Son Çar'ın son seçimleri ve beklenmedik alternatifi

Sondan bir önceki Rus Çarı III. Aleksander 1894'de aniden ölünce, yerine bebek yüzlü ve yumuşak mizaçlı II. Nikola Çar ilan edildi. Nikola, kendinden daha uzun boylu Alix ile evlendi ve böylece sadece Alman tahtı ile değil, Büyük Britanya tahtı ile de akraba oldu. Alix'in babası IV. Ludwig, Alman Hessen devletinin hükümdarı, annesi ise Kraliçe Victoria'nın kızı Alice idi. Birinci Dünya Savaşı öncesinin en az on yıl süren gerginliği ve soğuk savaşında Avrupa'nın hükümdarlarının birbiriyle böyle yakın akrabalık ilşkileri vardı. Ruslar 1905'de, Doğu'lu bir güç olan Japonlar tarafından yenilince, Rusya'da ortalık karıştı, Gezi gibi büyük kitlesel hareketler oldu, ama Solcuların Çarı devirme girişimleri -yani devrim- başarısızlığa uğradı. Elbette istikameti belli gelişmelerin yarı yolda devrim deneyip başaramamaları sadece geçici bir oldgudur, nitekim bu devrim girişiminde edinilen tecrübe, daha sonrası için yol gösterici oldu ve süreç devam etti.
    1905 devrim yenilgisinin en önemli sonucu, Çarın reformlar yapmak zorunda kalması ve Duma adı verilen Rus Meclisini açmasıdır. Gerçi Nikola, tıpkı çağdaşı Abdülhamit gibi yapıp Duma'yı bir kaç kez kapatsa da, Rusya Meclisi işliyordu ve buradaki en büyük yandaş grup Oktobristlerin borusu ötüyordu. Ekim 1905'de bir manifesto yayınlayan Nikola'nın muhafazakar çizgisini savunan Oktobristler adlarını bu manifestodan alıyorlardı. 1906'daki Birinci Duma seçimlerinde sadece 17 milletvekiliyle esamisi okunmayan Oktobristler, 1907 seçimlerinde 32, aynı yıl yapılan Duma seçimlerinde ise 120 milletvekiliyle en büyük grup oldular. Ama 1912 seçimlerinde sayıları 99'a düştü, tabii başka sağcı partiler de vardı. Milliyetçilerin 88 milletvekili, aşırı sağcıların 64 milletvekili bulunmaktaydı. İkinci Duma seçimlerinde 64 milletvekili kazanan Sosyal Demokrat İşçi Partisi, 1912'deki son seçimlerde Duma'ya sadece 14 milletvekili sokabilmişti. Bu parti, Menşeviklerin ayrılmasından sonra Lenin'in Bolşeviklerinden oluşuyordu (ve 1918'de Sovyetler Birliği Komünist Partisi adını aldı).
Tam bir azınlık partisi olan Bolşevik Partisi'nin hiç umulmadık bir şekilde iktidarı -bir devrim yardımıyla- devralması, bir tek adam rejiminin nasıl çöktüğüne klasik bir örnek teşkil eder.
    Birinci Dünya Savaşı öncesi Rus Çarı II. Nikola ile Alman İmparatoru II. Wilhelm arasındaki mektuplaşmalar inanılmaz bir canım-cicim dili içerir. Mesela birbirlerine "Niki", "Wili" diye seslenirler, eh sonuçta akraba bir krallar kraliçeler prensler prensesler beyler bayanlar tarafından yönetilen bir Avrupa sözkonusu. Niki, "Aman Wiliciğim bu işleri kızışmadan önleyelim" diye rica minnet etse de Alman İmparatoru, Saraybosna'da çakan kıvılcımı "çok iyi" değerlendirip savaşı başlatır. Niki, İngilizlerle Fransızlara ve milyonlarca eğitimsiz köylüden oluşan kalabalık Rus ordusuna çok güvendiğinden, savaşın çabuk sonuçlanacağını ve Almanların hemen yenileceğini sanmaktadır! Daha sonra Niki'nin askeri "deha"sından kısaca bahsedeceğimden, bu tahminini Niki'nin naifliğine vereceğinizden eminim.
    Almanya Rusya'ya 1 Ağustos 1914'de savaş ilan ediyor, 2 Ağustos'da Tarabya'da Türkiye ile gizli savaş ittifakı anlaşması imzalanıyor, iki gün sonra Rusya'nın başkenti Petersburg'daki Alman Büyükelçiliğine saldıran milliyetçi Ruslar, elçilikte ellerine geçen herşeyi fırlatıp sokağa atıyorlar, kağıt belgeler havada uçuşuyor, mobilyalar sokaklarda. Ellerinde ikonalar, Rus Çarının resimleri ve bayraklar taşıyan göstericiler, Büyükelçiliğin önündeler. Lenin o gün, Avusturya-Macaristan'ın bugün kuzey Çakya'da bulunan Zakopana kasabasında.
    Savaş, hiç de Çarın beklediği gibi hemen bitivermiyor. 1914 yılı Ağustorundan yıl sonuna kadar Almanların "Doğu Cephesi'nde 1.2 milyon Rus askeri ölüyor, yaralanıyor ya da esir düşerek safdışı kalıyor. Rusya'da yiyecek fiyatları hemen ikiye katlanıyor. 1915 yılı, Ruslar için daha da büyük bir felaket. Tannenberg'deki savaş tam bir hezimet. Ruslar Doğu Prusya bölgesinden çekiliyorlar. Avusturya-Macaristan orduları Ukrayna'ya, Alman orduları Ağustos'da Varşova'ya giriyorlar. Rusların darmadağın olması üzerine, onlara yardıma gitmek amacıyla İngiltere ve Fransa Çanakkale operasyonunu planlanıyorlar, bunu yapmak zorundalar, yoksa Rusya'nın çökmesi mümkün.
    Durum bu kadar vahimken ve Rus ordusundaki askerlerin üçte birinin silahı yokken ve asker kaçaklarının sayısı milyonu geçmişken, 5 Eylül 1915'de Rusya'nın tek adamı Niki, kendisini ordunun başkomutanı ilan ediyor, eh tabii Wili de başkomutan havalarında, ondan aşağı mı kalacak? Daha sonra Çar'ın "Başkomutanlığı"nı bir Rus generali şöyle yorumlamıştır: "Savaş konusunda aynı bir çocuk gibiydi". Yani haritaya bakıp, "şurayı alalım şurayı satalım, yakalım yıkalım" diye konuşan, savaşı oyun sanan birinin ruh hali. Çanakkale'de Türk direnişi geçit vermeyip yardım da gelmeyince 1916 yılında Rus ordusunun kaybı tam 850.000. Ama aynı yıl Türklere karşı başarılılar. Rus ordusu 1916'da Erzurum ve Trabzon'u alıyor. Bundan biraz cesaret alıp hâlâ, "Almanya 1916'da savaşa dayanamayıp çöker" havasındalar.
    Savaş Rusya için tam bir felaket görünümündeyken Lenin de Ocak ayında başladığı "Emperyalizm, kapitalizmin en yüksek aşaması" kitabını Haziran sonunda tamamlıyor, savaşı "Emperyalist savaş" diye tanımlıyor, hanedanların kendi aralarında çatışmalarıyla da dalga geçiyor. "Finans oligarşisinin iktidar düzeni"ne şiddetle karşı çıkması, Almanya'dan Bolşevik Partisi için 82 milyon altın Alman Markı almasına engel teşkil etmiyor. Lenin o zaman, yalnız kalmak pahasına da olsa savaşa kesinlikle karşı çıkan küçük bir Sol çevrenin en önemli lideri. Ve bu tavrı onu hem benzersiz kılıyor, hem de iktidara gelmesi için en önemli gerekçeye sahip olmasını sağlıyor: Çarlık devriyle ve onunla ilgili herşeyle köprüleri atmak...
    Çar Nikola'nın eşi Çariçe Alix, Alman olduğundan halk tarafından "Bu casus mu" diye bakılan bir şahsiyet. Ruslar da Türkler gibi komplo teorilerine meraklılar. Küçük oğlu çaresiz bir "kan hastalığı"ndan muzdarip olduğundan Alix, bir anne içgüdüsüyle, doktorlardan umudu kesip Grigori Rasputin adlı gezgin esrik bir keşişi saraya alıyor. Rasputin, insanları iyileştirme kudretine sahip biri diye tanındığından, sarayda kısa sürede etkili kişi haline geliyor, Sarayda alınan kararları etkilemeye başlıyor. Ahlaksız biri olduğu söylenen bu iri yarı keşiş, kısa sürede sarayda Çariçeyle ve diğer kadınlarla aşırı yakınlığı nedeniyle ülkenin en nefret edilen insanlarından biri oluyor. Nitekim durum öyle bir vahamet kazanıyor ki, Bir grup subay Rasputin'i öldürmek zorunda kalıyor. Dokuz canlı bu adamın öldürülmesi ile ilgili hikayeler, hatta filmler gırladır.
    Almanlar savaşa devam ettiler ama Rusya mahvolmuştu. Açlık, hastalık, kömür sıkıntısı had safhadaydı ve ordu tam bir felç vaziyetinde, devlet ise yolsuzluk ve savaş zenginlerinin mafya tipi çıkar örgütlerinin elindeydi. Ama işte ülkenin dibe vurduğu bu aşamada, yani 1917 yılı başında, nereden nereye gelindiği ve nereye gidileceğini gösteren oldukça net işaretler vardı. Çar Nikola seçim kanununu kendine uysun diye değiştirmiş, ilk kez kadınlar ve azınlıklar da seçme seçilme hakkı kazanmışken, "Şükredelim Çarımıza" deyip yeni oy kullananların Çarın Oktobristlerine oy vermesi yeterli olmadı. Şubat ayında, başkentteki Viborg işçi mahallesinde "ekmek isteriz, kömür isteriz" diye ayaklanan işçiler, yiyecek ve kömürün karneye bağlanmasına ve bu sistemin işlememesine isyan ederken, aslında kendi sistemlerini savunmaya başlamışlardı bile.
    1914'den itibaren ekonomi tepetaklak olunca ve devlet kendini düşünmekten hiçbir şey yapmayınca, yeni bir örgütlenme modeli iyice görünür oldu: Özyönetim birimleri. "Sovyet" denen bu grupçuklar, 1914'den itibaren aciz kalan devlet yerine halkın kendi kendine yiyecek ve kömür sağlayıp ihtiyaç sahiplerine dağıtan, kendi kendine kararlar alan gruplardı. Viborg'daki de bir işçi sovyetiydi. 1917 kışındaki bu büyük gösteri, Gezi gibi bir isyana dönüştü ve tamamen bu özyönetim birimleri tarafından yapıldı, koordine edildi ve sürdürüldü. Halk artık aciz devlet kurumlarına değil, iyi örgütlü bu gruplara güveniyor, yaşamak için en gerekli yiyecek içecek giyecek ve yakacağını o gruplar sayesinde sağlıyordu. Fakat bu gruplar Çar'dan, Alman Çariçe'den nefret eden, siyasi yelpazenin geniş bir kesimini teşkil eden halk kesimlerlerindendi. Grupların Bolşeviklerin kontrolü altına girmeleri çok basit bir nedenle oldu: Bir tek Bolşevikler, Çar'a yakın kesimlerle kesinlikle en ufak bir ittifak ilişkisine girmek istemiyor, onlara kesin karşı çıkıyorlardı. 28 Şubat 1917'de Duma'da geçici bir Hükümet kurulmuştu. Aynı gün Petrograd sovyeti de kuruldu, polis halka ateş açtı. Protesto ve isyan iyice çığrından çıkıp göstericiler evlerine dönmeyince, Çar, 2 Mart günü tahttan feragat ettiğini ilan etti. Yolsuz ve yandaş, hantal devlet kurumları, güvenlik kuvvetleri, halkın güvenini ve meşruiyetlerini tamamen yitirmişlerdi. Geriye bir parça da olsa legitim/meşru kurum olarak sadece Duma kalmıştı.
    Sovyetlerin kendilerine önder olarak Bolşevikleri seçmelerinin baş nedeni, 1905 devrim denemesinin başarısızlığına rağmen devrimcilerin, olağanüstü durumları yönetmek ve halkın ihtiyaçlarını karşılamak için gerekli örgüt aklına sahip olmalarıydı. Bolşevikler, diğer Duma partileri gibi Meclis'deki en büyük Çarcı tekadamcı Oktobrist grubu da hesaba katmıyor, onların suyuna gidecek hareket tarzını reddediyorlardı, hem de bunu, Duma'da sadece 14 milletvekilleri olmasına  rağmen yapıyorlardı.
    Özyönetim gruplarının başına seçilen Bolşeviklerin sayısı hızla arttı. 25 Eylül'de Leo Troçki, başkentte şehir sovyetinin başkanı, yani en üst yöneticisi seçildi. Bu arada Duma'daki diğer Sol fraksiyon Sosyal Devrimciler de bu gelişmelerden yararlandılar. Oktobristlerin meclis çokluğunu "gözardı edilemez" bulan bu liberal solcuların lideri Aleksander Kerenski, Atatürk ile yaşıttır, Simbirsk'de doğmuş, Taşkent'te büyüyüp başkentte Hukuk okumuştur. Bu adamı Atatürk'le kıyaslamamın nedeni, 1917 yılı içinde halktan korkan Duma tarafından önce Adalet bakanı, sonra savaş bakanı yapılması, 21 Temmuzda başbakan olması, 9 Eylülde kendisine yönelen bir darbe girişimini bizzat önleyerek 14 Eylül 1917'de "Rusya Cumhuriyeti"ni ilan etmesidir. Atatürk'den 6 yıl önce... Ama Çarlık Rusyası'nın yıkılmasından sonra kurulan Rusya Cumhuriyet'i, sadece 25 Ekim gününe kadar yaşamıştır. İki ay bile değil! Bundan sonrası, "Ekim Devrimi tarihi"dir.
    Rusya'yı Bolşevikler devralıp adlarını SBKP (Sovyetler Birliği Komünist Partisi) diye değiştirdiklerinde, Kerenski son anda devrimcilerin elinden kaçıp kurtulmuş kurt bir politikacı olarak Finlandiya'daydı, ama Moskova ve Petersburg'da da gizli bir şekilde sahte kimlikle bulundu. Kerenski, daha sonra Londra'ya gitti, 1922'den 1932'ye kadar Paris'de Rus göçmenler için gazete çıkardı ve nihayet 1940'da, İkinci Dünya Savaşı'nın en karanlık günlerinde ABD'ye gitti, orada 1965'de anılarını yayınladı. Atatürk'le yaşıt bu ayaklı tarih, 1970'de New York'da öldü. Atatürk adam gibi doktorlara denk gelseydi de onun gibi 1970'lere kadar yaşasaydı Türkiye nasıl bir ülke olurdu, ayrı bir yazı konusu. Ama uzlaşmaz tavır ve halkın kendi kendisini yönettiği özyönetimci anlayışa önderlik etmek, kesinlikle başarılı oluyor. Bolşevikler, sosyal devrimci Duma fraksiyonunun Kerenski örneğindeki gibi "Dumanın tamamını temsil eden çözümler üretelim" diyerek Oktobrisleri de hesaba katan "ılımlı" bir politika izleseydi, kesinlikle özyönetimlerce benimsenmez, onlara önderlik edemezlerdi. Gelişmeler, Çarlığın ihyası istikametinde değildi, tıpkı Türkiye'de de Padişahlığın ihyası istikametinde olmadığı gibi.