki modern tıpla ilgili asıl konu ne? Konu, bir kalpsizlik, maddecilik, para ve iflas meselesidir… Mesele, ABD’de istatistiklerle de kanıtlandığı üzere, doktorların her greve gittiği dönemde, Amerikan hastanelerindeki hasta ölümlerinde düşüş yaşandığı meselesidir… Veya, sürekli baş ağrasından muzdarip bir hastanın “çaresi yok” diye eve gönderilmesinden sonra, bir “reinkarnasyon terapisi” ile iyileşmesini, tıbbın “imkansız”, “saçma”, “tesadüf” sayması meselesidir… Veya bir çocuğun konsantrasyon sorununun “homöopatik” (doğal, bitkisel) ilaçlarla iyileştirilmesini, “kimya bilimine aykırı”, “ne alaka” diye kafadan reddetmesi meselesidir… (Bkz.: Dr. Larry Malerba “Green Medicine” 2010) Yani bu hastalar, tıbba bir iyilik yapıp iyileşmemelidirler! Zira tıbbın temel kutsal kitaplarına ve betonarme rasyonel materyalist tıp bilimine ve de rasyonel akla terstirler!.. Ama Galileo’nun bir zamanlar söylediği gibi, dünya gene de dönüyor ve dünyayla birlikte devran da dönüyor. İdeolojiyi andırır ölçüde tek yanlı, tekelci ve despotik anlayışlar çözülüyor.
Çözülme, genel bir durum. Kapitalizmin ve sistemin çözülmesi, tektip homojen yurttaş yetiştirmeyi amaçlayan makro-milliyetçi devlet ideolojilerinin çözülmesi, modernizmin bilim alanındaki en popüler ürünü olan modern tıp tekelinin çözülmesinde de görülüyor. Modern tıbbın “tesadüf” veya “münferit olay” saydığı, ciddiye almadığı, hatta alay ettiği, iyileşme/sağaltma yöntemleri ve olayları, o kadar çok ki, bu gerçeği sorgulamaktan imtina eden tıbbın, artık oturup kendini sorgulamasının vakti geliyor. Daha 1970′li yıllarda modern tıbbın rasyonel dogmalarını bir tür seküler dine benzeten Ivan İllich, bu yapının, sistemin bir ürünü olduğunu da göstermişti.
Kapitalizmin entelektüel ifadesi olan Aydınlanma, rasyonel düşünce ve rasyonel aklın, dolayısıyla maddenin ruha üstünlüğünü savunan bir anlayışın dünyada üstünlük kazanmasına yol açtı. Dünyayı para birimiyle ölçüp “değerlendirmek” mantığının topluma hakim olmaya başladığı 17′inci yüzyıl sonrasının bir ifadesi olarak (Bkz.: Eske Bockelmann “Im Takt des Geldes” 2004) tıp da, ölçüp biçemediği, tartıp göremediği hiçbir şeye inanmaz. Bu kafayla insan ruhuna inanması da beklenemez. Kartezyen öğretisindeki reel ve irreel gerçekliğin dengesi, yüzyıllar önce bozulmuştur. Pozitif doğa bilimleriyle, herşeyin açıklanabileceğini düşünen Batılı anlayış (szientismus/scintism), Doğu’da bir süre daha yaşamayı sürdüren eski bilim ve tıp usullerini de yanlış ilan etmiş veya yok saymıştır. Modern tıp, insanı uzuvlarının ve organlarının bir toplamı olarak görüyor, bir bütünü olarak bile değil. Yoksa, bin türlü uzmanlık alanına ayrılmaz, esası gözden kaçırmazdı. Esas olan insandır, ama bir bütün beden olarak da değil. Bedeni de kapsayan, spiritüel bir varlık olarak insan…
Tıp, insanın tek tek organlarının yeniden “işler” hale getirilmesini (olmadı o organların yerine plastiklerinin takılmasını), “iyileşmek/sağalmak” sayadursun, ‘iyileşmek’ denen halin, aslen mental/ruhsal/duygusal bir durum olduğunu hiç anlamamaktadır, çünkü, kartezyenlerin dengesini bile yitirmiş, insanlığın binlerce yıllık geleneğinden kopmuş, kendine yeni seküler bir dogma (hatta dini bir doktrin) kurmuştur. Bu doktrinde ruha ve duygusallığa ayrılan yer, “ayıp olmasın” boyutlarındadır, yani yok hükmündedir. Yaygınlaşan modern tıp eleştirisinin şimdi farkettiği şey tam da budur. Gereksiz ilaç tedavileri, ilaçların artan yan tesirlerine ve sağlık bozucu sonuçlarına ilgisiz doktorlar, hızla artan yanlış teşhis ve yanlış ameliyet vakaları, bütün bu olaylarda tıbbın soğukluğu, toplumu uyandırmıştır. Şimdi farkına varılmıştır ki, tıpta maddi/rasyonel herşey vardır ama sıcaklık yoktur, tıbbın kalbi ve ruhu oldukça zayıftır, hayal kabiliyeti sıfırdır, kendi materyalist kitabına uymayan hiçbirşeye inanmamak konusunda, deyme yobazlardan farksızdır. Üstelik modern çağdaki ortodoks din anlayışı da beden ile ruhu birbirinden tamamen ayırıp ruha sahip çıkarken, bedeni de, “eti senin kemiği benim” mantığıyla tıbba teslim etmektedir. Ortodoks din, bunların dışındaki üçüncü yol ve yöntemleri, “hurafe” veya “din dışı” sayıp reddeder. Ama hayat, ömrü sınırlı dogmalara sığmayacak kadar geniş, derin ve ölümsüzdür -yani sonsuzdur.
Modern tıbbın temel sorunu, irreal/spiritüel bir varlık olan insanın real/fiziksel bir bedende yaşadığını anlamamaktan kaynaklanıyor. Et, kemik, sinir ve sudan mamul değildir insan. Asıl insan, o fiziksel bedenin içinde düşünen, hisseden, hislenen, inanan, hayal kuran, rüya gören, tesadüflerden anlamlar çıkaran, mavi boncuk falan takan, şarkı söyleyen, gülen varlıktır.
Modern tıp, hastalığın mental yanıyla hiç ilgilenmemektedir ve hastalığın bu yanıyla ilgilenenleri de ciddiye almamaktadır. İnsanı bir tür makine gibi algılayan bu eski rasyonalist mantığın duygusuzluğuna karşı, hastaların kendilerini nasıl korumaları gerektiğini anlatan kitapların basıldığı bir zaman diliminde yaşıyoruz (Bkz.: Rainer Holzhüter, “Wehrt euch Patienten” 2001). Uzmanlaşmanın arttığı 20′inci, yüzyıldan başlayarak günümüzde, doktorların yanılma payının arttığı ve bunun bazı konularda tehlikeli boyutlara ulaştığına dikkat çeken medya malzemesi de büyük bir külliyat oluşturmuş durumda. (Son örneklerinden biri olarak bkz.: Der Spigel’in 14 Şubat 2011 tarihli sayısındaki “Warum Ärzte so häufig irren” başlıklı kapak konusu ve yazıları)
Tartışmasız bilimsel kesinlik ve doğruluk iddiasındaki matryalist tıbbın asıl hastalığı, insanı insan yapan değerlerle sorunlu hale gelmesinin bir sonucudur. Bu açıdan bakınca tıbbın sorunu, dünyayı alınır-satılır malzeme/meta seviyesine indirgeyerek son zerresine kadar ölçüp fiyatlandıran, ancak bu şartlar altında kendi dünyasına entegre eden modern kapitalist sistemin temel sorunundan farksızdır. O sorun da, insani değerleri, maddi çıkarlara kurban etme sorunudur.
Geçtiğimiz şubat ayında, bir yakınımın rahatsızlığı nedeniyle, Türkiye’nin en iyi hastanelerinden birinde, en iyi doktorlarından birinin, hastasını bir makina gibi görmesine yeniden tanık oldum (insanı makina saydığını alenen söylüyordu da) ve yaşlı bir insanın motivasyonu, morali, ruh hali, kendi tahminleri ve tercihleriyle ilgilenmiyordu. Benzeri bir duruma yirmi yıl kadar önce yurtdışında şahit olmuştum. Aslında bambaşka bir nedenle gittiğim doktor, bir süre sohbet ettikten sonra “bilir kişi” inadıyla, benden ısrarla kan almak istedi. tartıştık. İtirazlarıma bulduğu son argüman şuydu: “Nasıl arabanız bozulunca veya bozulma ihtimali belirince tamirciye götürüp teslim ediyorsanız ve işi uzmanına bırakıyorsanız, bana güvebmeli, kendinizi bana bırakmalısınız…” Bu benim kulağıma, “bana teslim olmalısınız” gibi, veya “bedeninizi bana bırakın, siz ruhunuzu alıp gidin” der gibi geldi. Bu saçmalığa, “Ben araba değilim” diyerek cevap verdiğimde, adamın yaşadığı büyük şaşkınlığı hala unutmadım. Herşeyi bilen, “Tanrı’nın yeryüzündeki gölgesi”, tıp dininin cübbesi önlüğünü giymiş, haçı stetoskopunu takmış, tıp katedrali hastanenin tam ortasında, onun dinine hakaret etmek cüretini gösteren kişiye, bana bakıyordu. Ona nasıl olur da inanmazdım?! O “kan alınacak” dediyse kan alınmalıydı! Modern tıp dinine ve onun ilaç endüstrisine inanmayanlar artık çoğaldı. Batı tipi bilimsel tıptan başka tıp, kargadan başka kuş tanımayanlar, önce akupunkturu tanımak zorunda kaldılar. Modern tıp, akupunkturu, daha 1970′li yıllara kadar “hurafe” sayıyordu.
Modern uygarlıktan tamamen habersiz, Amazonlar’da veya Papua’da yaşayan vahşi kabilelere mensup insanlar, doğru dürüst hasta bile olmuyorlar… Evet buna önce ben de inanamamıştım. Belki inanmayacaksınız ama vahşi ortamda yaşayan insanların yakalandıkları ve öldükleri hastalıkların tamamı altıyı-yediyi geçmiyor. Kanserinden şekerine, tansiyonundan bunamasına kadar, modern insanın fellik fellik doktor peşinde koşup ilaç endüstrisine müşteri olmak için destur/reçete aldığı, araba muamelesi görmeye bile katlandığı, ömür boyu pahalı sağlık sigortaları ödediği modern dünyanın, balta girmemiş (yani modern insan girmemiş) ormanlarında yaşayan yerlilerine hastalık uğramıyor! Hem de bugünün anlayışıyla “hijyenik” sayılamayan yerlerde yaşamalarına rağmen.
Modern tıbbın bu ve buna benzeyen, hiç anlamadığı konular az-buz değildir. Çinliler ve Japonlar, yaşam enerjisi Chi’nin/Ki’nin öğretisini, hayatın kalitesini artırmak ve hastalıkları iyileştirmek için kullanıyorlar. Hintliler’in, insan bedenindeki enerji merkezleri Chakra’larla ilgililenen çok eski bir kültürü var. Bir çok eski kültürde, derin düşünce biçimleri (meditasyon ve dua), duygular, sezgiler, hayal gücü, irade ve benzeri birçok ruhsal/spiritüel faktör, insan sağlığını korumak ve sağaltmak için başarıyla kullanılmıştır ve yeniden kullanılmaktadır. Kapitalist sistemin ve onun çeşitli alanlardaki ürünlerinin tel tel döküldüğü çağımızda modern tıp, yitirdiği ruhsal/spiritüel alana açılmadan, kendi krizini aşamaz. Bunun için, -Ivan Illich’in de önerdiği gibi- önce modern tıbbın kendine biçtiği tekçi seküler kutsiyeti cidden sorgulamak gerekiyor. Tıp, kapitalizm devri sonrasına doğru ilerlerken, rüşdünü kanıtlamak ve eski köklerinde yeniden yararlanabilmek için, insanın fizik ötesi doğasının hakkını yeniden teslim etmek zorundadır.