Kötümserlik, bir tür ruh tembelliği (22)


Kötümserlik, çoğu zaman “akıllı”lara has bir özellik sanılır ve zekâ ile karıştırılır. Bu bir yanılsamadır. Oysa kötümserliğin, ne ileri görüşlülükle ne de gerçeklikle alakası vardır. Karamsarlık, daha çok düşünsel miyoplukla, eksik hayal gücüyle ve zihinsel atalete teslimiyetle açıklanabilir. Kötümser, yaşadığı ânın karanlığını daimileştirip evrenselleştirir, böylece geçici durumları kalıcı sayar ve geleceği, bugünün gölgesiyle karartır. Bu bakış açısı, zekâ falan değil, korku içinde yaşayan dolaylı bir teslimiyet halidir.

İyimserlik ise,  edilgen bir saflık değil, bilakis aktif ve sorgulayıcı bir düşünme faaliyetidir. İyimser kişi, yüzeyde görünen karanlığa aldanmaz; derinlemesine analiz eder, çıkış yolları arar, alternatif ihtimalleri değerlendirir. Umudu, toz pembe bir düş olarak değil; hayatın özündeki dinamizm olarak kavrar. Hayatın akışı iyimserliğe yatkındır, çünkü doğa durmaz, değişir, yenilenir. İyimser, bu değişimle birlikte, onunla uyum içinde hareket eden kişidir. Üstelik bunu, kendini bildik düşünme tarzı ve kalıplarıyla sınırlamadan yapar.

Kötümser ise içinde bulunduğu ruh halini evrensel bir ilkeye dönüştürür. Bugünün depresyonunu yarının hakikati sayar. Geleceği, geçmişin travmalarıyla mühürler. Karanlıkta ışık göremediği için, sessizleşir; sessizleştikçe pasifleşir ve pasifleştikçe, yaşananları olduğu gibi kabullenir. Bu teslimiyet, yalnızca onu değil, ona inananları da umutsuzluğa sürükleyen bir eylemdir.

Dahası, dogmatik kötümser, fikirlerini besleyen kaynakların tükendiği yerde, kendi dar gerçeklik algısına yaslanır. Gerçeğe ulaşmak yerine, onu kendi korkularına göre yeniden inşa eder. Kendince akıl yürütür, ama aslında korkusuna kılıf uydurmaktadır. Bu, “gerçekçilik” adı altında yürütülen, gerçeğe yapılmış bir sabotajdan başka bir şey değildir.

Doğrusal/linear entelektüel bir karaktere sahip olan “düşünmek”, bizi depressif yapıyor, çünkü insanı ölümlülüğüyle, biyolojik sınırlarıyla ve bir “Ego” olarak yalnızlığıyla yüzleştiriyor. Düşünmek sonucunda sorularımıza ille kesin cevaplar da bulamıyoruz ve düşünmek, ilerletilmiş aşamalarında sonuçsuz süreçler olarak kalıyor (1). Oysa doğrusal olmayan ve Ego’yu baz almayan düşünce -örneğin Daoistlerin “Wu Wei” diye adlandırdığı eylemsiz etkinlik hali, hayatın içkin akışına güvenmeyi öneren bir tür “doğrusal düşünmeden, düşünme biçimi”. Üstelik Wu Wei, tesadüflerle baş etmenin de bilinen doğal yollarından biri (2).

Kötümser, korktuğunu çoğu zaman bilinçsizce üretir, korktuğunu başına getirir. Kötü durumlara hazırlıklı olmak adına, o durumların koşullarını adım adım üretir. Böylece kötümser kişi, kendi yazdığı kötü senaryonun figüranı olur. İyi ihtimalleri ise “gerçekçi” olmadığı gerekçesiyle dışlar, görmemezlikten gelir. Karamsar, bu tutumuyla, geleceğe karşı cinayet işlediğinin de farkında değildir. Karamsar, umudu değersizleştirir, hayalleri küçümser ve yeni olanı küçümseyerek yok etmeye çalışır. Mesela, kötümserlerin  iyimserleri “Polyannacı” (3) diye yaftalaması, yalnızca bir küçümseme değil, aynı zamanda iyimserleri aktif bir engelleme çabasıdır. Oysa hayal kuramayan, daha iyisini tahayyül edemeyen bir zihin, sadece geçmişin kalıntılarıyla yaşamaya, geçmişin bataklığında debelenmeye mahkûmdur. Kötümser, hem kendisinin hem başkalarının özgünlüğünün altını oyar.

Bugün Türkiye’de olduğu gibi halk korku duvarlarını aşmış, inisiyatifi eline almışken, kötümserleri dinlemek ve onların ürkek karanlığına fit olmak, sadece gecikmelere yol açar. Cesaret, korkusuzluk değildir; korkuya rağmen eylemde bulunmaktır. Ve hayat ancak o zaman anlam kazanır. Büyük değişim/dönüşüm zamanlarında, “gerçekçilik” maskesi takmış karamsar kötümser korkakları değil, hayaller kuran cesur iyimserleri dinlemek gerekir.



(1) George Steiner, “Warum Denken traurig macht” 2005
(2) Theo Fischer, “Wu Wei, Die Lebenskunst des Tao” 1991
(3) Eleanor H. Porter, “Polyanna” 1913