ABD’deki seçimler neyi gösterecek?



Kasım 2024’deki Amerikan seçimlerine bir şey kalmadı…

Seçimlerin sonuçları, Dünyada herkesi etkileyebilecek önemde. Trump’ın seçilmesi halinde ABD’yi -Türkiye’nin aşina olduğu- bir tür “tek adam yönetimi”ne çevirip Amerikan ekonomisini “ben bildiğim gibi yapacağım” diyerek allakbullak edeceği şimdiden kesin göründüğünden, demokratik kapitalist ülkeler Harris’e bel bağlamış durumdalar.

   Trump, Başkan seçilince gümrük duvarlarını çok yükseltmekten, dev firmaların vergilerini düşürmekten, faizleri indirmekten bahsediyor ve kendini, göçmenlerin kurduğu “Amerika’daki göçmenlerden kurtuluş savaşçısı” diye pazarlıyor. Yardımcısı, tam bir Bayaz-Anglosakson-Protestan ırkçısı gibi konuşuyor. Seçilmesi halinde Putin ile anlaşıp Ukrayna’yı bir saatte Rusya’ya satması çok mümkün. Bu durumda, Trump’ı vurmaya kalkan ikinci suikastçinin, ölümkalım savaşı veren Ukrayna ile ilintili biri çıkması sürpriz değil, Trump’ın seçilmesini en çok isteyen ülkenin de Rusya olduğu bir sır değil.

   ABD’de giderek azınlık haline gelmekte olduğu görünen Bayaz-Anglosakson-Protestan’ların temsilcisi olmaya soyunan Trump’ı, halkın fakir kesiminin desteklemesi de, Türkiye’nin yabancısı olmadığı bir ironi.

   Dünyada paradigmalar değişiyor, şimdiye kadar “alışılan” sert despotik uzuun süredir siyaseti ve “ökönomi”yi belirleyen aktörler uzatmaları oynuyorlar. Sona ermekte olan Dünyanın ABD’deki temsilcisi Trump, ama aynı Trump, yükselmekte olan yeni paradigmalardan bazılarını da temsil ediyor, mesela ABD’nin içine kapanma trendini. Bunu 2012’de yazmış ve çok kutuplu dünyada etkisini yitirmiş Amerika’nın nasıl görünebileceğinden bahsetmiştim. Trump, “Biz kendimize yeteriz” gibi bir fikriyatla yoksullara yaklaşıyor ve ABD’nin bugünkü refahını, kurulu Batı merkezli Dünyanın merkezi olmasına borçlu olduğunu unutuyor. Bu refah, İkinci Dünya Savaşı sonrasında  zirvesini gördükten sonra 1960’larda konsolide oldu ve 1970’lerde Vietnam malubiyetinden sonra inişe geçti. Fakat öyle bir refah ki, mütemadiyen bozulduğu halde günümüzde bile -başta ordu, finans ve teknoloji plmak üzere- hâlâ zirveyi teşkil ediyor. Trump’ın seçilmesi halinde bozulmanın çok hızlanacağını, ABD’nin iç kutuplaşmasının, 19’uncu Yüzyıldaki gibi (düşük yoğunluklu) bir iç savaşa bile yolaçacağını söyleyebiliriz. Buna da en çok, benzeri bir durumu kendi ülkesinde (çok daha kanlı bir şekilde) yaşayabilecek Putin Rusya’sı seviniyor.

   Kamala Haris’in seçilmesi durumunda, ABD’nin içine kapanması gecikebilecek/olmayabilecek, çok kutuplu yeni dünyada ABD gücünü nisbeten koruyabilecek, mesela Ukrayna’yı satmayacak ve artık bir kısmı “tartışmalı konu” haline gelen “Batılı Değerler”in arkasında daha kararlı durabilecek.

   Buradaki konu, aslında şu:

   ABD, artık, Dünyanın ne tek süper gücü, ne de geleceği belirleyecek kültürel gücü. Bu durum, giderek daha belirgin bir hal alıyor. ABD bunu kabullenecek mi? Trump bunu daha kolay kabullenebilir gibi görünüyor, zira iktidar olmak ve iktidar kalmak için yapmayacağı şey, yemeyeceği nane yok. Kullandığı ötekeleştiren/kutuplaştıran dil iktidar olursa, “God Bless America!” İç savaş çıkma ihtimali daha yüksek.

   Seçimleri Harris kazanırsa, “Diğer güçlü ülkelerden bir ülke olmak” gibi bir şeyi kabullenMEme ihtimali daha yüksek. Bu da bir yeni Dünya Savaşı çıkması ihtimalinin daha yüksek olduğunu gösterir. Tabii bu, “Harris savaş çıkaracak” dediğimiz anlamına gelmiyor. Harris, ABD’nin bugünkü gücünü korumak ve düzeni sürdürebildiğince sürdürmek istediğini ve demografik değişimi gösteriyor. Harris beyaz değil, Trump gibi kumarbaz değil. Trump, rulete, önündeki bütün parayı koyabilecek sorumsuzlukta (Çünkü önündeki para, onun değil, Amerikalıların parası).

   Öyle veya böyle, ABD artık tek süper güç değil ve güç kaybediyor. Ama bu güç kaybı hızlı mı olacak yavaş mı? İşte seçim sonuçları bunu gösterecek.

Türkiye Asyalı olabilir mi -neden Batı? (18)


Türkiye BRICS’e üye olabilir mi? Veya şöyle bir soru da sorulabilir: Türkiye Doğulu/Asyalı olabilir mi? (Zira BRICS’in asıl ağırlığını Çin ve Hindistan teşkil ediyor. Rusya bile bu iki ülkeye kıyasla küçük ortak)

   Bu soruların kesin ve net yanıtı: Hayır!

   Asya önem kazanıyor, yükseliyor, Dünyada Asyalı değerler daha belirgin olacak ve etkileri Türkiye’de de hissedilecek. Çin’in etkisi artıyor/artacak. Ama Türkiye buna rağmen Doğulu değil Batılı ve BRICS’e yakın ama dışında duracak.

   Bazıları, “Türkiye Batılı bir ülkedir” demenin “demode” bir klişe falan olduğunu iddia edebilir. Ama Türkiye’deki Asyacılar, hatta İslamcılar bile Batılı. Türkiye Batılı bir ülke olmanın ötesinde, aynı zamanda “Batıcı” bir ülke. Zira Türkiye’de sadece ve sadece Batılı normlarla düşünülüp konuşuluyor, onun dışında BRICS’i oluşturan ülkeler, fikriyat ve tabii ki Asya neredeyse hiç bilinmiyor.

   Bırakalım medyada yorum yapan “uzmanlar”ı, Türkiye’de, Çin uzmanı olduğunu söyleyenlerin bile büyük çoğunluğu Çin’e, Batı normları üzerinden bakıyor ve Çin’i, Avrupalı/Avrupacı bir uzman gibi anlıyor ve anlatıyor. “Yurt dışında yaşamak isteyen Türk gençler”in tamamı, Batılı ülkelerde yaşamak istiyor, tatile/okumaya Batılı ülkelere gidiyor, asla Doğuya değil.

   Türkiye’de “Kültürlü bi Bey” denilenlerin tamamı, Avrupalı/Batılı kültürü almış, o kültürü bilen okuyan ve modernleşme zamanında Rusya’da ortaya çıkmış (o da Batılı) edebiyatı yücelten kişiler. Yeni yeni merak edilip okunan Çin bilimkurguları, edebiyatı da, Batılıların okudukları popüler kitaplardan ibaret. Türkler’in Çin’de bulunup oradaki sanatı/kültürü/edebiyatı izleyen elemanları yok. Sadece siyasi haberler yapan birkaç gazeteci var, o kadar. 

   Türkiye o kadar Batılı ki, şu anda artık varolmayan -tıkır tıkır işleyen- bir Batı’ya inanıyor. Batı’yı, hayalindeki “Cennet” saydığından, “O Batı’da yaşamak istiyor”. Batı’daki demokrasilerin bozulma eğilimlerini, Faşist partilerin yükselişini, artan yabancı düşmanlığını, eğitim sisteminin bozulmakta oluşunu, ekonomik zorlukları ve daha bir çok sorunu görmüyor, görmek istemiyor.

   Türkiye’deki “Batı İdeali”, irrasyonal boyutlara varabilen bir “Batı Hayranlığı” hatta “Batıya inanç” seviyesinde her kesime hakim, ve bunun entelektüel boyutu da 20’inci Yüzyıl Avrupa merkezciliği dolaylarında. “Batı Düşmanı” olan Türkler bile (“milliyetçiler”, “islamcılar”), Batı’da icad edilmiş olan Sol’dan apardıkları terminolojiyi kullanıyorlar.

   Türkiye’nin “Allame” sayılan ve başta tarih olmak üzere her konuda laf yetiştiren popüler bilim adamları, 20’inci yüzyılın Avrupa Merkezci -artık Avrupa’da olmayan cinsten- entel karikatürleri gibiler. Asya’yı Asya normları üzerinden bilen ve konuşan yok, merak eden de yok.

   Türkiye, tarihsel olarak Batı (yani Avrupa) ile bir aşk ve nefret ilişkisi ile birbirine bağlıdır. Avrupa, bitmek bilmez Fransız-Alman aşk ve nefret ilişkisini nasıl AB ile sonuçlandırmışsa, Türkiye de aynı ilişkisini, Latin Alfabesi ve Batılı kurumları alarak sonuçlandırmıştı. Şimdi, “Batılı olduk da, iyi mi oldu?” tartışmasını yüz yıldır -Batı’dan başka kuş tanımadığı için- bir türlü yürüteMEyen “İslamcılar”, artık var olmayan bir Batı’yı 20’inci yüzyılın eski Batılı normlarıyla savunan Sekülerlere karşı kaybettiler.

   Türkiye’nin siyasi kurumlarını Batı’dan aldığı dönemde, Dünya’da istisnasız tam bir Batı hegemonyası hüküm sürüyordu. Türkler Fesi atıp şapka giydiklerinde, Japonlar, Çinliler çoktan şapka giymişlerdi. Sun Yatsen’in kravatlı resimlerine bakabilirsiniz. Medeniyet, “Sade Batı” sayılıyordu. Bu algı artık değişiyor, ama Türkiye’de değişmedi. Türkiye’de Asya’ya bakış -Asyacılar tarafından da- “Asyanın tekniğini alalım, onlar güçleniyor, güçlünün yanında yer alalım” (“Ama biz gene bildiğimiz gibi Batılı kalalım”) dolaylarında. Bu zihniyet, Osmanlı’nın 18’inci Yüzyılına çok benziyor.

   Türkiye, inanamayacağı kadar Batılı bir ülke. Peki Doğulu olamaz mı? Kısa ve Orta vadede bu kesinlikle mümkün değil. Türkiye’nin Batı ile ekonomik, siyasi ve askeri birlikleri ikincil konular. Daha önemlisi şu: Türkiye ruhen Batılı ve bunun hemen değişmesi hiç mümkün değil. 

   Türkiye, ekonomik zorlukları ve askeri güvensizliği/çekinceleri nedeniyle Doğu ile Batı arasında gidip geliyor görünse de, Batılı kalacaktır. Çünkü bir halkın ruhunun değişmesi ha dedin mi olmayacak bir iştir, üstelik Türkleri kim Asyalı yapacak? Türkiye’de Asyalı gibi düşünen yok, Asya’yı tanıyan yok, oraları tanımaya/öğrenmeye giden de yok. Türkiye’de Çin/Asya hakkında yayımlanan kitaplar hem çok az, hem de seviyeleri bazen inanılmayacak ölçülerde düşük, gerisi de çeviri. Bu çevirilerde bile, Türkiye’nin Asya’ya nasıl “Batı’dan” baktığını görüyorsunuz, zira sadece Batılıların yazdığı Çin kitapları çevriliyor. (Doğuluların yazdıkları çevrilmiyor, çevrilse de okunmuyor -zira anlaşılmıyor!)

   Avrupa’nın en batısında yer alan Portekiz Cumhurbaşkanı Marcelo Rebelo de Sousa, “Batı’nın üstünlüğü altında yaşanmış 500 yıllık dönemin sona ermekte olduğu”nu söyleyip, “Yeni bir tarihi döngünün başındayız” demiş. Evet. Peki Portekiz Cumhurbaşkanı, “Öyleyse biz de BRICS’e üye olalım” demiş mi? Elbette Hayır. Niteliğine bakmadan “ille de güçlünün yanında yer almak” gibi bir zihniyete sahip olmadığından, böyle bir şey söylememiş. “Bir gülün lotus çiçeği açmasını bekleyemezsiniz, gül kendince güzeldir, başka bir şey olmaya ihtiyacı yoktur.” Vietnamlı bilge Thich Nhat Hanh böyle der. Asya yükseliyor. Elbette buna uygun politikalar, ekonomiler, tavırlar vs. olacaktır, ama Türkiye’de yaşayan halkın ruhu Asyalı değil, o nedenle Portekiz gibi Batılı olmaya devam edecektir. Türkiye’de Asyalı gibi düşünen/konuşan hiç yok (Portekiz’de ve Avrupa’da var). Asya’da Demokrasi’nin neden işlemediğini ve halkın da buna neden itiraz etmediğini, Asyalı toplumların önceliklerini merak eden Türk yok. Batılı “Ben” toplumundan farklı olarak “Biz” toplumunun, din de olmadan nasıl işlediğini soran/konuşan yok. Asya’da çok sayıda düşünür, filozof, yazar, çizer, siyaset kuramcısı, teknoloji dahisi vd. var, Türkiye’de kimse bunları bilmiyor, “BRICS’e girelim” diyenler hiç bilmiyor. 

   BRICS, Batı’da, “Batıya alternatif arayan” bir birlik olarak algılanıyor. Yani ona üye olmak istemek bile Batı’ya karşı konumlanmak gibi algılanıyor. Bunun hiç olmazsa kendi çapında asgari bir fikrî altyapısı olsa amenna, belki üzerinde konuşulabilir. Ama Türkiye, aklıyla fikriyle ruhuyla ekonomisiyle ordusuyla sanatı ve enteliyle Batıda yer alırken, “BRICS’e girelim” lafazanlığı, anca Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olunmasını sağlar. Türkiye, “Laik mi olucaz Dinci mi” didişmesi ile Dünyadan öyle koptu ki, Dünyayla yeniden makul bir bağ kuruncaya ve etrafına bakmaya başlayıncaya kadar, iki ayağıyla birden Batı’da durmak zorunda. Türkiye’nin bu -Dünyadan bihaber haliyle- daha da beter savrulmaması için şimdilik, en azından fabrika ayarlarına sadık kalması lazım.

   BRICS çok ilginç bir kurum. Siyasi/yapısal olarak birbirine hiç benzemeyen -hatta aralarında itilaflı- ülkelerden oluşuyor. Henüz Dünya Bankası’yla kıyaslanamayacak ölçekte benzer bir banka kurdular, dikkatle izlemeye çalışıyorum. Kuşkusuz yeni ve sahiden de Batı’ya alternatif olabilir. Ama Türkiye, buna rağmen Batılı.