Club of Rome: "Tekrarlanan büyük felaketlere ihtiyacımız var"

Kitabı, Berlin Teknik Üniversitesi'nin kampüsünde açılan bir sergiden almıştım ve herkes gibi ben de okumadım: Club of Rome'un yayınladığı "Die Grenzen des Wachstums" adlı rapor (The Limits of Growth), incecik incecik yazılmış bin sayfalık bir şeydi. Ara başlıklarının bir kısmını okumakla yetindim.
Bu kitap, 30 milyonluk satış rakamıyla, dünyanın en çok satılıp en az okunan kitapları listesinde herhalde bir numaradır. 1972 yılında yayınlanmasından çok sonra Türkiye'ye de geldiğini, ama ortada Sol falan kalmadığından, dar çevrelerin elinden geçip kütüphanelerde kaybolduğunu düşünüyorum.
Kitabın bir numaralı teorisi, başlığında da anılır ve Reel Sosyalist Blokun (ve Marksist-Leninist İdeolojinin) çöküşü ardından Batı Avrupa'da ve Amerika'da ortaya çıkan Yeşil Hareket'in ana fikri olur. Kapitalizmin "Sürekli Büyümek" ana fikrinin sürdürülmesi mümkün değildir. Kapitalizmin sonsuz büyüme anlayışı bir yerde, dünyanın/yaşamın sınırlarına dayanacaktır. Yeşillerin temel taşı, tuğla kalınlığında sert kitabın yazarları şimdi yeni bir kitap yazdılar.
Aradan 40 yıl geçti, kitabın yazarları bu kırk yıl hakkında ve gelecek hakkında ne der?
"The World 2052", bu sorulara yanıt veren, bilimsel bir çalışma.
Yeni raporda iki temel uyarı var: Biri İklimlerin Bozulması tehlikesi, ikinci Finans Kapital tehlikesi.
malumunuz üzere New York'a yapılan 11 Eylül 2001 saldırısından sonra, İklimsel bozulmaya karşı global önlemler alma girişimleri birbiri ardından pasifize edildi ve bitti. Ama sorun bitmedi -tam tersine. Kırk yıl önceki raporu hazırlayanlardan Norveçli ekonomist ve gelecek araştırmacısı Jorgen Randers'e göre insanlar (yani daha çok Batıda yaşayanlar), dünyadaki ormanların ve denizlerin absorbe edebileceğinden iki kat daha fazla Karbondioksit ve benzeri gazlar üretiyorlar ve bu azalmayıp artıyor. Bunun anlamı, zaten dikkat çekici ölçüde artan kuraklık, sel vb. aşırı hava koşullarının artacağı yönünde. Bunu zaten biliyorduk. Peki yeni olan ne? Yeni olan, salınımın 2030'da bir zirve yapıp azalmaya başlayacağını düşünüyorlar, çünkü bu tarihlerde hava koşularının yol açacağı felaketlerin, endüstri toplumunun işlemesini zorlaştıracağını düşünüyorlar. Atmosferdeki ısınmanın 2.8 derecelik artışı, 2 derece sınırının üzerine çıkmış olacak ve o yıllarda deniz seviyesi de tüm dünyada yarım metre yükselmiş olacak. Önümüzdeki 40 yıl içinde dünyanın çeşitli bölgelerinde yerel çöküşler de bekliyorlar.
Batı ülkelerinde zengin-fakir uçurumu artarken ve fakirlik derinleşirken, sonradan kapitalistleşmiş bölgelerde fakirliğin azalacağını söylüyorlar.
Kapitalist Büyümenin kendi sınırlarına ne zaman erişebileceğini de hesaplamışlar -ve daha ilginci, bile bile adım adım gelen bu felakete gençliğin devrimci isyanının nasıl ve ne zaman başlayabileceğini de tahmin etmişler!
Yeni raporda Carlos Joly, "Ekonomik Büyüme"nin en geç 2040'da duracağını, dünya nüfusunun da 8.1 Milyarı göreceğeni, bundan sonra düşüşün başlayacağını hesaplamış. Bundan sonra hem nüfusun azalmaya başlacağı hem de üretimin düşeceği öngörülüyor. Grubun Avusturyalı araştırmacısı Karl Wagner, 2020'lerde gençlerin ayaklanacağı global bir devrim bekliyor; genç neslin, tüketici mantığının geleceği karartmasına isyan edeceğini söylüyor. Beklediği anti-kapitalist devrimi, 1848'de Avrupa'daki "Feodalizme karşı yükselen" bilinçli bir harekete benzetiyor.
Bir mülakatta, büyük bir hayal kırıklığına uğradığını anlatan Jorgen Randers, 1972'de ilk raporu yazdıklarında, neredeyse dünyayı kurtardıklarına inandıklarını, dünya hükümetlerinin seslerine kulak vereceklerini sandıklarını söylüyor. Bunların hiçbiri olmadı...
Ama son 40 yıldan çıkarılan sonuç ne?
"İnsanlar, felaketleri görmeden, yaşamadan önlem almayacaklar. O yüzden, mütemadiyen tekrarlanan çok büyük felaketlere ihtiyacımız var" diyor Randers -ciddi ciddi. Yoksa tüm doğal sınırların aşılmaya başlandığı bu dönemin ardından, hele doğal dengenin bozulmasına kesin gözüyle bakılan 2020'lerde doğanın ne hale geleceğini kestirmek zor.
Randers, süreç içinde bütün bunlardan asıl sorumlu olanların, politikacılar falan değil, "bizzat biz" olduğunu anlamış. Zengin ülkelerde yaşayan insanlar ve onların yaşama biçimi -asıl sorun. "Dünyada bir milyar insan yaşam biçimini değiştirse" dünyaya hiçbirşey olmayacağına dikkat çekiyor. Asıl büyük sorun, "Gelişmiş ülkelerdeki yüksek CO2 salınımı". Ve yaklaşan kaçınılmaz felaketi önlemek için herkesin -tabii özellikle endüstrileşmiş zengin ülkelerde yaşayanların- bazı değişiklikler yapması gerekiyor. Bu konuda Randers'in verdiği örnekler de çok masum aslında: "Bir milyar insan yaşam tarzını değiştirip, mesela her on yılda bir yeni araba alsa, az yakan araba kullansa, enerji tüketimini üçte bir oranında azaltsa, ısınmak için daha iyi yalıtan pencereler kullansa, akıllı ısıtıcılar kullansa, daha az et yese..."
Felaketleri önlemek için bir tek şey öneriyor Randers: "Angaje insanlar olun!"

Kaynaklar:
Club of Rome, "Die Grenzen des Wachstums" 1972
Club of Rome, "The World 2052" 2012
Süddeutsche Zeitung'da Jorgen Randers ile Alex Rühle söyleşisi. 31.12.2012
Der Spiegel "Club-of-Rome-Bericht" 8.5.2012

Utanmazlık hakkında bilmeniz gereken üç şey!

"Türkiye'de herşey olursunuz, ama rezil olmazsınız"
Murathan Mungan

Yıl sonlarında adettir, bir önceki yılın önemi olaylarının bir dökümü yapılır ve politikacı "incileri" hatırlanır. Gaf yapmanın masum bir yanı da vardır elbette, ama başkalarını aşağılamaktan sakınmayan iktidar politikacılarının utanmazlığı, bu utanmazlığın nedenleri ve sonuçları hakkında düşünmemizi gerektirecek boyutlarda. 28 Aralık 2011'de Mardin'in Roboski sınır köyünde Türk savaş uçaklarının vurduğu 34 köylünün ardından edilen, "dolap beygiri" sözlerini de içeren aşağılamalar, "ölünün arkasından konuşulmaz" geleneğini, göreneğini, dini ve ahlaki etik değerleri alenen çiğneyebilen utanmazlık duygusunu konuşmayı gerektiriyor.
Utangaçlık, günümüzde genellikle bir zayıflık sayılır. Ama bir düşünün, kimse utanmasaydı ne olurdu? Yazımızın konusu da bu.
Utanmak, çeşitli varyasyonları ve türleri olan insani bir duygu. Çekingenlik, mahcubiyet, sıkılganlık, ürkeklik, hepsi akraba kavramlar. Aralarında kategorik farklar olanlar da var elbette. Biz, ayrıntıda boğulmadan, esasen kamuyu ilgilendiren siyaset alanındaki utanmazlıktan bahsedeceğiz. İçinde yaşadığımız teşhircilik çağında utangaçlık, eskisinden çok daha önemli. İlginç olan diğer bir konu, çeşitli modern filozofların utangaçlık konusundaki fikirlerinin, kendi utangaçlıklarını da ele vermesidir. Kutsal kitaplarda bile bahsedilen utanmazlık ve utanç ile, bir tür sosyal fobi olan çekingenliği ayrı değerlendireceğiz (Schüchternheit/Shyness).
Utanmanın ve utanmazlığın sosyal hayatta, politikada ve devletteki rolünü anlatan en eski eser, 'İlyada'dır. Çanakkale bölgesindeki Troya savaşlarını anlatan Homeros'un bu muhteşem destanında utanç, 'Aidos' kavramıyla ifade edilir. Şair Hesiod için "Utanmak (Aidos), adaletin, erdemin, görgünün ifadesidir." Destanda döne döne anlatılan 'Erdemli insan', utanma özelliğine sahip olan insandır. Utanmayan insan adil d olmayan, görgüsüz insandır. Orada 'Utanmak' şöyle tarif edilir: "Erdemli insanın, çirkin birşey yapınca yaşadığı/düştüğü durumdur." Demek ki bir insanın utanabilmesi için önce erdemli biri olması gerekir. Erdemli olmayan, "çirkin birşey yapınca" utanmaz.
Platon, 'Utanmak' tarifi konusunda bir adım ileri gider ve "Erdemli davranışın temeli utanmaktır" der. Utanmak, insanların birarada yağayabilmelerini mümkün kılan, toplumsal kuralların konmasını ve onlara riayet edilmesini sağlayan en önemli duygudur.
Aynı yerde, Zeus ve Protagoras diyaloğunda Tanrı şöyle der: "İnsanlar utanma duygusuna sahip olmasalardı, devletler de varolmazdı." Çünkü utanma duygusuolmasaydı, insanların birbirine karşı saygılı olması ve toplumsal kurallara uymak derdi olmazdı. Ve toplumun olmadığı bir yerde devlet zaten olmazdı. Tanrı, utanmazlara karşı nefretini ve acımasızlığını da şu sözlerle ifade ediyor: "Utanmayı bilmeyeni, devletin bedeninde bir urmuş gibi öldürmeli."
İlyada destanındaki 'Aidos' (Utanmak) kavramı, kendine hakim olmak anlamında kullanılıyor. Biz bunu, "Eline-diline-beline hakim olmak" sözüyle de karşılayabiliriz. Aidos'un diğer anlamları; itidalli olmak, ölçülü olmak, dürüstlüktür.
Aristoteles, 'Aidos'un (Utanmanın), insanı islah eden mükemmel bir yanının olduğunu söyler ve insanın ahlaki olgunluğa ulaşmasında utanmanın merkezi önemde olduğuna dikkat çeker.
Stoacı filozoflar da utancı, "Haklı tekdirden kaçınan ahlaki çekingenlik" diye tarif ederler. Burada "Tekdir" sözünü özellikle seçtim, çünkü kaderle ilişkili bir sözcüktür yani ilahi bir haklılığa sahiptir. Nush'dan (ikazdan) sonra gelir. Utanmaktan kaçınmayanların yönetici makamlarda bulunması ise, toplumdaki kaos kaynaklarından biridir, çünkü utanmazlık, adaletin olmadığı (veya bozulduğu), böylece toplumsal güvensizliğin arttığı, toplumun parçalanmakta/ufalanmakta olduğu bir zehirli atmosfer yaratır.
Utangaçlıktan kategorik farklılıklar gösteren 'Çekingenlik'ten de bahsetmemiz gerek.
Genellikle bir psikolojik bozukluk sayılan sosyal fobi ve çekingenlik, eski kaynaklardaki eski haliyle da negatif bir şey olarak gösterilir. Mesela Stoacılar 'Aişine' diye irrasyonel bir utangaçlıktan da bahsederler ve tasvib etmezler. Ama sosyal fobinin günümüz dünyasında ABD'de halkın yüzde 45'ini, Japonya'da halkın yüzde 57'sini kapsadığı düşünülecek olursa, psikilogların "hastalık" saymasından daha öte bir anlam ifade ettiği anlaşılır.
"Çekingenlik" kavramının 18'inci yüzyılda kullanılmaya başlandığını biliyoruz. 20'inci yüzyıl başında sosyolog/filozof Max Scheler'in deyimiyle, "insan doğasının bir parçası"dır. Ve en önemlisi de, modernleşme döneminde insanlara hakim olan ve hayatı "Ben" (Ego) etrafında kuran anlayışın bir ifadesidir. Para ilişkilerinin ortaya çıkıp yaygınlaşması sonucu, insanların toplumsal bağlardan giderek sıyrıldıklarını ve bu durumun da "Ben" duygusunu güçlendirdiğini söyleyebiliriz (Bu konuda blogda başka yazılar da bulunuyor). Norbert Elias, çekingenlik duygusunun, "16'ıncı Yüzyıldan bu yana, uygarlaşmanın bir parçası" olduğunu söylüyor. Onun anladığı anlamdaki "uygarlık", insanın bireyleşmesidir elbette. Ama günümüzdeki yaygın çakingenliği nasıl açıklayacağız?
Bir "Teşhir Çağı"nda yaşıyoruz. İlgi çekmek, "herşey" haline geldi. "Para"nın yerini "İlgi borsası"nın (yani "kaç kere tıklandın?", "kaç takipçin var? gibi "değerler"in) alabileceğinin konuşulduğu günümüzde, insanların kendilerini teşhire mecbur hissetmelerine karşı en insani tepki çekingenliktir.
"Çekingenlik de çekingen olduğundan" (deyim Florian Werner'e ait), girişkenliğin arkasına gizlenebilir. Yani şak şak gülen, çenesi düşük ve utanmaz televizyon moderatörlerinin ardında birer çekingenin saklanması çok doğaldır. Çünkü günümüzün popülariteye ve paraya odaklı toplumu normal değil. İnsanlara doğal mahremiyet ortamı sunmuyor. Norbert Bolz'un deyimiyle "İnternet Kültür Devrimi", mahremiyeti gittikçe daraltıyor. Ve bu duruma en doğal tepki de çakingenlik oluyor. Utangaç olmayan, çekingenlik de bilmeyenlere Rowland S. Miller, kafadan "Antisosyal psikopatlar" diyor ve utanmazlığın, nasıl toplumsal kaos ürettiğini anlatıyor. W. Ray Crozier, toplum için çok tehlikeli utanmaz tutumları, "Duyarsız, merhametsiz, gaddar, saygısız ve kaba" buluyor.
Günümüz dünyasında utangaç biri olmak -en başta-, "normal varlık" sayılan postmodern Homo oeconomicus'a verilen en insani yaygın tepkidir.

Kaynaklar:
Florian Werner, "Schüchtern" 2012
Homeros, "İlyada"
Max Scheler, "Über Scham und Schamgefühl" 1957
Norbert Elias, "Über den Prozeß der Zivilisation" 1997
Norbert Bolz, "Wettkampf der Feuerwerker" 2010
Rowland S. Miller, "Shyness and Embarrassment Compared" 2001
W. Ray Crozier, "The Social Nature of Social Anxiety" (Makale) 2001 

2012-2016 "Kapitalist Uygarlık" Krizi hakkında

Geçenlerde tesadüfen tanıştığım bir ufaklığa, "Sence fakirlik nedir?" diye bir soru sordum. İlkokul üçüncü sınıf talebesi Cihan, beni şaşırtan, sevindiren ve umutlandıran bir yanıt verdi: "Fakirlik, bütün gün sevinmeden oturmak, hiçbir şeye ilgisi olmamak demektir. Zengin olmak ise sevinmek, mutlu ve sağlıklı olmak demek... Zenginliğin, parayla alakası yok yani..."
Bana bunu anlatan dokuz yaşındaki ufaklığa, "acaba bir Benjamin Button'la mı karşı karşıyayım" diye dikkatle baktım. Hayır! Sadece tıfıl bir oğlandı işte ve iki-üç cümleyle, geleceğin Türkiyesi'nin ve dünyasının temel ilkesini bana özetleyivermişti...
Beni şaşırtan diğer yanıtı da, "Sana nasıl bir hediye alsalar sevinirsin" gibi kafadan tuzaklı bir soruya bile hakkıyla devrimci bir cevap vermesiydi: "Hediye istemiyorum. Benim herşeyim var." soruyu tekrarladım, "Bak iyi düşün" dedim. Gözlerini kapayıp alnını kırıştırdı, son cevabını verdi: "Bir şeye ihtiyacım yok."
Ve Cihan'ın babası bir börekçide çalışıyor. Çok fakir değiller, orta halli de sayılmazlar. Ama çok mutlular. Baba-Oğul geceleri Ay ve yıldızları gözetliyorlar. Bunun için bir de küçük teleskop kurmuşlar balkonlarına. Cihan'ın sözlerini babasına anlatınca o da şaştı!
Sizi, yarının dünyasının yeni nesliyle tanıştırayım...
(Ama önce 2012-2016 arasında, bir ateş tünelinden geçmek gerekebilir!..)
Geleceğin temel mantalitenin nasıl birşey olacağı konusunda mundan astrolog (siyaset ve devletler astrolojisiyle ilgilenen) dostların dolambaçlı/karmaşık cümlelerle anlattıklarını, minik bir "uzman"dan bir kaç cümle halinde özetlenmiş haliyle duymak insanı kanatlandırıyor!
Yeni dönemi belirleyecek etkilerin başında -benim de katıldığım ve yıllardır yazdığım- iki önemli konu geliyor:

Yeni bir tür Sol anlayışın ve Kadınların yükselişi...
Kadınların yükselişi, eski Maya kaynaklarında da yer alıyor ve bunun astrolojik izahını, 84 yıl sonra "Uranus'un oniki burç evrenine dönüşü"yle açıklıyorlar. 2019 yılına kadar Koç burcunda kalacak Uranus'un seksendört yıl önceki etkisinin, kadınları güçlendirdiğini söylüyorlar. Verdikleri örnekler de ilginç: "1926'da Uranus'un dönüşüyle kadınlar pantolon giymeye, saçlarını istedikleri gibi -kısa da- kestirmeye başladılar, Avrupa'da ipli-ilmekli korse giymek tarih oldu, kadınlar birçok alanda kitle halinde görünür oldu." Üniversitelerde kadın sayısı patladı, seçme-seçilme hakkı kazandılar vs.
Sol'un yeniden yükselişi ise, elbette eski Sol'un yükselişi demek değil. Bu yeni birşey (ve yeni bir adı da olacaktır.) Adına şimdilik "Yeni Sol" dediğimiz şeyi elbette çok konuşacağız. Biz iyimser olmaya gayret ediyoruz ama dostlarımızın deyimiyle "21 Aralık 2012'de bir tetik düştü...
Ateşi sonradan gelebilir."
Yeni Sol ve Kadın (Dişi Güç)... 
Bu iki faktör, 21 Aralık 2012 sonrasının -bugünün mantalitesiyle bakarak söylenebilecek- sosyal/toplumsal en temel iki yükselendir. Tabii bunlar sadece en önemlileri. Astrolog dostların deyimiyle, "İnsanlık tarihinin en tayin edici dönemine girmiş bulunuyoruz." Ve eskinin siyasi güç dengelerinin tamaen değişeceği ve (bence) siyaset kurumunun iptal edilip tüm salak politikacıların eve gönderileceği bir dönem başlıyor.
Tabii bugünk düzenin tamamen değişeceğini söylemek için ille de astrolog olmaya falan da gerek yok. Birçok bilim adamı, düşünür, sanatçı, din adamı, isanoğlu/insankızının bu şekilde yaşamaya devam etmesinin mümkün olmadığını söyleyip duruyordu. Şimdi bu söylenenlerin gerçekleşmesi ve yeni bir düzen kurulmasının zamanı. İnsanlık, hakim düzene karşı ayaklanıyor ve gerçekçi olup imkansızı istiyor:
İnsanın değerinin para/mal/meta/maddecilik üzerinden belirlenmediği, iş köleliğinin tarih olduğu, dinbaz /muhafazakar zayıf erkek hakimiyetinin son bulduğu, korkunç adaletsizliklerin bitirildiği, bencilliğin/kibrin/yalakalığın iş yapmadığı yeni bir düzen...
Artık yeryüzüne toplumsal adalet, kalb ve vicdan hakim olacak. Buna karşı durmaya kalkan tüm muktedirler de yok olacak. Bu, çok açık ve net görünüyor. Astrolog dostlar bunu şöyle ifade ediyorlar:
"1846'da keşfedilen Neptün, ideallerin, toplumcu/sosyalist düşüncenin ve mistisizmin gezegenidir ve 164 yıllık turunu tamamlayıp 4 Nisan 2011'de ait olduğu Balık burcuna döndü. 2026 Ocak ayına kadar orada kalacak. İdealizmin, kollektif kamucu/sosyalist bilincin, kahramanlığın yükselişi anlamına geliyor."
Bütün bunlar bir yana, sistemin sürdürülmesinin imkansızlığına dair somut işaretler çok fazla. Sistemin aleyhine işleyen faktörlerin, katlanarak büyüyen bir özelliğe sahip olması, sistemin ömrünü hızla kısaltıyor. Bu faktörler hakkında (Finans krizi, sistemin kategorik krizi vs.) bu blogda çok sayıda yazı okuyabilirsiniz. (Biraz beklerseniz yenilerini de yazacağız!)
Eğer bu tahminleri, "Muktedirlere karşı bir meydan okuma" olarak görenler varsa, -düzeltiyorum:
Bu bir savaş ilanı!..
Sistem'i doğramadan, onun yerine yeni bir düzen kurmak mümkün değildir...
Bu işlemi, "aynı anda yıkım ve yapım" olarak anlamak daha doğru olacaktır...
Astrolog dostlarımız da gök haritasına bakarak, şimdi var olan düzenin, sürecin sonunda (2024 başında) tamamen değişmiş olacağını söylüyorlar -ve değişimin yönü bence çok olumlu ve iyi olacaktır. Zira bazı temel konular (insan hakları ve haysiyeti gibi eski, paranın hakimiyetinin son bulması gerektiği gibi yeni, maddeci alanın değil yaratıcı/spiritüel alanın yükselişi gibi geleceğin konuları) artık hızla geniş kitleler tarafından benimsenmektedir ve son ifadesini kapitalizmde bulan eski dünyanın ruhen sona erdiği de her geçen gün daha iyi anlaşılmaktadır.
İnsanlığa yeni maceralar, yeni ufuklar lazım. O maceraların en hası da, insanın doğasına uygun yeni bir düzen kurarken, eski düzeni de peyder pey budamaktır! Şimdi, dünyaya Bolşevik İhtilali döneminin heyecanına benzer bir heyecan lazım. İşte o heyecan, uç vermeye başlamıştır. Gençler sahaya iniyorlar. Süreç içinde bu gelişmenin nereye varacağını göreceğiz.
Kapitalist uygarlığın 2012-2016 aralığında sona ereceği konusundaki mundan-astrolojik öngörülerin ötesinde, burada "Postkapitalist Dönem" diye adlandırdığımız daha geniş bir süreçten bahsediyoruz. 2008-2024 dönemi, kapitalizmin ve Solcu/Sağcı/Muhafazakar/Dinci taraftarlarının güzellikle (veya zorla) tasfiye edileceği, karmaşık, ama sonucu bugünden belli bir süreçtir.
Önemli bir tarih olduğundan, sembolik 21 Aralık 2012'de başlayan ve en geç 2017'de sona ereceğini tahmin ettiğimiz süreç için kullanılabilecek en uygun ad "Arınma dönemi" olabilir.

Dönenceler, Yaradılış ve Dünyanın Sonu...
Tarihin linear birşey olduğu ve bir yerde başlayıp bir yerde biteceği "düşüncesi", 21 Aralık 2012'den "Dünyanın Sonu" saçmalığını türetmişti. Bugünkü haliyle Linear Düşünce, kapitalist/maddeci sisteme özgüdür ve eliyle tuttuğu her şeyi kendi normlarına göre "izah" etmeye kalkar. Bu düşünceye yatkın olanların, "Dünya'nın Sonu"na inanmaları da "normaldir". Ama dünyada yaşamın her zaman çeşitli biçimlerde bulunduğu, insanın da Yeryüzünde onbinlerce yıllık eki bir tarihi olduğunu biliyoruz. Buna rağmen, kutsal kitaplarda anlatılan "Dünyanın başı ve sonu" tasavvurunun bir anlamı olmalıdır ve galiba bu da belli Dönencelerin başlangıcına ve sonuna işaret etmektedir -ve belli insan türlerine elbette.
İnsanın çok eski bir tarihi olmasına rağmen, bugün anladığımız türde 'Uygar İnsan'ın tarihinin oldukça yeni olduğunu biliyoruz. Burada, Kutsal Kaynaklara kısa bir dönüş yapıyoruz ve mesela Vishnu Purana'da böyle dönemlerden bahsedildiğini biliyoruz. İçinde bulunduğumuz 6480 yıllık Kali-Yuga Çağı'nda (Demir Çağı) kutsal ve etik değerlerin tersine çevrileceği söylenir. Bir dejenerasyon dönemidir. Burada "Dünyanın Sonu" düşüncesi, insanın tamamen dejenere olup uygar insan olmaktan çıkması şeklinde tasfir edilir. Daha önce de böyle dönemlerin yaşanıp insanların taşdevri insanına kadar düştüğü ve Tanrısal Şimşeğin (Tohumun) dönüştürücü etkisiyle insanın yeniden akıllandığı ve uygarlaştığı söylenir. Akıllanma, "İyiliğin ve Güzelliğin" öneminin anlaşılmasıyla olmaktadır. Kötülük ve güzele kayıtsızlık da, insanı düşük bir canlı haline getirmektedir. Tüm kutsal öğretilerin ortak paydasının İyilik/Etik olması da bundandır. Bu temelden yola çıkarak, Tektanrlı dinlerden bir örnek vermemiz gerekirse, ilk Tektanrılı din Musevilik, mistik kaynaklarında, insanın yaratılış tarihini M.Ö. 3761 yılıyla sabitler. Bu tarih, Tanrısal Tohumun atıldığı tarih sayılır. Museviliğin Zohar Kitabına göre insanın daha önceki tarihi, bundan 720 yıl önce (yani M.Ö. 4481'de) sona ermiş, insan 'Uygar İnsan'lıktan çıkmıştır, ancak M.Ö. 3761'de yeni insan zuhur etmiştir.
Her şeyi bilgisayar başında bir tıkla halleden Modern para/iş toplumu insanı, 21 Aralık 2012'de sona ereceği sandığı dünya, 2008'den beri zaten sona eriyor! Aslolan, 21 Aralık sonrası bu bitişin çok daha hızlı veya yoğun, şimdi tahmin etmesi güç şekiller akacak olmasıdır. Bu nedenle 2013 yılının 2012'den daha "yoğun" olma ihtimali yüksektir. Ama mundan-astrolog dostlarımızın tahminleri, en "yoğun" yılların 2014 ve 2015 yılları olacağı yönünde. 21 Aralık, geri dönülemez sınırı teşkil ediyor denebilir. Bunu söylerken, iki konuya dikkat çekmek istiyorum. Bunlardan biri, 'Postmodern İnsan'ın hayatının merkezini oluşturan para/iş/üretim/tüketim ve sosyalleşme biçimleri geliyor. Bu alanlar, kapitalist sistemin sürdürülemez aşamaya yaklaşması nedeniyle kesin tehdit altındadır. Bugünün Uygarlık anlayışını, madde temelli sürekli üretmek/tüketmek zorunluluğu anlayışından kurtarmadığımız takdirde, yıkım, insanları çok kötü etkileyebilir ve kitlesel ölümler olabilir. Bunu sylerken, yeniden mundan-astrolog dostların tahminlerine bir dönüş yapacağım ve astronominin de anlatmaktan usandığı ama medyanın görmezden geldiği "Güneş Lekeleri" olayı var. Bunların son yıllarda izah edilemeyen bir şekilde artmasının, dünyada çeşitli etkilerde bulunduğu ve ekstrem doğa olaylarını tetiklediği uyarısı yapılıyor. Elektirkle ve taşıma petrolle dönem Kapitalist Uygarlık, zaten kendi kategorik kriziyle boğuşurken, doğanın zorlaşan koşullarının sistemin zararına işlediğini söylemeliyiz.
Tek avantaj, yaşanılanların bir anda olmamasıdır. Aslında bu bir çöküş sürecidir ve modern insanın tahminlerinden daha yavaş işlemektedir ve önlemler almaya fırsatlar sunmaktadır, -ama bir şartla!
Artık kapitalist hedeflerle, sadece kar maksimizasyonuyla hareket etmek aptallıktır. Bu da dünyanın heryerinde sallantıdaki neoliberal Hükümetlerin devrilmesini ve zamanın trendine uygun Sosyal-Devlet anlayışını işleten, kooperasyonu/ortakaklı çok önemseyen gerçekçi Hükümetlerin kurulmasını zorunlu kılmaktadır. Kadınlara özgü intuitif/sezgisel dişi güce yer açmak ve sosyalist/toplumcu anlayışları yeniden -zamana uygun olarak- yorumlamak, hayati önemdedir.
Dünenceler, sadece kriz ve sonuçlarını anlamamızı değil, yeni düşünce/hareket biçimleri geliştirmek için de yardımcı olabilir. Bu konuda mundan-astrologların esas aldığı zaman dilimleri 45 yıllık (Küçük dünence) Ama tayin edici önemdeki insanların/olayların ortaya çıkış dönencesi konusunda, Pluto'nun iki döngüsünün toplamı 496 yılı önemsiyorlar. Bu periyotlarla yaşanan bir olaylar/kişiler verisini üzerime boca etmiş olsalar da, böyle konulara daha dikkatli yaklaşmak (hemen inanmamak) gerektiğini biliyoruz.

2013...
Önümüzdeki yıldan, siyasi/ekonomik ve diplomatik alanda istikrarsızlıklar bekleniyor. 2017'ye kadar olumlu değil olumsuz yanlar ağırlıkta. Bu trendin değişmesi, insanların birçok yeni şeye yeniden intibak etmelerine bağlı, mesela doğaya! Şehrin doğaya tamamen yabancı yapısı, elektrik/petrol sayesinde (suni olarak) yaşatılabiliyor. Birçok şeyin yeniden düşünülmesi gerekiyor. Ve yalnız düşünmek değil, kollektif bir hareket de şart.
Astrologlar "olağanüstü sıklıkta tekrarlanacak Uranus-Satürn-Pluto kesişmeleri/zıtlıkları"nın benzerlerini (ama daha az etkili olanlarını) şöyle sıralıyorlar: 1914 Birinci Dünya Savaşı, 1939 İkinci Dünya Savaşı, 1965 Vietnam Savaşı, 1993 Yugoslavya Savaşı, 11 Eylül 2001. Yıllar içinde tekrarlanacak bu yıkıcı etkinin en tehlikeli tekrarının 2015'de görüleceğini söylüyorlar. Benim merak ettiğim diğer konu, Türkiye'nin bu etkiye ne kadar mağruz kalacağı yönündeydi. Türkiye, bu yıkıcı etkinin en fazla görüleceği yerler listesinin sonunda bir yerde yer alıyor. Ama buna sevinmek mümkün değil, zira çok daha az etkilenecek yerler de var. En fazla etkilenecek yerler ABD, AB, İsrail ve Pakistan (?!) iken, Hindistan'ın çok daha az etkileneceği, Rusya ve İran'ın da az etkileneceği, Türkiye'nin Avustralya ile birlikte az etkilenen yerlerden olacağını söylüyorlar -ama tarif ettikleri etki zaten az-buz birşey değil!..
Tahminler, sistemin kesin sonu istikametinde ilerlemeye devam edeceğini ve 2017'den önceki bu zor dönemde kollektif düşüncenin/hareketin önemsenmesi gerektiğini gösteriyor. Bu sürede evrensel "İyi/Etik Değerler"in esas alınması ve onlara uyulmasının rasyonel getirisi çok açık: İnsan Kalmak! İnsanın insan olması ve insan kalması konusunda tonla şey yazılıyor ve bunlar, sanki kişinin hayatıyla ilgisizmiş gibi, bir tür roman gibi okunuyor. Bunların somut getirisi öğrenildikçe, "iyi/etik yaşam"ın ve sanatın/kültürün hayati olduğu da anlaşılacaktır elbette. Gerçekçi olmak gerekirse, 2013'de, 2012'den daha dikkatli, daha akıllı, daha barışçı, daha adil olmak ve bunun mücadelesini vermek zorundayız. Çünkü Dünyanın üzerine boca edilebilecek felaketlerden korunmak, ancak böyle mümkün. Türkiye'nin daha az etkileneceği bir Büyük Savaş, en büyük hedef gözetilmeli. Konuşmayı ve dinlemeyi öğrenmeliyiz, ama egoizme tahammüllü olmamalıyız. Doğruluk, dürüstlük, iyilik ve güzellik karanlıktaki ışığımız olmalı.  

21 Aralık Senkronu, Global ruh hali ve "Global Consciousness Project" örneği

21 Aralık Dönümü ile başlayan yeni dönemin, aynı zamanda yeni bir bilinç anlamına geldiğini söylerken, aslında çok yeni birşey söylemiş olmuyoruz -ama Maya'lar hakkında yeni öğrendiğim öngürelerin, buraya yılllardır yazdıklarımızla çelişmediğini görmek özel bir mutluluk benim için. Maya'lar, yeni dönemde kadınların çok önemli görevler üsleneceklerini söylüyorlar. Biz de burada "Kadınsı Değerler"den bahsetmiştik, bahsetmeye devam edeceğiz. Sözel düşüncenin tek yanlı ağırlığının "görsel düşünce ile (şimdilik böyle adlandıralım!) dengelenmeye başlayacağı bir sürecin yanı sıra, makul/rasyonel aklın intuisyon ve yaratıcılık ile dengelenmesi de gelişmenin ikinci bileşeni sayılabilir. Şimdiye dek teorik olarak sözü edilen "Görsel Düşünce" (bu tarz düşünce, söz ötesi bir sezgisel anlama durumudur), intuisyon, yaratıcılık bileşenlerinin elle tutulur somut faktörler haline gelebileceği, Maya'ların iddiası. Bu proseste kadınların ön plana çıkmasının nedeni, sözkonusu dengeye halen daha yakın bir yerde durmaları.
Bu etkiler, tüm gezegenle birlikte tüm insanları ve diğer canlıları ilgilendirdiğinden, insanların tamamına yönelik bir etkinin söz konusu olduğunu var sayarsak -Maya'ların tasavvuru da bu yönde- burada daha önce bahsettiğimiz bir konuya yeniden dönüş yapmamız gerekir.
Işığın, maddenin, antimaddenin ve hayatın yaratıcısı Evrenin Merkezi'nden "varolan ve olmayan her şeye uzanan", yani Evrenin Merkezini herşeyle bağlayan başka bir boyutun daha olduğunu hem Maya'lardan hem de yeni bilimsel teorilerden biliyoruz. Bir tür antimadde evreni gibi düşünülebilecek bu yekpare bütünün mikrobik bir bölümünü oluşturan insanlığın ruh alemi de -insanları birbirine bağlayan bir bütün olarak- bazı ortak reaksiyonlar gösterilmesini sağlıyor mu? "Sevinçte ortak olmak" durumunun somut bir karşılığı var mı? Evet, var...
İşte bu durumu (başka bir şey araştırırken) tesadüfen keşfeden bir deney biliyoruz.

Yaşayan Mayaların 21 Aralık sonrası uyarıları ve tasavvurları

Öğrenciyken gördüğüm bir film beni çok etkilemişti. Filmin adı Koyaanisqatsi'ydi. Francis Ford Coppola'nın yapımcılığını üslendiği ve Godfrey Reggio'nun rejisörlüğünü üslendiği film, insanın maddeci yanlış yaşama biçimi sonucu dünyayı, yaşamı ve nihayet kendini nasıl felaketin eşiğine getirdiğini anlatıyordu ama sadece görüntülerle...
Film, muazzam görüntülere sahip uzunca bir belgesel. Philip Glass'ın müziği eşliğinde Sadece seyrediyordunuz ve çarpılıyorsunuz. Bu filmi, piyasaya çıktığı 1982 yılından beri kaç kere seyrettiğimi hatırlamıyorum, ama en son bu yılın başında yeniden seyretmiştim. Filmde altyazı niyetine sadece "Koyaanisqatsi" sözcüğünün ne anlama geldiğini okuyorsunuz:
Hopi dilinde "ko.yaa.nis.katsi" diye telaffuz edilen bu sözcüğün beş anlamı, aynen şöyle:
1. Delice yaşam. 2. Ayaklanma/isyan halinde yaşam. 3. Çürük/yoz yaşam. 4. Dengesini yitirmiş yaşam. 5. Değiştirilmek zorunda olan yaşam.
Filmi birkaç kere seyredip müziğini mırıldanırken, Hopilerin Müziklerini aldım (o zaman kocaman siyah LP plaklardan!) Hopiler hakkında bulduğum kitapları okudum. Hopiler, Maya'ların günümüze kadar yaşamış son boylarından. Bugün dünyada sadece altıbin kadar Hopi yaşıyor, ama Hopilerin yaşlılar konseyi, atalarından devraldıkları geleneği ve sırrı sürdürdüklerini 4 Ağustos 1970'de kanıtadılar. ABD Başkanı Richard Nixon'a bir mektup gönderdiler. Mektup aynen şöyle:

Sayın Başkan,
Hopi Milletinin en yaşlıları olarak biz, hiç şaşmadan, daima Yüce Ruh'un bize gösterdiği yolu izledik. Bugün kendimizi, bize güvenilip vahyedilerek gönderilen Mesajı size iletmekle yükümlü hissediyoruz.
Bunun nedeni, beyaz adamın doğaya karşı duyarlı olmaması ve Dünya Anamız Yeryüzü'nün kudsiyetini bozmaktır. Beyaz adamın teknolojik yeteneklerinin yüksekliği, Dünya'da yaşayan herşeyin ruhsal yolunun kıymetini bilmek konusundaki vasatlığının bir sonucu sayılabilir. Açgözlülüğü ve maddiyatın tadını çıkarma arzusu, Dünya Anamızın bağrında -adına "doğal kaynakları çıkarıp kullanmak dediği- şey adına açtığı yaraları göremeyecek kadar körleştirdi.
Toprağın her yerinde akar sular kirletildi, yer kazılıp karıştırılıp kirli çamur haline getirildi, hava tamamen kirletildi. Sayısız bitki ve hayvan, endüstri çöpünün zehirinden öldü. Tanrısal yol, insanların çoğu için farkedilebilir olmaktan çıktı, hatta bu, beyaz adımın yolundan gitmeye kararvermiş çok sayıda Yerli için de geçerli.
Görevimiz, insanların doğa ile barış ve uyum içinde bir yaşama dönmemeleri halinde tüm yaşamın yokedileceği konusunda sizi bilgilendirmek -bize bildirilenler, bu sorumluluğu bize yüklüyor. Yalnızca, herşeyin anası Doğanın sırlarını anlamış olanlar, bu kötü kaderi değiştirebilir. Bu bozucu gelişme sona ermek zorunda, yoksa Doğa öyle davranacak ki, tüm insanlık acı ve azap çekecek.

O dönemde 68 Hareketi fırtınası tüm hızıyla esiyordu ve gençler daha çok Sol konusunda duyarlıydı, doğaya duyarlılık ise çok yeniydi ve ancak 70'li yılların sonundan itibaren yaygınlaştı. Hopiler, birşeylerin canlanmakta olduğunu (ama birtaraftan da birşeylerin hızla bozulduğunu) hissetmiş olmalılar.
Maya'ların yaşayan rahiplerinden Guatemalalı Carlos Barrios, aynı zamanda bir antropolog, tarihçi ve araştırmacı. Maya takvimi konusundaki en önemli uzman sayılıyor. Yaşayan Maya'ların Kartal Klanı (Aşireti) reisi. Onun sözleriyle 21 Aralık 2012 ve sonrasında "Dünya yokolmayıp, yeniden şekillendirilecek".

21 Aralık Senkronu ve zamanın yoğunlaşması üzerine

Geçtiğimiz günlerde Türkçe gazatelerden birinde, "Hz. İsa'nın doğum tarihi değişti. Son bulgulara göre şimdi 2019 yılında yaşıyor olabiliriz" gibi bir haber okudum. Peygamber'in farklı bir tarihte doğduğu söylenmiş -ki kesinlikle yeni birşey değildir- böylece güya 2012 yılında yaşıyor olmaktan kurtulmuşuz! Sanki Maya'lar, takvimlerini Hz. İsa'nın doğumuna göre hesaplamışlar ve "Kıyamet 2012'de" demişler gibi! Böyle çocukça şeyler, Maya takvimi Tzolkin'in hesapladığı Güneş Lekeleri takviminin (ve daha bir dizi -henüz bilinmeyen- Güneş sisteminin) takviminin nasıl bu kadar kesin hesaplanabilmiş olduğu sorusunu ortadan kaldırmıyor. Tzolkin takvimi, tamamen kendine özgü bir şeydir, hatta kendine özgü bir sayı sistemi ve matematiği vardır. Yani Maya'ların "Üç Ahau dört Kankin" diye ifade ettiği tarihin (13.0.0.0.0), başka takvimlerde 2012 veya 2019 sayıları ile ifade edilmesi, Mayaları bağlamaz. Bu absürdlükten burada bahsetmemizin asıl nedeni, takvimden ziyade çok daha önemli bir faktöre dikkat çekmek: Korku faktörü...
"Aralığın 21'inde Kıyamet mi kopacak?" diye soranlara verilecek en doğru yanıt, "Kıyamet'ten ne anladığınıza bağlı" gibi birşey olabilir. Maya'lara göre bu tarih, İnsanoğlunun/insankızının yepyeni bir evrimsel maceraya atıldığı sembolik 'Doğal Devrim'in tarihidir. Maya'lara bakacak olursak bu tarih, insanın Neandertaler'den Homo Sapiens'e geçişi kadar önemli bir nitel kalite içeriyor. 21 Aralıkta Güneş'deki aktiviteler, Evrenin Merkezi'nden gelen ışınlar ve onun etkisiyle Güneş sistemindeki gezegenler konstelasyonuyla tetiklenecek -çeşitli biçimlerdeki- (Enerjik?) yoğunluk, önümüzdeki yıllarda bir dizi çok önemli değişikliğin de startını verebilir. Peki bu "yoğunluk" nedir, nasıl birşeydir?
Konuya bu kadar eğilmemizin nedeni, bugünün "Modern uygarlık"ının matematiğinden/takviminden çok daha kesin ve rafine bir sistemi bin yıl önce kullanmaya başlamış Maya uygarlığının hesabıdır. Bugünün biliminin de reddetmeyip kabul ettiği üzere, 26.000 yılda bir yaşanan bir gök olayıyla karşı karşıyayız. Yani "her yıl" yaşanan cinsten bir şey kesinlikle değil.