İç barışın kurulmasıyla ilgili yeni dönem notu




Türkiye, Nisan başından bu yana, geçen yılın yazında girdiği karanlık tünelden çıkma heyecanını yaşıyor.
Tünelin ucu Nisan başında görününce, büyük bir rahatlama oldu, umutsuzluk sona erdi ve ardından, o rahatlama döneminin ilk görece sıkıntısı "belge" tartışmalarıyla geldi. Fakat Makul muhalefet'in, bu konuyu da, insani/kutsal değerlere bağlı kalarak, kaliteyi yükseleterek, dürüstlük ve nesnel bir yaklaşımı esas alarak şimdilik atlattığı görünüyor. Bu aşamada TSK'yı sert çıkışlara kışkırtmak ve Hükümet ile Orduyu çatıştırmak girişimlerinin de -bunu amaçlayanların istediği ölçüde- başarılı olmadığı görüldü. (Bundan sonra daha az başarılı olacaktır)
Asıl amaç bir tür barışma/uzlaşma ve en önemlisi 'Güvenin tesisi' olduğu için, bu konuda henüz yeterince ilerleme sağlanamadığı söylenebilir. Ama daha Mart ayında doğan, henüz son derece cılız olan ve en etkili dönemini sonbaharda yaşaması mümkün bir iç barış dönemi varlığını hissettirecek gibi görünüyor.

Sona ereceği 2010 Şubatına kadar, önemli bir şans anlamına da gelen bu dönemde Türkiye, kendi doğal kapasiteleriyle her alanda uyum içinde olacağı anlaşılıyor.
Bu dönem, objektif kararlar verme ve rasyonal/irrasyonal düşünme kapasitesinin eskisinden daha yüksek olduğu bir zaman kalitesine işaret ediyor. Empatinin daha kolay kurulabileceği, hislerin daha yoğunlaşacağı bir dönem. Öyleyse birbirini anlamada ve birbirine daha yaklaşmada, aradaki düşmanlıkları aşmada daha yapıcı olunabilecek bir dönem denebilir. Henüz cılız olan bu etkinin, Türkiye'nin karanlık tünelden çıkmakta olduğu şu günlerden sonra ivme kazanarak daha güçlü/etkili olabileceğini söylemek mümkün.

Bu dönemde en başarılı olunabilecek önemli alan, daha önceki o büyük yaraları, acıları yeniden, bu kez daha sağlıklı, (taraflı duygulardan daha uzak bir şekilde) değerlendirmek olabilir. Hatta çok daha gerilere giderek iki önemli konu, iki farklı çevre tarfından yeniden -bu kez daha makul bir bakışla- değerlendirilebilir/değerlendirilmelidir. Bu birbirine taban tabana zıt görünen, ama özünde aynı (aynı şeyin iki yanı) olan,
önemli psikolojik/siyasi konu şu:
1. AKP ve İslamcı çevre -kendi açısından haklı görünen bir şekilde- Kemalist elitlerin ve Ordunun, eski Osmanlı geleneğinden tamamen koptuğunu ve bu durumun aşılması gerektiği temel fikrine sahip. Düşmanlıklarını daha çok buraya dayandırıyorlar.
2. Onun karşıtı görünen CHP, Ordu ve Türk/Kürt Milliyetçisi çevreler de -kendi açılarından haklı görünen bir şekilde-, AKP ve İslamcı çevrelerin seküler (Cumhuriyet) geleneğinden koptuğunu ve devletin seküler niteliğini değiştirerek diğer kesimleri devletten uzaklaştırmaya çalıştıklarını (veya şeriat devleti kurmaya kalktıklarını), bu nedenle tamamen etkisizleştirilmeleri gerektiğini düşünüyor, düşmanlıklarını buraya dayandırıyorlar.
Bu iki konunun mesela ilk ortak paydası şurada:
İki kesim de aynı eski geçmişten tamamen kopmuş durumda... (Yani biri diğerinden daha az "kopuk" değil)
Seküler/Cumhuriyetçi çevreler -evet- Osmanlı ve eski İslami gelenekle belki bağlarını kopartmışlardır, ama belli bir Cumhuriyet kültürü, sanatı, (sallapati de olsa) bir demokrasi geleneği vs de kurmuşlardır.
AKP ve İslamcı çevreler de Anadolu'nun Selçuklu-Osmanlı İslami geleneğiyle bağlarını tamamen kopartmışlardır, ama o dönemin ihtişamıyla gönül bağları mevcuttur. Şu anda bu çevrelerin savunduğu İslam anlayışının -ki neoliberalizme has, dünyada yagın bir homojen Arabi/Emevi sözel Müslümanlık anlayışıdır- Anadolu'nun bin yıllık Müslüman geleneğiyle alakası yoktur (-ki o eski gelenek, bin yıl boyunca 'İslam'ın bayraktarı' olmuştur).
Anadolu İslam'ı, neredeyse bütün İslam coğrafyasını kontrol etmasine rağmen asla Arabi/Emevi Müslümanlığından esinlenen bugünküne benzer bir neolibebral homojen İslamcı anlayışına sahip olmamıştır.
Ayrıca, sonradan modernleşen İslamcı kesimler, kendi anlayışlarına uygun ne bir kültür ne de sanat geliştirmemişler/geliştirememişlerdir. Ama sonradan modernleşmenin verdiği bir optimizme/iyimserliğe ve mobilitesine sahiplerdir. Buna rağmen, 'Demokrasi yazıları'mızda ayrıntılarıyla işleyeceğimiz gibi, bugünkü halleriyle geleceği belirleme şansları sıfırdır. Bu konuyu AKP ve İslamcı çevreler iyi düşünmek zorunda.

İki kesim için şimdi bu halde ve önümüzdeki değişim süresinde, birlikte var olmak, bir çatışma ile/içinde olamaz. Bunu İslamcı kesim iyi düşünmeli. 2008-2024 sürecinin bütününe bakınca -bir çatışma olacaksa- kaybeden taraf kesinlikle İslamcı taraf olacağı açıktır ve bu olmak zorunda değil. Bu gelişme trendi o kadar kesindir ki, daha şimdiden, son bir yıldaki gelişmelerden okunabilir. Ama öyle olMAmalı. Bunu hem Cumhuriyetçi/seküler kesim hem İslamcı kesim iyi düşünmeli. Çatışmak olmamalı. Uzlaşmak ve karşılıklı güçlü yanlardan yararlanmak olmalı, giderek kutuplaşma anlayışını aşmak esas olmalı.
Cumhuriyetçi/seküler çevreler de (bu çevrelere DTP de dahil), geçmişe sağlıklı bir açılımın ve Anadolu İslam'ı/kültürü ile barışık omanın önemini anlamalılar, ama şimdinin islamcı kesiminin -değişim isteği göstermesi koşulları altında- kabullenilmesi gerektiğini de iyi anlamalılar. Sonradan modernleşen bu çevreyi kabullenmek ve onların kendilerini değiştirmeleri için zamana ihtiyaç olduğunu anlamak önemli. (-ki değişim onlarda da gözlenmekte)

Bu iki kesimin de, bir modernleşme sürecinden geçtiklerini, o sürecin özünde aynı lduğunu, sadece birinin diğerinden daha önce (veya sonra) modernleştiğini anlamaları gerekiyor. Modernleşmenin iki kesim için bazı farklı sonuçları olmuştur, ama bunun için çatışmak gerekMİyor. Bunun şimdi iyi anlaşılması şart. Bu çatışmadan kendine pay çıkarmaya çalışan ve bu alacakaranlıktan istifade etmeyi deneyenlerin etkisizleştirilmesi de bu sürece dahil olabilir.
İki kesim de karşılıklı olarak anlaşılmadığını düşünüyor. Bu malesef doğru. Ama şimdi barışma ve birbirini samimi olarak anlamaya çalışma dönemi. Sözkonusu zaman kalitesi, şimdi daha iyi anlaşılmayı mümkün kılabilir.

Bu dönemin sıkıcı tek yanı, insanların bu anlaşma uğruna kendilerine koydukları sınırlamaların belki zor gelebileceği. Anlaşma ve barışmanın dozu ilerlerse, o sınırlamalar daha az rahatsız edebilir ve 'açık konuşmak'lar karşıdakileri daha az rahatsız edebilir, çünkü güven daha geniş kesimleri kapsayacak, daha sahici olabilecektir ve güveni kötüye kullananlar daha çabuk deşifre olacaklardır.
Buradan, olumlu, iyimser, kapsayıcı bir mantalite çıkabilir, (bunun ilk deneyimlerine sahip bir kesim şimdiden var) -Ve o mantaliteyi kurmak elbette samimi/dürüst herkesin görevi olmalı.