Bu kez size, hayalle gerçek arasında bir hikaye anlatmak istiyorum. Hikayenin ne kadarının hayal, ne kadarının gerçek olduğu belirsiz olduğundan, kararı siz vereceksiniz...
Şimdiye dek birilerinden, "Buna Dünya hazır değil, bunu erteleyelim" gibi sözler duydunuz mu? Benzerlerini ben duydum. Türkiye'de yaşıyorsanız siz de duymuşsunuzdur. "Halk daha geri, demokrasiden anlamaz" veya, "Bu anayasa halka bol geliyor" gibi sözler duymuşsunuzdur. Hikayemiz, henüz birşeylere olmamaklaö ama henüz hazır olunmayan durumların gerçekleşeceği süreçte yaşıyor olmakla ilgili, ve galiba İnsanoğlunun/İnsankızının Dünya'daki tekamül/evrim/gelişme macerasıyla ilgili.
İnsanları titrine göre değerlendirmeyi bundan otuz yıl önce terketmiş biri olarak, şeyleri/ürünleri/işleri de, günümüzün parasal değer normları ötesinde değerlendirmeyi de yaklaşık yirmi yıl önce tam anlamıyla benimsedim. Kolay olmadığını söylemeliyim, çünkü bu vaziyette "kafadengi" insan bulmak çok zor oluyor! Kısacası, beni bir kişinin yaldızlı Profesörlüğü falan değil, sahiden orijinal ve yeni bir fikrinin olup olmadığı ilgilendirir. Aynı şekilde bir insanın insani anlamda değerini esas alırım ve bu kişinin zengimliğine/fakirliğine veya kafasındaki bilginin miktarına bakmam. Hal böyle olunca, dünyanın en iyi üniversitelerinde ekonomi eğitimi aldığı halde, bunu söylemekten utanan insanlarla da, sadece bir Budist keşiş olduğu halde fizik kurallarını bambaşka bir yerden ama doğrudan daha doğru anlatan insanlarla da tanışabiliyorsunuz, hani derler ya "Sen neysen, karşına çıkanlar da o olur", bizim Türkler buna "Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş" da der.
Thomas Alva Edison, dediğim adamlara iyi bir örnektir, sadece birkaç ay okula gitmiş. Evde annesinden ders almış meraklı bir tip. Yani mühendis falan değil, ama ansiklopedileri açtığınız zaman "meslek" hanesinde "kaşif" yazar. 1847 doğumlu. Demek o devirde henüz birşeyler icad etmekle uğraşanların ciddiye alınabilmesi için henüz üniversite mezuniyeti şartı aranmıyormuş -eh o devirde üniversiteler de var tabii. İşte Edison gibi adamlardan biri de, 1917'de İsviçre'de doğmuş ve doğduğu yerde de 2011'de ölmüş Paul Bauman. Fakir bir terzinin oğlu Paul Bauman'ın bu hikayeyle şöyle bir ilgisi var. O da Edison tipi "alaylı" bir kaşif, o da bir buluş yapıyor, ama bulduğu şey, "Dünya buna hazır değil" denilerek, iptal ediliyor, veya iptal edildiği söyleniyor, ama ortada bir fikir var ve bu fikir, küçücük bir cemaat tarafından korunuyor.
Bauman, Edison'dan bir konuda tamamen farklı, çünkü keşfini, gördüğü bazı vizyonlardan sonra ortaya atıyor, yani ortada bir tür inspirasyon/sezgi veya ötesi bir olay sözkonusu, zira kendisi gaipten bir takım bilgiler aldığını falan söylemeye başladıktan sonra etrafında bir cemaat oluşuyor ve grup sonra bilim adamlarına benzer bir şekilde -ama spiritüel "yönlendirmeyle" çalışıyorlar. Bir teknik dahi olup çıkan bu adam, saat falan tamir ediyor, köydeki en karmaşık araç o zaman neyse, onlardan anlıyor, söküp takıyor falan. Anlattığı şeyleri ve "öğretilerini" dinlemek için köye gelenler olmaya başlıyor ve nihayet 1952'de bir cemaat kuruyor, adı "Meternitha". Paul Bauman bir de araç yapıyor. Bu araç, bilinmedik bir yoldan elektrik üretebilen, iki mıknatısın kullanıldığı ve belli bir mekanik işlemle elektrik üretebilen bir araç. Araca "Testatika" adını veriyorlar. Komplo teorisiyle hikaye arasında gidip gelen olayın özü ise, herkesin kendi ihtiyacı kadar elektrik üretebilmesi fikri. Araç, o zaman Dünya Savaşlarıyla petrol uğruna birbirini yiyen büyük devletlerin işine gelmeyecek bir şey. Zira petrolü kontrol eden, dünyayı kontrol ediyor. Eğer enerji kaynağı kontrol edilemezse, ne süper ulusdevletlere ihtiyaç kalır, ne de onların birbirini yemesine. Zaten Güneş Enerjisi, Rüzgar enerjisi ve benzeri enerji kaynaklarını petrol ve kömürden ayıran da bu. Velhasıl-ı kelam, aracın bir tek örneği yok, planları kayıp, Bauman da bir tecavüz suçlamasıyla hapse girip çıkınca üçyüz kişilik cemaatinin sayısı yüz kişiye düşüyor. Cemaat gene orada yaşıyor, Bauman iki yıl önce dünyadan göçtü, cemaat de kendini bir zamandır "Hristiyan Cemaat" ilan etmiş vaziyette, ama söylence bitmiş görünmüyor.
Bauman sahiden böyle bir alet icad etti mi yoksa sadece "hür enerji" fikrinin dünyada yaygınlaşmasına katkıda bulunmak için mi böyle yaptı, bilmiyoruz tabii. Ama, Hintlilerin ünlü devasa zamanlar takvimi ile bu olay arasında bağ kuranlar da yok değil. Hintlilerin takvimi, "Tanrı'nın bir günü" falan deyince, sonsuz sayıda sıfırı sayıp size bir uzun rakam çıkarabilecek kesinlik sahibidir. Mayaların 2012 sonunda biten malum takvimi kadar kesin değildir belki, ama Maya'ların tahviminden çok daha eski ve geniş zamanları hesaplar. İşte bu takvime göre 5000 küsür yıl önce İnsanlık "Kali Yuga" çağına girmiştir. "Karanlık Çağ" adı verilen bu çağın başlangıcının, bugün adına A-Draconis gibi birşey denen bir yıldıza dayanarak hesaplandığını hatırlıyorum. Bu dönem, benim Türkçeye çevirdiğim "Bhagavad Gita" destanının baş kahramanı Avatar Sri Krishna ile ilgisi olduğundan, dayanamayıp biraz anlatacağım (kitabı yayınlayan yayınevi, kitabın adını -her nedense, bana da bildirmeden- "Bagavad Gita" koydu, doğrusu "Bhagavad Gita"dır). Avatar, her çağın açılışında/başlangıcında, Tanrı'nın bir canlıda bedenlenip, yeni çağın kapılarını insanlar/hayat için açan kişiye denir. Bir tür ruhsal önder gibi düşünülür. Krishna da, kara tenli bir savaş arabası sürücüsü olarak resmedilir, hep flüt çalan kitsch resimlerle tasvir edilir. Tanrı'nın yeni çağı açan yeniden bedenlenmesi olarak, spiritüel/ruhsal yasaları, savaşmak istemeyen prens Arcuna'ya anlatır. Mahabharata destanının küçük bir kısmından ibaret olan Bhagavad Gita (Tanrı'nın Şarkısı), Hintlilerin en yaygın ve en sevdikleri kutsal metindir -en sevdikleri diyorum, zira Hintlilerin kutsal metinleri inanamayacağınız kadar çoktur ve bazıları binlerce yıl eskiye dayanır.
Yani Krishna'nın açılışını yaptığı 5000 yıllık karanlık bir çağın bitişi, yenisinin başlamak üzere olduğu veya başladığı ile ilgili bir hikaye bu. Çeşitli boyutların açılarak Göğün kapılarının zorlanması gibi bir durum. "Dünyanın henüz hazır olmadığı" en temizinden atıksız enerji kaynaklarının ortaya çıkmasından tutun da, İncil'de sözü edilen 7 mührün açılmasına kadar bir dizi eski hikayenin birbirine karıştığı bir durum. Konuşulan iyimser hikaye ise, sona eren karanlık "Kali Yuga" Çağı'nın ardından aydınlık bir çağın geleceğidir, eski Hint yazıtları bunu döne döne anlatırlar. Hristiyan keşişlerle konuşursanız, yeni çağın başlangıcında açılan mühürlerin de, çeşitli "boyut"larla ilgili olduğu gibi "alternatif" hikayeler duyabilirsiniz, mesela birinci mühür fizik/maddi dünyayla ilgiliyse duyguların dünyası, üçüncüsü canlıların auralarının dünyası, dördüncüsü enerji ile falan ilgilidir (buna Çinlilerin "Ki/Chi" dediği enerji de dahildir). Sözkonusu boyutlar arasında, inançsal/ktsal boyut, ruhsal boyut ve neden/sonuç (Asya'da "Karma" denen kader türü) ilişkileri boyutu da vardır. İşte yeni çağ ile ilgili böyle birbiriyle ilişkili boyutların birbirini tetikleyerek açıldığı bir sürecin içinde olduğumuzu varsayarsak ve bu sürecin 14 yıllık bir dönemi kapsadığını da o konuşanlardan duyarsak, bu sürecin "enerji" boyutunun, yüz kişilik bir Hristiyan cemaatin bilgisi dahilinde olduğunu da düşünebiliriz. Nihayetinde bu bir hikaye, ama petrol/gaz/kömür gibi coğrafi bölgelere bağlı enerji kaynaklarına karşı "coğrafyadan bağımsız" enerji kaynaklarından yana olmak için nedenlerimiz çok ve ben de bu nedenleri 2004'den beri yazanlardan biriyim, o halde böyle bir hikayeyi buraya yazmakta da bir sakınca olmasa gerek!