Devletlerin iflas mekaniği, domino efekti ve Yunanistan






E
konomik krizde en önemli son gelişme ABD, Japonya ve AB ülkelerinin geçen yıl kesenin ağzını açarak özel bankaları paraya boğmalarıydı. Bu "yeniliğin" sistemi kurtardığı iddia edilmişti.
Hatta yakında krizin aşılacağını söyleyenler de az değildi.
Dünya çapında bankalara trilyonlarca Dolar para dağıtıldı.
Amaç şuydu: Bankalara para verilecek, bankalar da reel ekonomiye kredi verecekler -ki, yatırımlar artsın, istihdam olsun, iş yerleri açılsın, (reel) ekonomi dönsün. Ekonominin dönebilmesi için de geniş kesimlerin elinde yeteri kad
ar para olmalı ki harcasınlar, üretilen onca ürün satılsın.
Ekonominin dönmesini paraya endekslemiş bir dünyada "mantıklı" gibi geliyor kulağa!
Ama bankalar, kapitalizmin "kar mantığı"nı izlediler ve parayı en çok kar getirecek "iş"lere yatırdılar -geniş kesimlerin refahı kimin umurunda?!
Reel ekonomi, 1970'li yıllardan başlayarak Sanal ekonomiden daha az "kar" getiren alan.


Bu krizde bankalara aktarılan devasa mikarlardaki paralar reel ekonomiye değil borsa ve spekülasyona aktı. Kapitalizme göre bu çok "normal"di. (Normal olmayan, paranın borsalara akmasına şaşanlar)
Sonuç şu:
Amerikan Yatırım bankası Goldman Sachs'ın 16 Ekim 2009'da yaptığı açıklamaya göre sadece Temmuz ile Eylül ayları arasındaki net karı 3.2 Milyar Dolar (Bir önceki yıldan dört misli fazla).
11 Kasım 2009'daki verilerine göre Britanyalı Barclays bankası üçüncü çeğrekte 4.4 milyar Pfund Sterlin ile bir yıl öncesine göre karını ikiye katladı. (Die Zeit, 14.1.2010)
Haberlere göre sadece 2009 Aralık ayında ABD'de insanların çalıştığı 85.000 iş pozisyonu çeşitli nedenlerle (rasyonellleşme veya iflas nedeniyle) ortadan kalktı (Telgraph, 8.1.2010).
Sırf spekülasyon nedeniyle petrol fiyatları geçen yıl iki misli arttı, şimdi de (6.2.2010) aniden düştü. Aynı şekilde altın fiatları da yüzde 30 artmıştı, birden düştü. Spekülasyon sonucu yükselen en komik şey de "portakal suyu konsantresi." Fiyatı yüzde 80 arttı! Bir de bakır fiyatları! Bilgisayardan buz dolabına ve cep telefonuna kadar tüm elektronik aletlerin değişmez maddesi bakırın fiyatı yüzde 150 arttı.
Neoliberal ekonominin ana motorunun sanal ekonomi olduğunu daha önce söylemiştik. Reel ekonomi artık, sadece onun peşinden, ona takılarak işleyebilen ikincil konumdadır. Bunun nedeni, reel (kapitalist) ekonominin ve ücretli iş sisteminin dünya çapındaki krizdir. Sistemin final krizi, 1970'li yıllardan itibaren reel ekonominin boğulmaya başlamasıyla kendini gösterdi demiştik. Ekonominin motorunun reel ekonomiden sanal ekonomiye kayması ve çalışma/iş krizi 1990'lı yıllarda dünya çapında bir olgu haline gelmiştir. 2000'li yıllar, sistem dışı kalan kalıcı işsizler ve ekonomisiz bölgeler devri olmuştu. Şimdi bu durumun giderek pekiştiği ve bozulmanın, sistemin merkezine ulaştığı bir dönem yaşanıyor. Yeni durumda, sistemin sürekli işsiz üretmek zorunda olduğunu -ama böylece kendi altını da oyduğunu- anlatmıştık. Sistem -reel ekonomi bazında- karlı olabilmek için üretimi çok fazla artırmak zorunda, çok daha fazla enerji, hammadde kullanmak zorunda. Oysa borsada kazanmak kolay -bir tık ötesinde! Ve reel ekonominin o sonsuz miktardaki (giderek daha da) ucuz ürünlerini alabilecek geniş kitleler de azalıyor. Neoliberal sistem insanları işsizleştirerek, iş yerlerini rasyonelleştirerek, geçici işçi statüleriyle vs. kendi altını oyuyor.

Son verilere bakarak söylenebilecek konuların başında, devletlerin konjonktürel programlar dahilinde bankalar üzerinden piyasaya sürmeyi denedikleri son para "yardımının", halkla doğrudan ilintili iş/üretim/isdihdam gibi temel sorunları çözmediğini, insanları rahatlatmadığını gösteriyor. Bunun sonucu, sosyal tepkinin hızla büyümesidir. Türkiye'de bu konu, iktidarın inanılmaz cehaleti ve sorumsuzluğu sonucu yeni bir Muhalefet ayağının doğurmuştur ve bu muhalefet, (tıpkı AKP'nin pek övündüğü gibi) 81 ilde örgütlü sahiden 'mazlum' bir muhalefettir. Şimdilik Tekel İşçileri tarafından temsil edilmektedir ama kendine temsilci bulmakta zorluk çekmeyeceği açıktır.

Dünyada büyük özel bankaların paraya boğulması sonucu genel ekonomi sayılarının "olumlu" görünmesine rağmen, sanal paranın sadece bankalarla ilişkili alanlarda yoğunlaşıp kaldığı ve reel ekonomiye ya hiç inmediği ya da çok sınırlı ölçüde ulaştığı söylenebilir.
Buna bakarak şu söylenebilir: Bankalara para banyosu, sistemin kendini döndürebileceği türde bir etki yapMAmıştır. Yeni bir para banyosu, bu kez doğrudan reel ekonomiyi "görecek" şekilde yapılması gerekebilir. (yani böyle yeni para banyoları gerekebilir) Daha önce verilen paranın reel ekonomiye ve halka inebilmesi için -Obama'nın yapmayı planladığı gibi- bankalara sıkı risk sınırları konabilir, veya daha yaratıcı önlemler alınabilir. Ama bunlar, sistemi kurtarmaya yeter mi? Maalesef Hayır. Artık ekonomi çevrelerinde de alenen konuşulduğu üzere, sistemi değiştirmeden aynen sürdürmek artık mümkün değildir. Şimdi düşünülmesi gereken, reformların dozu ve halkın -bu değişim sırasında- azami ölçüde korunmasıdır. Değişimi gönüllü/planlı/dinamik bir yaklaşımla yapanlar (mesela Türkler), post-kapitalist dönemde yarışa önde başlayacaklardır. O yüzden AKP'nin sosyo-ekonomi ötesi günlük "laf demokrasisi!" ve "katakullist" kurnazlık oyunlarıyla (politika bile değil) bir yere gidilemeyeceği halk tarafından hızla anlaşılmaktadır. Şimdi, (AKP/İslamcı kökenliler dahil) her kesimin sağduyulularının bir arada -yaratıcılık/kalite, bütünü gözetmek, nesnellik ve insani/kutsal değerleri önemseyen bir yaklaşımla- yeni döneme kararlılıkla adapte olmaya çalışmaları gerekiyor. Bunu yapabilecek bir anlayış ve irade ortaya çıkıyor -ki çok sevindiricidir.

Dünyadaki son para banyosundan korkunç boyutlarda zengin olan "elitler"in tüketim alışkanlıkları dikkat çekici ve yeni önlemlerin hangi istikamette olması bakımından da öğretici. Para banyosuyla yıkanan yeni zenginler, kazandıkları devasa paraları harcamıyorlar. Bir-ik ev, araba, yat ve kattan sonra durup, paralarını bankalara depone ediyorlar. Yani (reel) ekonomiye/tüketime pek bir faydaları olmuyor. Oysa -sistemin çökmemesi için- mutlaka olmak zorunda. Serveti 30 milyon Dolar üstü sanal para zenginlerinin sayısı, 1997'den 2007'ye kadar olan süre içinde ikiye katlandı. (Die Zeit, age.)
Burada devletlerin iflas dinamiğini ilgilendiren ilk konu ise, devletlerin bankalara pompaladığı parayla ilgili bir durum. Bu sanal paraların önemli bir kısmının, şapka-tavşan misali, ekranlardaki sayıların ardına birkaç sıfır ekleyerek oluşturulduğu artık sır değil... (Bu çok önemli)
Bizi ilgilendiren durum da şu: Madem paralar hiç yoktan ekranda yumurtlanabiliyor -yani aslında büyük ölçüde yoklar-, öyleyse para denen şeyin -en azından teorik olarak- kaldırılabileceğini, iptal edilebileceğini, şutlanabileceğini söyleyebiliriz...
Yani para yerine, -sanal da olsa- başka birşey koyarak işe başlayabiliriz ve en azından fakirlerden başlayarak insanları mecburen para peşinde koşarken her türlü haltı yemek zorunda kalmaktan kurtarabiliriz. -Kurtarmalıyız.
Devletlerin bu kadar yüklü miktarda parayı bankalara vermesi, -sanki o para varmış gibi davranmak- olayının absürdlüğünü göstermekle kalmadı, verilen paraların elbette belli bir "reelimtrak" dayanağının olması nedeniyle, parayı veren devletlerin sosyal giderlerden kısması anlamına da geldi. Yani daha az sosyal devlet, daha az kreş, daha az emekli maaşı, daha az -parasız- sağlık hizmeti vs... Milletin boğazından/sağlığından/sosyal yaşamından kısılan paraların, "piyasanın kanunları!" uyarınca bu paracı beylere "faiz" olarak ödendiğini herkes görüyor. Ve o "kanunlar!"ın canına okumaya hazırlanıyor. Şimdi neoliberal iktidarlar -tıpkı AKP iktidarının yaptığı gibi- bunu gören, Milletten korkuyor, bu devasa haksızlığa ses çıkarmamasını istiyor, Milleti tehdit ediyor. Çünkü o kapı bir açılırsa, Milletin onu Stürn'e kadar kovalayacağını biliyor. İnsanlar, bu paracı tiplerin şutlanmasınan sonra Dünyanın herkese yeteceğini artık tahayyül edebiliyorlar.

Başta ABD, AB ve Japonya'da olmak üzere, bankalara dağıtılan paralar, günün birinde (kısmen de olsa) geri alınabilecek düşüncesiyle verilmişti.
Bankalar, bu paraları hiç ödemeyecekmiş gibi davranıyorlar -ki bu, mesela Obama'yı kızdırdı. Parayı alamazlarsa, üstelik tüm o finansal yükümlülükleri ve borçları devletler yüklenmişken, paraların bir kısmı da olsa geri dönmezse (daha korkuncu o paralar da batarsa -ki yeni balonlar oluştu bile!) bunun nasıl bir felaket olabileceğini ABD'de birileri mutlaka düşünüyordur!.. (Türkiye'de Emine Hanım'ın türbanı, Taraf'ın Balyozu, Fethullah'ın Ergenekonu, Genç Siviller'in GATA eyleminden fırsat bulunabilirse konuşulur -belki!) Benzersiz olan bu durumun dünyada nasıl bir yıkıma neden olabileceği henüz bilinmiyor. Devlet iflasları denen olay konusunda tecrübe var. Ama birbirine bağlı devletlerden bir-ikisinin iflası, hiç yaşanmamış bir durum.

Devletler, gelişmeler sonucu kendilerini birden finans piyasasının doğrudan içinde buldular, bizzat kendileri 'finans piyasası' oluverdiler. Ortada oynanan para, devletlerin bilgisayar tuşlarından türedi! Şimdi eski metodlarla, "kredilere" dayanarak konjonktür ayakta tutulmaya çalışılıyor. Kapitalizmi borçlanmadan ayakta tutmak şimdilik mümkün görünmüyor.
Devletler, özelleştirmeler/sınırsızpiyasa falan derken giderek daha az vergi toplayabiliyorlar ve varlıklarını/hizmetlerini ANCAK sürekli borçlanmayla sürdürebiliyorlar.
Bu genel eğilim, neoliberal dönemin zayıflattığı ulus-devletlerin ortak sorunu.
Yunanistan örneği, bu borçlanmanın bir sınırının olduğunu gösterdi. Bu sınır, alınan borcun miktarıyla değil, çevrilebilir olmasıyla ilgili. Ve hayali paralarla falan da işlemesi şüpheli bir durum söz konusu. Kredi kuruluşlarının bir ülkenin kredi notunu düşürmesi, günümüzde birçok finans fonunun bilgisayar ortamında otomatik satış talimatına uygun olarak harekete geçmesine neden olabiliyor. Bu da ani para kaçışlarını tetikleyebiliyor, banka çöküşlerine benzer durumlar doğurabiliyor. Yunanistan, şimdi Portekiz (sonra belki İspanya, Ukrayna vd.) gibi ülkeler riskli olduklarından daha pahalı krediler alıp sürekli artan miktarda yüksek faize mahkum kalıyorlar ve borç ödeme/çevirme sıkıntısına girebiliyorlar. Bu sarmalı sürdürmek için sürekli daha fazla borç almak gerekiyor.
Şimdi bu sarmal, kendi sınırlarına dayanmak üzere. Yani Yunanistan gibi ülkeler çökme tehlikesi altında. Avrupa'da Portekiz, İspanya ve İtalya'nın tehlikeli sulara girmeleri çok önemli, çünkü Türkiye AB ülkeleri ile ekonomi üzerinden oldukça yoğun bir ilişkiye sahip. Ukrayna da aniden çökebilecek ülkelerden biri. (Pakistan da tehlike altında)
Dünya tarihi boyunca devletler, hiç bu kadar kısa sürede bu kadar çok borçlanmamışlardı. Devlet borçları, son bir-iki yıldır astronomik boyutlarda arttı. Sadece ABD'nin borçlarının, geçen yılın Ekim-Kasım ayları arasında üçyüz milyar Dolar civarında artarak yıl sonunda 1.400 milyar Doları görmesi, benzersiz bir duruma işaret ediyor. Böylesi absürd sayıların ne anlama geldiğini anlamak için komşu Yunanistan'a bakmak yeterli. Toplam borcunun 300 milyar Dolar olduğu söyleniyor. (Gerçekte ne kadar olduğu henüz bilinmiyor.) AB, Yunanistan'ın bir domino efektini harekete geçirebileceği korkusuyla Euro (Avro) bölgesini kurtarabilmek için Yunanistan'a mutlaka destek olmak zorunda. Ama Yunanistan'ın AB'ye şişirilmiş yanlış bilanço sunduğu, borcunun/açığının çok daha fazla olduğu ortaya çıktı ve güven sarsıldı. Yunanistan kurtarılamazsa, Euro bölgesindeki ülkeler, kendi borçlarını daha kolay çevirbilmek için, eski para birimlerine geri dönemek isteyebilirler. Çünkü o zaman kendi darpanelerinde para basabilirler. Şimdi para sadece Brüksel'de basılabiliyor. (Euro bölgesinin çökmesi Türkiye'yi nasıl etkiler, mutlaka tartışılmak zorunda)
Devlet iflasları yeni bir olgu değil. Türkiye Düyun-u Umumiye'yi unutmadı. İspanya 19'uncu yüzyıl boyunca tam 19 kez iflas etti. Ama iflaslar bu kez farklı. Çünkü ekonomiler -tarihte hiç olmadığı kadar- birbirine bağlı. Bu nedenle çöküşler birbiri ardına gelebilir. Tehlike burada. Bu bir sistemik çöküş haline gelebilir. Bunun olmaması elbette daha iyi, ama reformlar yapılmazsa er veya geç mutlaka olacaktır. Zayıf halkalardan başlayan bir çöküş, bütün dünyayı etkileyecektir. Büyük tarihçi Eric Hobsbawm'ın "Yeni bir Dünya savaşı çıkması için tüm şartlar mevcut" demesi -bu nedenle- çok yerindedir. Eski neoliberal vahşi piyasada ve ekrandaki bol sıfırlı sayılarda ısrar etmek, sistemin söz sahibi muktedirlerini -giderayak- bir savaşa ve enerji/yeraltı kaynaklarını yeniden paylaşmaya itebilir. Bunu önlemek, ancak değişerek ve değiştirerek mümkün.
Değişimden korkmamak gerekiyor.

(Bunu Türkiye'de, özellikle AKP ve iktidar çevrelerine anlatmak gerekiyor! Çünkü en çok özveride bulunması gereken çevrelerin başında onların rantiyecileri geliyor)
Yunanistan'ın iflası mutlaka önlenmek, veya Euro bölgesinden çıkarılmak zorunda. Değişim için zaman kazanmak önemli. Yunanistan düşerse bunu Portekiz izleyebilir dedik. Ardından İspanya ve İtalya gelebilir. İflas şampiyonu İspanya'da halen 4 milyon işsiz var.