Kültür havzalarında çok dillilik ve Hindistan örneği

Bizim Nasreddin Hoca’dan sekizyüz yıl önce dinlediğimiz, günümüzde Hintlilerin Vedanta (‘Sonuncu/ mükemmel/Tevhid’ anlamında) hocalarından dinlediği malum fıkrayı herkes bilir: Hoca öğrencilerinine sorar, ‘Size ne söyleyeceğimi biliyor musunuz?’ Öğrenciler ‘Bilmiyoruz’ deyince, ‘Demek ki kifayetsizsiniz. Öyleyse ben de anlatmıyorum’ deyip sınıfı terkeder. Bir hafta sonra talebeler, aynı soru sorulduğunda ‘Biliyoruz’ demeye karar verirler. Hoca bu kez, ‘Madem biliyorsunuz, benim anlatmama gerek yok’ deyip gene çekip gider. Talebeler çaresiz, kendi aralarında bir karar alırlar ve hoca bir hafta sonra aynı soruyu yeniden sorunca, yarısı ‘Biliyoruz’, yarısı da ‘Bilmiyoruz’ der. Hocanın yanıtı, bizim Hoca’nın malum yanıtı olur: ‘Bilenler, bilmeyenlere anlatsın.’ Bizim, buraya kadar bildiğimiz fıkranın devamı Hindistan’da şöyle devam ediyor: Hoca yeniden sınıfa gelir ve soruyu yeniden sorar. Bu kez sınıfta çıt çıkmaz. Ve hoca, işte o zaman Vadanta’yı anlatmaya başlar. (Fıkrayı anlatan: Svami/usta Vivekananda 1863-1902)

Ulusçu/milliyetçi tarih anlayışını aşarak birbirine yaklaşmak trendine hazırlanan akraba halklar, Hindistan’ın modern zamanlarda ayrışMAmak/bölünMEmek deneyimlerinden yararlanabilirler. Çünkü günümüzdeki durum, Ahmet Özcan’ın deyimiyle ifade edecek olursak şöyle: ‘Osmanlı Beyliği’nin Anadolu ve Balkanlar’da tutunmasını sağlayan ilk ve en uzun süreli müttefikleri olan Sırplar ve Ermenilerin, 19. yüzyıldan itibaren nasıl bir milliyetçi aşı sonucu en uzlaşmaz düşmanlar haline dönüştüğü bilinmektedir.Yine Araplar’ın ilk ayrılıkçı temayülleri, Arapçı tarih okuması ile kışkırtılmaya başlanmıştır. Bunlara bir tepki olarak gelişen Türkçü akımın Türk tanımı ve tarih okuması da neredeyse diğerleriyle kelimesi kelimesine aynıdır. Bugün benzer bir sahte tarih ve kültür icadı Kürtler için uygulanmaktadır.’ (‘Teolojinin Jeopolitiği’ 2005)

Kapitalist “uygarlık”ın ipliği pazara çıktıkça ve insanlar nasıl tehlikeli bir yolda ilerlediklerini anladıkça, sistemin ayrıştırıcı/çözücü etkisi de azalacaktır. Şimdi eski kültür havzalarının yeniden ortaya çıkacağı bir dönem söz konusu. Bu anlamda Hindistan, kendince çok dilli/dinli modern bir kültürü yaşatması konusunda, -önümüzdeki bu geçiş döneminde- bazı örnekler sunuyor. Hindistan bu konularda özüne/eskiye daha yakın bir yerde duruyor ve bu sayede mikro-milliyetçilik, ayrılıkçılık gibi sorunları yaşamıyor (veya bu sorunlar Hindistan için tehlikeli olmaktan uzaklar).

Büyük-Ruh (Mahatma) Gandi, Hindistan’ın bağımsızlık mücadelesini Bombay’dan yürütmüştü (Şehrin yeni adı, 1995’den beri ‘Mumbai’. Yerel Tanrıça ‘Mumba-Devi/Tanrıça’den esinlenen bir isim). 1948’de Büyük Britanya’nın son askeri birliği Hindistan’ı Bombay limanından terkederken, Büyük-Ruh Gandi ve dava arkadaşı Jawaharlal Nehru, İngilizce’nin de ülkeyi terk edeceğini düşünmüşlerdi. Ama öyle olmadı. Hindistan’ın bir ulus-devlet haline gelmesi için diğer ulus-devlet örneklerinin yolundan gidileceği ve İngilizce’den açılacak boşluğu tek tip Hintçe dilinin dolduracağı sanılıyordu. İngilizce, hem de halkın, ulusçu tek dil anlayışına bir tepki olarak yaşamaya devam etti. (Tabii bu durum, Hintlilerin İngilizce hayranı olduklarını gtöstermiyor)

Hindistan, tıpkı Avrupa gibi, Avrasya kıtasının (kendi içinde kültürel bütünlüğe sahip ‘sub-Kontinent’lerinden) ‘yarı-kıta’larından biridir. Büyük Britanya’da, Fransa’da (ve Amerika’da) başlayan kapitalistleşme sürecinin getirdiği sosyal homojenleşmeler sonucu Avrupa yarı-kıtasında parçalı ulus-devletler düzeni oluşurken, bu etkiden uzak Hindistan yarı-kıtası 1948’e kadar bütünlüğünü korudu. O zamanlar bunu, Büyük Britanya emperyalizminin sömürgesi olmasına DA borçluydu. Kapitalizmden nispeten uzak kalmış olmanın ve köklü kültürünü fanatik bir şekilde de olsa sahiplenmenin avantajını kullandı. Daha sonraki bölünme de (Pakistan-Hindistan) Britanya’nın beklendiği ölçüde -Avrupa'daki gibi- çok parçalı/paramparça devletler deryası durumu arzetmedi. Oysa Avrupa’nın yanıbaşındaki Osmanlı ülkesi, milliyetçiliği (milliyetçi tarihçiliği) çok ciddiye almış ve parçalanmanın önüne geçememiştir.

Günümüzde örnek bir demokrasiye sahip Hindistan’da çok dilli yasaksız bir edebiyat yaşıyor. Hindistan’da, resmen tanınan ve kendince bir edebiyata sahip 18 dil var. İngilizce’yi de buna eklersek, rahatlıkla 19 dilli bir ülkeden bahsedebiliriz. (Hindistan’da Hintçe ve İngilizce dışında resmen tanınan/kullanılan 21 dil daha var. Binlerce yerel şiveyi saymıyoruz). Salman Rushdie ile başlayan ve dünyada sağlam bir yer edinen Anglo-Hint edebiyatı şimdilik Hint edebiyatını temsil ediyor görünse/gösterilse de, durum hiç de öyle değil. Dünyada ‘Hint edebiyatı’ denince ilk akla gelen Rushdie ile birlikte, Arundhati Roy, Vikram Chandra, Jhumpa Lahiri ve İngilizce yazan birçok diğer tanınmış yazarın Hint edebiyatını temsil ettiğini söylemek zor. Çünkü İngilizce’yi az ya da çok kullanabilen Hintlilerin genel nüfusa oranı sadece yüzde beş kadar. İngilizce sözcükleri az da olsa anlayabilenlerin oranı ise yüzde onu aşmıyor. Hindistan’da İngilizce’yi ana dili gibi konuşup yazabilenlerin oranı binde iki. Okur-yazar olmayan 450 milyon Hintli ve Hindu dili konuşan 440 milyon insanla kıyaslanmayacak kadar düşük bir oran. Dünyada haklı bir üne sahip Arundhati Roy’un ‘Küçük şeylerin Tanrısı’ adlı ünlü romanı (Can Yayınları, 2000. İlknur Özdemir çevirisi) Hindistan’da sadece 140 bin adet satılmış -ki İngilizce yazan Hintli yazarlar için bir rekor sayılıyor.

Dünya’nın en çok insan tarafından konuşulan ikinci büyük dili Hintçe/Hindî, başka dillere pek çevrilmeyen canlı bir edebi hayata sahip. (En çok konuşulan dil Çince, üçüncü büyük dil de İspanyolca) Diğer büyük Hindistan dilleri, her biri milyonlarca insan tarafından konuşulan Malayam (35 milyon Hintli), Marathi (70 milyon Hintli), Gujarati (45 milyon Hintli) ve Bengali (215 milyon Hintli/Bengladeşli) gibi diller.

Bu diller, esas olarak birbirinden bağımsız yaşıyorlar, çünkü -örneğin anadili Malayam olan bir Hintli Bengal dilini hiç bilmiyor. Bu durumda genellikle, en büyük dil olan Hindu dilinde anlaşıyorlar. İyi eğitimli bir Hintli en az üç dil biliyor: Kendi ana dili, Hinduca ve İngilizce. (Hindistan’ın birbirinden habersiz yaşayan dillerinin dezavantajı, Hindistan dışında neredeyse hiç tanınmamaları) Hindistan’ın dillerinden birinde yazılan kitaplar -çok kısıtlı sayıda ve neredeyse sadece İngilizce’ye çevriliyor. Başka dillere çevrilmeleri için de İngilizce’den çevirmeleri gerekiyor. (Yayımcılar, çevirinin çevirisi mahiyetindeki kitaplara -halkı nedenlerle- pek itibar etmiyorlar)

Hindistan, edebiyatını dünyaya tanıtırken, sadece İngilizce ve Hintçe edebiyatını değil, diğer dillerdeki edebiyatını da tanıtıyor. Kısaca ‘bhasha’ (Hintçe: dil) yazarları diye adlandırılan bu yazarlar, kendi dil havzalarında çok tanınan ve halkın çok ilgi gösterdiği popüler kişiler. Hindistan, bu yazarlarını ve onların eserlerini de uluslararası etkinliklerde ve kitap fuarlarında tanıtmak için çaba harcıyor. Diller arasında ayrım yapmayan bu saygılı yaklaşım, azınlık/çoğunluk zihniyetinin olmadığı, her dilin/kültürün, kendince ülke kültürüne katkısı olarak algılanıyor. Bu anlamda, bir yarı-kıtada farklı kültürlerin/dillerin ayrılmadan iç içe yaşamalarına önemli bir örnek teşkil ediyor.

Hindistan’ın olağanüstü çeşitlilikteki kültür ve dil havzaları, kendilerini Hint yarı-Kıtasının bir parçası olarak gördüğünden, ayrılıkçı düşünceler taraftar bulamıyor. Yirminci Yüzyılın ortasında Hint yarı-Kıtasındaki milliyetçi yükselişin zirve noktası sayılan Hindistan-Pakistan bölünmesi (ve sonra Pakistan-Bengladeş ayrışması), aynı dillerin konuşulduğu bu ülkelerde başka bölünmeleri gündeme getirmedi. Merkezini Konstantiniye'nin oluşturduğu (Doğu ile Batı arasında yer alan) Orta Bölge’deki kültür havzalarında halkların ve kültürler birbirine yaklaştıkları, hatta ulus-devletlerin kendi aralarındaki (milliyetçiliğin doğasına uygun olarak ürettikleri) düşmanlıkların bile giderek ortadan kalktığı görülüyor. Dil konusu -henüz- homojen ulus/dil takıntılı ulus-devletleri ürkütmeyi sürdürüyor. Eğer Orta Bölge'de ulusal sınırları tartışmayan gönüllü/güçlü bir kültür havzası yaratılırsa, sistemin ürettiği korkularla çok daha kolay başa çıkılabilecektir.

Günümüz Hindistan’ında Marathi ve İngilizce dillerinde yazan ve Hindistan’ın en önemli yazarı sayılan Kiran Nagarkar, ana dilinde başladığı ‘Ravan & Eddie’ adlı ikinci romanını İngilizce dilinde bitirince klinik depressif tanısıyla hastaneye kaldırılmış! Ama -anlaşıldığı kadarıyla- pes etmemiş. İki dilde de yazmayı sürdürüyor. Bir dergiye verdiği mülakatta, çok dilliliğin önemine değinirken, durumu, paralel evrenlerin yanyana varolmaları şeklinde gördüğünü anlatıyor (Der Spiegel Nr.7/2006). Hindistan’ın bağımsızlığını (15 Ağustos 1947’de) ilan ederken Nehru, o ünlü konuşmasında benzer şeyler söylemişti: ‘Hindistan ortak evimizdir. Ve o evde her dine, her kültüre, her etnik (kökene), her dile yer vardır.’ Bu gerçek artık Orta Bölge'de de çok iyi biliniyor ama kuşkular/milliyetçilikler/korkular yüzünden henüz hakkıyla uygulanamıyor. Şimdi -özellikle önce bu ülkede yaşayanların- bu gerçeğin hakkını vermeyi öğrenmeleri gerek. (Ancak ondan sonra, bölgemizde -başta Kürtler olmak üzere- yapıcı/birleştirici çabalar gösterenlerin çabaları sonucu yeni bir süreç başlayacak ve o sürecin sonunda Orta Bölge, büyük bir kültür havzası olarak yeniden doğacaktır) Kapitalizmin ürettiği yapay kategoriler aşıldıkça, toplumlar rahatlayacaklardır. Ahmet Özcan’ın sözleriyle ‘Asıl olan dil, yani Adem’in dili, insanlığın ortak akıl ve gönül dili, bakidir. Önemli olan, milletleri işte bu ortak ve baki dile katkı sağlayacak şekilde yönlendirebilmektir.’ O dil, Burada da, Hindistan’da da aynı.