Çin-Japon anlaşmazlığında dünyayı ilgilendiren yeni durum

Dünyadaki ortak kanı, global ekonominin merkezinin/motorunun giderek Doğuya kaydığı yönünde. Fakat Çin, çok eski ve köklü bir geleneğin mirasçısı olarak uzun vadeli stratejiler yapan ve zamana oynayan barışçı yeni bir güç imajı çiziyordu. Bu imajın bir takiyye olmadığını, Çin kültüründen kaynaklandığını düşünüyordum -ve tanıdığım Çin uzmanları da bu yünde fikir beyan ediyorlardı. Ama galiba çok önemli bir faktörü gözden kaçırdım: Kapitalizm…
Bu temel faktörü gözardı edenleri döne döne eleştiren ben, Çin'in 2008 sonrası post-kapitalist dönemde krizlerin dayatmasıyla bu temel özelliğini bile değiştirmek zorunda kalabileceğini düşünmedim.
ÇKP, Çin'in hızla "büyüyen" ve patlamanın eşiğinde duran ekonomisi, katlanarak artan petrol ihtiyacıyla, gelişmeleri zor kontrol ediyor ve büyük bir barut fıçısının üzerinde oturuyor. Çin bankaları feci durumda. Ülke içinde ekonominin mahvettiği umutsuz geniş bir kitle yaşıyor ve bankalar çöker veya emlak balonu patlarsa, olay ÇKP'nin başına patlayabilir.
Çin, yeniden keşfettiği milliyetçilik damarını, ÇKP iktidarının sağlamlaşması için yeniden bir manivela olarak kullanmaya başladı. Bu bağlamda tüm mülliyetçilikler gibi "jeostrateji" yeniden keşfedildi ve bu düşüncenin pekişmesinde Batı da -jeostratejik çıkarımlarla- katkıda bulundu: "Doğu Çin denizi tam anlamıyla kontrol altına alınıp, oradan Amerikalılar kovulmadan, Çin bir süper güç olamaz."
Batılılara has bu düşünce, klasik anlamda bir süper güç olmayı düşünmeyen Çin için yeni bir cazibe "fikri" haline gelmiş görünüyor, zira milliyetçilik yükseliyor -ve Çin milliyetçiliğinin baş düşmanı her zaman Japonya olmuştur. İşin kötü yanı, Japonya'da da Shinzo Abe Hükümeti milliyetçiliğe oynuyor ve 2000'li yıllardan itibaren geliştirmeye başladığı ordusuyla gösteriş yapmayı seviyor. Japon uzay teknolojisinin şu anda dünyada ABD'yi bile geçip bir numara haline geldiği söyleniyor. Japonya, yeniden bölgesel bir güç ve yeniden süper güç olmanın hayallerini kuruyor. İşte böyle bir zamanda Japonya'nın "Senkaku" adalarına (Çincesi "Diaoyu) Çin'in alenen konmaya kalkması, Doğu Çin denizinde bir tür kardak krizi çıkarttı. İşin en vahim kısmı, iki ülkenin de olayı bir şeref meselesi heline getirmiş olması ve atacakları en fak diplomatik geri adımı bile "yenilgi" gibi algılayacak öfkeli kamuoyları yaratmış olmaları.
Burada vahim ve yeni olan, Çin'in yumuşak bir büyük güç olmak özelliğini terkedip, sert süper devlet olmak sinyalleri vermesidir. İç politikada yükselen tehdit katsayısı, ÇKP'yi hırçınlaştırıyor. Bu tavır, ÇKP'nin korktuğuna da işaret eder, -ki haksız da sayılmaz. Tahrir ve Gezi'de olan, dünyada internet üzerinden hızla yayılan "doğrudan demokrasi" anlayışı, Çin gençliğinde de yayılıyor ve Çin bunu için sadece kendi ülkesinde kullanılabilen kontrol altında tuttuğu bir Twitter türü de kullanıyor, ama tüm kodları kıaran Çinli gençler Dünya'ya açık ve bunu artık kimse önleyemiyor.
Çin çok kısa sürede ABD'ye eş bir güç haline geldi. Deng Xiaoping'in reformlarından bu yana sadece 30 küsür yıl geçti, öncesinde Çin Bangladeş gibi bir yerdi. Çin, dünyanın her kasabasında-köyünde satılan ürünlerine rağmen, Dünya siyasetinde hala bir cüce, dışişleri bakanlığı etkisiz ve zayıf, bu konularda Ruslar olmadan pek bir varlık gösteremiyor. İşte şimdi Doğu Çin denizini kendi denizi haline getirerek, en azından "milli gurur"u okşamayı umuyor -ama olmuyor.
Jponya, Çin ordusundan çok daha iyi eğitimli, motivasyonu yüksek ve teknik bakımdan daha üstün, Amerikan desteğini almış bir orduya sahip. Çin'in bölgedeki uçuşları kendi kontrolü altına aldığını söylemesinin ardından iki Amerikan B-52 bombardıman uçağı, yasak bölgeyi baştan başa uçtular ve tehditler savuran Çin hiçbirşey yapamadı. Fakat durum, Çin'in bu işin peşini bırakmayacağını gösteriyor.
Çin, Doğu Çin Denizinde Amerikalılar gibi davranıyor, silahlarını gösteriyor! Hatta Hawai'ye bir savaş gemisi göndermek gibi provokatif hareketlerden bile kaçınmıyor. Sistemin metal yorgunluğu belirginleşirken Çin, kendini arıyor ve umarım böyle devam ederek Amerikalılara benzemeye kalkmaz. Çünkü böyle giderse Çin ve Japonya'nın, küçük bir çatışma şeklinde bile olsa, savaşma ihtimali hiç de yabana atılır gibi değil. Çin eğer savaşırsa (tabii bunu konvensiyonel bir savaş anlamında söylüyoruz), kaybedebilir ve küçülebilir. Doğu Türkistan ve Tibet, Çin'in zayıflamasını dörtgözle kollayan bölgeler, Çin'den ayrılabilir ve bu bölgeler (ve Moğolistan) Japonların her daim doğrudan ilgi alanı olmuştur. Beni düşündüren diğer konu, Fukushima reaktörü nedeniyle giderek zehirlenen Japon adalarında yaşayan insanların, 70 yıl önce olduğu gibi Asya'da "Yaşam alanı" arayıp aramayacağı. Çinlileri ve Korelileri düşündüren bir konu.
Çin, sabırlı ve derinden giden gücüne oynamak varken sabırsızlığına ve askeri gücünü kullanma isteğine teslim olursa sadece Çin'in bir kısmını Japonlara, Doğu Türklerine ve Tibetlilere kaptırmakla kalmaz, dünyayı da birbirine katar. Olası bir Çin-Japon savaşının dünya ekonomisini mahvedeceğini söylemeye gerek bile yok. Ekonomilerin bozulma hızı, hırçınlıkların ve sabırsızlıkların da yükseliş hızını belirliyor. Korkarım kapitalismin günümüz son aşaması, Çin'de olanları da hızlandırıyor ve hızlanmaya zorluyor. Savaş olmaması umuduyla bekleyip görelim.