"Kriz"in krizi...
Finans krizinin nedeni ve anlamı konusunda Türk ve dünya basınında yayımlanan yazıları esasen ikiye ayırmak mümkün: 1. Kapitalizmden umudunu kesenler. 2. kapitalizme iman edip onu kurtarmaya çalışanlar. Birinci kategoridekiler, azımsanmayacak kadar geniş bir çevreyi oluşturuyor. Aralarında, kapitalizmden sonra da bir hayat olduğuna inananların sayısı az, çünkü liberal Anglosakson ekonomisini temel alan okulların tezgahından geçip de kapitalizmsiz bir dünya tasavvur etmek hiç kolay değil -hele 80 yıl boyunca liberal kapitalizme güya alternatif diye sunulmuş 'reel sosyalizm'in (yani kooperatist kapitalizmin) başarısızlığı ortadayken... Bu nedenle, ikinci kategorideki kapitalizm kurtarıcıları arasında Solcular da bulunmakta. Ama oldukça şaşkınlar. Çünkü 'tartışa tartışa' aralarında (devlet ve devletçiliğin her türlüsüne karşı çıkmak türünden) ortak noktalar arayıp buldukları (neo) liberalizm tarfından ters köşeye yatırılmış bulunuyorlar.
Kapitalizmi kurtamak isteyenlerin en temel düsturu, krizin geçici ve konjonktürel olduğu. Yani korkmaya gerek yok; yakında atmosferi eskisinden daha fazla kirletebileceğiz, tükenmekte olan petrolü eskisinden daha çok yakıp dumanını havaya savurabileceğiz, dünyamızı ne işe yaradığı ve kime satacağımızı bilemediğimiz sonsuz sayıdaki plastik oyuncağa boğabileceğiz, bunun için su kaynaklarını daha hızlı tüketebileceğiz. Hele işsizliğe çare bulursak bunları çok daha hızlandıracağız. 'Kapitalizmin sonu' gibi sözlerle moral bozmamalıyız, bu çok tehlikelidir! 1980'lerden itibaren pek moda olan 'pozitif düşünce'ye (new age) göre, işlerin iyiye gidebilmesi için bardağın dolu tarafından bakmak ve iyimser olmak gerekir!
Kapitalizmi savunmak, giderek trajikomik irrasyonel bir hal almaktadır. Artık soru, giderek artan sayıda insanın gözünde, 'Böyle bir ekonomiyi istiyor muyuz?' noktasına gelmiştir. Zaten burada sözkonusu olan sadece finans krizi de değildir. Unutkan olmayanlar hatırlayacaklardır: Kısa aralıklarla petrol (Peak Oil) ve enerji krizi, su ve kuraklık krizi, gıda kıtlığı krizi yaşandı. Bu krizler halen aşılmış da değiller (Küresel ısınma krizi zaten herkesin malumu). Sözkonusu krizlerin nedeninin kapitalist üretim/tüketim sistemi olduğu konusunda bütün aklıbaşında bilim adamları hemfikir. Sistem sürdürülebilir olmaktan çıkmaya doğru hızla ilerliyor. Şimdi asıl soru, 'bu ekonomiyi nasıl zararsız hale getirir, nasıl değiştirebiliriz?' olmak zorunda. Kapitalizmden önce bir hayat vardı, kapitalizmden sonra da pekâlâ olabilir. 'Kapitalizmin sonu' gibi sözlerle konuşmanın çok tehlikeli olduğunu düşünenler, müdahale edilmediği takdirde sistemin insanlığın hakkından gelmek yolunda emin adımlarla ilerlediğini görmek zorundalar. Artık sadece krizden değil, sistemin çizdiği çerçeveden çıkamayan 'kriz' söyleminin krizinden de söz etmek zorundayız. Kriz, bir finas krizi olmaktan çok, kapitalizmin yapısal krizi ve bildiğimiz kapitalizmin sonunun başlangıcıdır. Krizden sonra dünya çok önemli bir değişim sürecine girecek ve tamamen değişecek. Bu süreçten mümkün olduğunca kansız geçilmesine çalışmak, her okur-yazar için bir insanlık görevi olmalıdır.
Kapitalizmi savunmak, yer yer “insan ötesi” (insanlık dışı) bir hal de alıyor. Böyle giderse, kapitalizmi kurtarmaya çalışan ve onu savunmakta ısrar edenlerin kendilerine sormaları gereken sorulardan biri, pek yakında şu olacak: 'İnsansız bir kapitalizm mümkün müdür?' Şaşırmaya gerek yok, çünkü sorunun devamı şöyle olabilir: İyice fakirleşmiş, üretip tüketemeyen, vergi ödeyemeyen, global sistem için “ekonomik bir değeri kalmamış” (lüzumsuz!) insanlar “yaşamayıverseler”, onların tüketemeyeceği ekmeği/suyu/petrolü kullanarak, kapitalist refah ve yaşam biçimi daha ne kadar sürdürülebilir?.. Kapitalizmde ısrar etmek, giderek bir insanolmak/insankalmak meselesi haline gelmektedir. Sistemi elbirliğiyle düşüne-taşına, mümkün olduğunca az zararla değiştirmek mümkündür. Bu konuyu Tony Blair gibi "politikacılar" bile artık ciddiye alıyor, ama Türkiye'deki Sünni-Müslüman neoliberal para eliti ve kaderini onların olmayan geleceğine bağlamış "İslami" kültürel kimlikçi çevreler, ciddiye almıyor/alamıyorlar. Çünkü kapitalizmin sağlamlığına (onunla cehenneme bile gidebilecek kadar) çok inanıyorlar. Bazıları da, kapitalizmden sonra, (monolitik Sünni-)"İslami" bir düzenin kurulacağına yarım gönülle inanıp avunuyorlar. Etnik/dini kültürel kimlikçi neo-liberal çağ, bir daha geri gelmemek üzere sona ermektedir.
Bir dünya sona eriyor. Yeni bir dünya doğuyor. Değişimin olacağı o kadar kesindir ki, değişimin yönünü değiştirmek hiçbir kişi/kurum/durum tarafından kesinlikle mümkün değildir. İstikameti değiştirmeye, dünyanın (yüzde 97'si fiktif/sanal değere sahip) katrilyonlarca Doları da yetemeyecektir. O dandik paralarla ve önlemlerle mutlak son sadece biraz geciktirilebilir o kadar. Fakat geciktirmek de tehlikeli olmaktadır ve ertelenen yıkımın boyutlarını büyütebilir, tamamen kontrolden çıkarabilir. (Ayrı bir yazı konusu)
Sistemin çökmesinden çok korkanlara not:
Bu dünyada, kapitalist olmayan bir serbest piyasa mümkündür, kapitalist olmayan zenginlik de mümkündür, kapitalist olmayan ve 'altın'a endeksli enflasyonsuz/faizsiz para da mümkündür, gerçek rengarenk uygarlıklar da, kalıcı barış da... Bunları gerçekleştirmek ve geleceği kurmak ise; dürüst, mert, akıllı, ruh ve vicdan sahibi, erdemli, inançlı, engin gönüllü, düşünen/hisseden her kadın gibi kadının, her adam gibi adamın ilgi alanına girer. (Ve bu kesinlikle Müslümanların veya Hristiyanların veya Budistlerin veya Solcuların veya yolcuların tekelinde değildir.)
Süreç içindeki ilk tehlike, krizin devletleştirilmesi ile ilgilidir ve bir sonraki yazının konusudur.
Nuray Mert / 'Hayali' Kimlikler
‘Hayali’ teriminin bu türden kullanımı, ulus-devlet kavramının eleştirisinin yükseldiği dönemde, milliyetçilik tarifi olarak (B. Anderson) popülerleşti. ‘Kimlik’ terimi de, aynı dönemde siyasal dilde yerleşti. Ancak, her tarihsel dönüşüm sürecinde olduğu gibi, bu kez de, aşınmış kavramlar, kategoriler ‘batıl’, yeni tanıştıklarımız ‘gerçek’, ‘doğal’ gibi algılanmaya başladı.
Oysa, hiçbir toplumsal/siyasal kavram veya kategori kendi başına bir şeyi tanımlamaz, bir gerçeğe tekabül etmez, toplumsal-siyasal süreçler içinde oluşur/oluşturulur. Milletler, milliyetçiliklerin sandığı veya iddia ettiği gibi tarihin başından beri var değil. Kuşkusuz durduk yerde, yoktan icat edilmiş de değillerdi ve tarihsel süreç içinde birçok etkenin bileşkesi olarak sahneye çıkmışlardı. Yine tarihsel süreç içinde, toplumu ve siyaseti tanımlama ve tanzim etme kabiliyetleri aşındı, bu noktada yeni tanımlar, kavramlar, kategoriler devreye girdi. Bu anlamda, bu tanım ve kategoriler de, en az ‘millet’ ve milliyetçilik kadar hayali, ama yine en az onlar kadar, yeni toplumsal-siyasal gerçeklere tekabül ediyorlar.
‘Kimlik siyasetleri’ bizde, en önce ve en çok Kürt meselesiyle ilgili olarak gündeme geliyor. Kürt meselesinin geçmişi, kimliklerin siyasal kategoriler olarak sahne almasının öncesine gidiyor. Kürtler, Osmanlı Devleti’nin çözülüş sürecinde diğer birçokları gibi kendi uluslarını inşa etmediler veya edemediler. Türklük temelinde inşa edilen ulus-devlet kurgusunun içinde, baskılanan bir unsur olarak, siyasallaşma sürecine girdiler. Geldiğimiz noktada, siyasallaşmaları, gecikmiş bir milliyetçilikle mi, yoksa yeni siyasallaşma biçimleri çerçevesinde, bir kimlik tanımı çerçevesinde mi şekilleniyor belli değil.
Toplumsal/kültürel kimlikleri ‘doğal’ ketegoriler olarak algılama eğiliminde olanlar, ‘Kürt kimliğini tanıyalım, sorun bitsin’ derken, aslında kimliklerin de ‘hayali kategoriler’ olduğu hususunu görmezden geliyorlar. Tekrar edeyim, ‘hayali’ derken, ‘bunlar boş hayal’ veya ‘hayal peşinde koşmasınlar’ anlamında söylemiyorum elbette. Kimliklerin kurgusallığından söz ediyorum. Toplumsal/siyasal kurgular, bir yandan, toplumsal hayatın baskılanan alanlarında biriken tepkilerden yola çıkar, diğer yandan da, bu tepkileri belli hak ve özgürlükleri hedefleyen taleplere dönüştürür. Baskının tanımı da, taleplerin tasnifi de, siyasal olarak kurgulanan şeylerdir.
Siyasal tartışma yapabilmek için, önce toplumsal-siyasal kavramlara kendiliğinden yetişen ve doğal seyrine bırakılmaktan başka bir ihtiyacı olmayan nebat muamelesi yapmaktan vazgeçmek gerekir. Ne Türk milleti, ne onun bölünmezliği, ne mevcut devlet kurgusu, kerameti kendinden menkul, ezel ve ebed olmadığı gibi, Kürt kimliği de, sadece tanınmayı bekleyen bir ‘gerçek’ değildir. Mesele, taraf olarak gördüğümüz iki farklı kurgunun karşı karşıya gelmesidir. Diğer taraftan, bu kurgular ortak bir yeni kurguda uzlaşacak şekilde bir seyir içine de girebilir, uzlaşamayacak tanım ve tanzimlerde ısrar da edebilir. ‘Korkacak ne var, toplumsal süreçleri doğal seyrine bırakın yeter’ demek kadar saçma bir şey olamaz. Toplumsal-siyasal süreçlerin seyrini korkulacak bir istikâmette gitmeyecek şekilde tanzim etmenin yolunu bulmak, aksi takdirde olacaklardan hakkıyla korkmak gerekir.
Son olarak, unutmayalım, tarihsel/toplumsal süreçler açısından çatışma esas, uzlaşma-uyum (olumlu manada) zorlamadır. Kolayına kaçmamak için bu sıradan gerçeği hatırlamakta fayda var.
RADIKAL, 16.10.2008
Yeni Sosyal hedefler hakkında
1.Türkiye'nin gerçekleşmeyecek sonuncu "prokapitalist sosyal hedef"i hakkında
- Yeni sosyal hedeflerden bahsederken, onların eskilerinden nitel/temel farklılığı üzerinde kısaca durmak gerekiyor. Bugün de çok sayıda “inananı” bulunan ve gerçekleşmesi mümkün olmayan, Türkiye'nin son prokapitalist popüler (ideolojik) sosyal hedefinden bahsetmeliyiz.
Şu anda Türkiye'de ideolojik ve örgütsel bazda yaşamakta olan tek bir 'pseudo-sosyal hedef'ten söz edilebilir, o da AKP'li 'ılımlı islamcılar' (ve hatta ılımsız islamcılara kadar geniş bir çevre) tarafından savunulan 'islami' sosyal hedeftir. (mikro milliyetçi 'sosyal hedef', islamcı hedeften önce tükenen sondan bir önceki sosyal hedeftir)
“Aynı (kapitalist) düzeni onlar değil de ben işleteyim” mantığı dışında hiçbir temel özelliği olmayan bu sonradan modernleşmeci son sosyal hedefe “inanan”lar, “ülkenin tamamı, sen ben bizim oğlan tarafından yönetilirse, memleket de islam olur” türünden nicel/sığ bir varsayımdan yola çıkıyorlar ve bu yolda her türlü hırsızlığı/şeytanlığı mazur görebiliyorlar (mikro milliyetçiler de her türlü cinayeti mazur görebiliyorlardı). Getirmeyi düşündükleri düzen değişiklikleri ise, kargaları bile güldürebilecek ölçüde şekilseldir (türban serbestliği, “bağış yapan” tanıdıkların firmalarına ihale serbestliği, “Müslüman yöneticiler”e yardım kuruluşlarını soyma serbestliği! vs. türünden “özgürlükçü” bir neoliberal demokrasidir).
Liberal 'ılımlı Sol' tarafından da bilerek/bilmeyerek desteklenen bu son modern hedefe göre: Osmanlı yıkıldıktan sonra küçük bir (kemalist) elit, ülkenin yönetimini ele geçirmiştir ve onu batılılaştırmıştır/zalimleştirmiştir (veya ılımlı Sol'a göre 'totaliterleştirmiştir'). Bu elitin zulmü altındaki müslüman cumhur (burada 'cumhur', sadece 'Sünni Müslüman' kabul edilmektedir), kendi kendini yönetememektedir. Halbuki 'cumhuriyet' halk idaresi demektir. Öyleyse, AKP veya benzeri bir (coğunluk oylarına sahip) parti, iktidarı ve devleti tamamen ele geçirip bu eliti ve onu destekleyen halk/elit kesimlerinin örgütlenmelerini (mesela 'Ergenekon' bahanesiyle) tasfiye ederek “islami/geleneksel(?)” yanı ağır basan bir idare kurmalıdır. Burada kendi anladığı anlamdaki “(Arabî) Sünni İslami İdare”, sonradan modernleşmiş yeni şehirli kültürsüz Sünni Müslüman neoliberal PARA ELİTİ'nin oligarşik/otokratik (amatör padişah "tek" adam) yönetimini baz almaktadır.
Böyle bir (karikatürün karikatürü) saçmalığın geleceğe dönük bir 'sosyal hedef' gibi pazarlanabilmesinin kökeninde, dünyayı ve kendi halkını Kürtler/Türkler veya Ramazancılar/Şekerciler türünden -neoliberalizme özgü- kültürcü ayrımlar üzerinden değerlendirmek anlayışı yatmaktadır. Neoliberalizmle birlikte bu anlayış çökerken, yeni “islami” elit, paradan/maldan başka hiçbir şeyi/numarası olmadığından panik derecesinde gelecek korkusu içinde yaşamaktadır. (Ve korkmakta çok da haklıdır)
Bu islami sosyal hedef saçmalığına inanaları 'demokrasi adına' ve 'kötücül/totaliter devlete karşı olmak' adına destekleyen ılımlı Sola göre 'Para Eliti', 'çoğunluğun iradesini' temsil etmektedir ve demokrasi adına (aslında sadece 'çoğulculuk' adına) desteklenmelidir. Ayrıca ılımlı Sol, neoliberallerin devlet düşmanlığını “ilericilik” diye sunmaya kalktığından, 'Müslüman demokratlar'ın devleti ele geçirmesi pratiğinde, 'çevrenin merkezi ele geçirmesi' türünden bir boncuk bulmaktadır. (Türkiye'yi kerameti kendinden menkul sosyo-ekonomi ötesi prokapitalist 'çevre-merkez teorisi' üzerinden açıklayaMAmak da ayrı bir yazı konusudur)
Sözkonusu “islami” sosyal hedefin inanılmaz sığlığı ve saçmalığı bir yana, savunucularına, gerçekleşmesinin imkansızlığını göstermesi bakımından önemli bir okul olduğunu kesindir. Ulusal sınırlar dahilinde yerel neoliberallerin babasının çiftliği, haricinde de para piyasalarının çiftliği sanılan dünya değişmektedir. Neoliberal ılımlı Sünni Müslümanların, bahaneyle iyice anladıkları üzere dünyada, sadece para/ticaret/ihaleler değil, mesela hukuk, medya, hatta özgürlük düşüncesi, sistem eleştirisi falan da globalleşmektedir. Ve Türkiye Kuzey Kore gibi kendi içine kapanmadığı sürece (ki o hiç mümkün değildir), “içerde kendine demokrat dışarda sallama demokrat” kurnazlığıyla herkesi “idare etmek” artık mümkün değildir.
Burada ılımlı islamcılarla ılımlı solcuları birleştiren ortak hayal kırıklığının temelinde, iki kesimin de ateşle suyu biraraya getirme çabası yatmaktadır. Adı 'demokrasi' diye değiştirip kutsansa da 'neoliberal kapitalizm', sonuçta kantitatif/nicel, yani parasal/sayısal değerleri esas alan, sosyal hayatı para/iş üzerinden tarif eden bir düzendir. Onu değişmez veri kabul edip esas alarak belki çok 'iyi' yolsuzluk yapılabilir, ama asla (mesela kültürel/inançsal İslami renklere sahip) özgün bir düzen kurulamaz. Ve tabii, 'demokrasi' diye kutsanan kapitalizmi savunarak özgürlükçülük (ve/veya özgürlükçü Solculuk) da yapılamaz. Bu konu, gerçek ile gerçeğin ılımlısı (yani bozulmuşu/sahtesi) arasındaki kesin farkı veren turnusol kağıdıdır. Çaktırmadan kapitalizmi (yani 'eleştirilemez kutsal demokrasi'yi!) savunduktan sonra; hergün/herkes hatim de indirse, bütün kadınlar çarşaf, bütün erkekler takke de giyse, veya her yazıda en az bir kere Marx'dan, iki kere Lenin'den, üç kere Mao'dan alıntı da yapılsa, sonuç değişmez. Çin Komünist Partisi de zaten bunu yapmakta, Mao'dan alıntılar yaparak neoliberal kapitalizmi savunmaktadır. (“Ilımlı Solcu” lüks “marka” aydınların son Marksizm-Leninizm merakını bu çerçevede değerlendirmek gerekiyor.)
2. Yeni sosyal hedeflerin niteliği hakkında önsöz
Yeni sosyal hedeflerden bahsedebilmek için önce, onların ne olmadığını bir kez daha vurgulamak gerekiyor: Yeni sosyal hedefler, ancak yapıcı bir anti-kapitalizm üzerinde yükselebilirler -çünkü modernizme has ideoloji ve/veya ütopya formatının ötesinde yeralmak zorundadırlar. Kapitalizmin tamamen reddi anlamına gelmeyen bu anlayış, samimi Sol'un ve eski Sağın, İslami kökenlilerin, her türden eski milliyetçilerin kendilerini aşmasıyla -geleceğe açılan- önemli bir başlangıç teşkil edebilir ve yeni bir alternatifin ağırlık noktası olabilir. Anti-kapitalist geleneğe sahip tek hareket olan Sol'un kendini aşabilmesi için, önce, 'klasik/ılımlı Sol' denen şeyin, aynı şeyin (kapitalist yaşam/düşünce biçiminin)solu olduğunu anlaması gerekiyor. Kapitalizm, sadece kapitalistlerden ibaret değildir. İşçisiz kapitalizm düşünülemez. Bu anlamda Sol, aydınlanmacı düşüncenin ve modern kapitalizmin Sağ kadar önemli siyasi bileşeni olduğunu anlamalı ve bu rolüne son vermelidir. Kapitalizmin daha insani bir sistem olması için, sosyal devletin kurulması, birey haklarının genişletilmesi için vs., Sol'un tarihi mücadelesi çok önemlidir. Kapitalizm Solun güçlü olduğu dönemlerde Solun sayesinde daha insancıl bir sistemdi. Fakat kapitalizmin temel yapıtaşları olan (ve Marx'ın çok detaylı bir şekilde ortaya koyduğu) 'kapitalizme özgü Para biçimi' (Marx'ın deyimiyle 'Geld heckendes Geld'), 'Ücretli iş ve kapitalist çalışma sistemi', 'herşeyin Meta/mal formatına indirgenmesi' gibi kapitalist normların aşılması hakkında Solun (ne Lenin ne Trotzky, ne Mao, ne Castro, ne de diğer “ustalar”ın) hiçbir fikri yoktur. Hatta -istisnalar dışında- bunları konu bile etmemiştir. Tersine... O normları, barbarlık derecesinde uygulayıp mesela işçileri ve kapitalist çalışma biçimini fetişleştirerek, ülkelerin kültürlerini/inançlarını/tarihlerini/çevrelerini mahvetmek konusunda liberal kapitalizmi bile geçmişlerdir. Sovyetler Birliği'nde de, Çin'de de, Küba'da da 'sosyalizm' denen düzenin temel bileşenleri, liberal kapitalizminkinden farksızdır: Aynı 'Para', 'Ücretli iş', 'Mal/meta' sistemleri... Liberal kapitalizmle “sosyalizm” arasındaki fark niceldir/şekilseldir, nitel değildir. Sol bunu görmeden ve kapitalizmin her türüne (Kapitalizmin soluna ve sağına) karşı çıkmadan, kapitalist yaşam ve düşünce biçimini sistemli bir şekilde eleştirmeden, asla onun ötesine geçemez. Oysa geçmesi ve kendini aşması çok önemlidir. Çünkü bugün Sol diye adlandırılan, gelecekte mutlaka başka bir şekilde adlandırılacak olan anti-kapitalist temelli postkapitalist girişimler, önemli ölçüde 'Özgürlükçü makul Sol' kaynaklı olacaklardır.
Marx'ın kapitalizm analizi, şu anda en önemli/doğru analiz olmayı sürdürmektedir. Marx, kapitalizm sonrası dönem hakkında -başlangıç noktası kapitalizmin içinden başlayan antikapitalist- bir yol göstermektedir. Fakat yolun -kapitalizm ötesinde- devam eden kısmı hakkında pek fikir vermemektedir. Bu çok da doğaldır. Nihayet Marx ve teorisi, sonuna geldiğimiz modern çağın bir ürünüdür. Kendini aşmış samimi bir anti-kapitalist Sol, doğru yolun başında durduğundan ve oradan yola çıktığından, o yolun kapitalizm-ötesi devamını çizmek bakımından, Sol kökenli olmayan diğerlerine yardımcı olmalıdır. Ama yolun devamını bulabilmek/çizebilmek için önce modernizmin dayattığı Sağcı/Solcu/İslamcı/Milliyetçi/Ulusalcı türünden ayrımları samimiyetle ortadan kaldırmak şarttır. Sol, yeniden alternatif yaratılması konusunda önemli bir rol üstlenebilmek ve Sol dışındakiler karşısında inandırıcı olabilmek için (sağlı sollu) sistemin Sol'u olmayı bırakmak ve sistemi topyekün eleştirmek zihniyetini içselleştirmek zorundadır.
Sol'un kendini aşması için başka önemli şeyler de gerekmektedir. Mesela maddeden başka kuş tanımayan 'diyalektik materyalizm'e de veda etmek, onu yumuşatmak zorundadır. Geleceğin rasyonel bilim/fizik/kimya tarafından kurulmayacağını iyice anlamak zorundadır. Ayrıca kapitalizmin para/iş ve linear ilerlemeci temel zihniyetini reddederken, kapitalizm çağının birçok şekilsel deneyiminden de (mesela kapitalizm çağının herşeye hızla uyum sağlayabilen elastik/dinamik 'firma' örgütlenmesinden) birşeyler öğrenmeyi bilmelidir.
En önemlisi, Sol, yerel kültürü/inancı/sezgiyi vs. dışlayan kuru maddeci beynelminel/enternasyolist ruhsuz yanını aşmak zorundadır. Bunun için, ezilenden yana olmak ve global çapta kapitalizme karşı birlikte hareket etmek mantığı elbette yeterli değildir. Ayrıca Sol, dünyayı tamamen bilinebilir rasyonel/maddesel bir şey sanmayı terketmeli (çünkü öyle değil!), kendini her konuda mutlaka laf etmek “tavır almak” zorunda hisseden ukalalığını, daha da önemlisi modern bireyciliğini ve tekçi/doğrucu tarzını terketmelidir. (Böylece, durmadan bölünmekten de kurtulabilir) Geleceği kuracak 'Makul İktidar'ın Sağcı/Solcu/İslamcı/Milliyetçi/vs. kesimleri, bilmedikleri/anlamadıkları konuları anlayanlarına (mesela Sol kökenlilerin din/inanç, mistik/irreal/sezgisel gerçek konularında diğerlerine güvenmeleri gibi) diğerlerine bırakmayı ve onlara güvenmeyi öğrenmelidirler. Ortak akıl, temelde anlaşmak ve karşılıklı güven anlamına gelir. O temel: Yapıcı bir kapitalizm eleştirisi, kendine ve başkalarına karşı insani değerleri esas alan nesnel eleştiri, parasız işleyen sosyal devlet hizmetleri, temel hizmetler ve (mesela dönüşümlü/gönüllü çalışma ve karşılıklı hizmeti esas alan), firma ve vakıf geleneğini geliştirmek, bu istikamette oluşacak bağımsız/özel sosyal kurumların kurulmasını desteklemektir.
Yeni sosyal hedeflerin özelliği, adı üzerinde 'sosyal' olmalarıdır. Birey'i esas alan kapitalist mantık, sosyal olmadığından, kişisel zenginleşmeler çeşitlemesi dışında -ki o da sosyal değildir- hiçbir sosyal hedef göstermemektedir. İnsanı/iklimleri/çevreyi/hayatı kurtarabilmek için, hedeflerin artık sosyal olması gerekiyor. Kapitalizmin çöküş aşamasında sosyallik zaten bir zorunluluk haline gelecektir.
Geleceğin sosyal hedefleri, aydınlanmacı modern kapitalist mantalitenin yumurtladığı ütopik/ideolojik hedeflerden farklı olarak, sadece geleceğe yönelik (şimdiyi ve geçmişi es geçip değersizleştiren) bir anlayış olamaz. Kapitalizme özgü anlayış, hep ileriye bakar. Tarihi hep ileriye, daha yukarıya, daha fazlaya doğru giden düz bir çizgi sayar. Bu anlayışa göre her aşama, bir öncekinden daha “ileri”dir. Buradaki “ileri”nin kapitalist mantığı, paranın sürekli çoğalması anafikrinden doğmaktadır. Kapitalizm bu nedenle sürekli büyümek, uzaylara gitmek (ve oralarda boşluktan başka hiçbirşey bulamamak!) zorundadır.
Geleceğin yeni anlayışı ise, daha önceki uygarlıkları, şimdikinden geri görmeyen, onların kendi içlerinde özgün değerlerinin hakkını veren, şimdi ile kıyaslarken modernizmin parasal/sayısal "değer" sistemini kullanmayan bir anlayış olmak zorundadır. Kapitalizm sayılara bakıp, eski uygarlıklardan daha “ileri” olduğunu iddia etmektedir. Kapitalizm -eğer bir uygarlık sayılacaksa- tarihin en ruhsuz, en aptal ve en barbar uygarlığıdır. Kapitalizm gibi; insan oğlunun yaşaması için vazgeçilmez doğal ortamını (para için) sistematik bir şekilde bozup yok etmeyi bir zenginlik/uygarlık göstergesi sayacak kadar gayrı-insani ve akıl fukarası bir “uygarlık” asla varolmamıştır -ve bir daha da asla varolmayacaktır.
Günümüzde gelecek için saptanan sosyal hedefler, can sıkıntısı içinde boğulup kalmaktadırlar. Örneğin internet, güya sınırsız olanaklar sunmaktadır, ama o olanaklar, aynı olanağın nicel farklıklarından ibarettir. (Kapitalist) bir gelecekten söz ederken, uzaya gitmek veya atom enerjisi kullanmak, herkese bir uçan otomobil sunmak gibi yaşamın gerçek ruhsal kaliteleriyle hiç ilgisi olmayan nicel şeylerden bahsedilmektedir. (Bunlara sahip olanların mutlu olmadıkları bilinmesine rağmen!) Artık kimse bunları istemiyor ve kapitalist bir (maddesel) geleceğe inanmıyor.
Şimdi herkesin merak ettiği soru şudur: Herşeyi aynı kılan, ruhsuzlaştıran şey nedir? Herkesin, 'bambaşka/huzurlu/ruhlu bir gelecek mümkün' diyen o umudunu kıran (ama artık kıramayacak olan) şey nedir? O şey, herşeyin birbirinden tamamen farklı (özgür/özgün) formatlarda yanyana yaşamasını önleyen şeydir. Kapitalizm, kendi parasal (ve sayısal) formatı dışındaki formatları -becerebildiği kadar- tasfiye etmiştir, dünyadaki yaşam ve düşünce tarzlarını sadece kapitalizme indirgemiştir. Böylece dünyanın neredeyse heryeri aynı, neredeyse herkes aynı tarzda düşünür hale gelmiştir. Kapitalizm, ona uymayan, ortadan kaldıramadıklarını, sosyal/düşünsel hayatın dışına itmektedir. Mesela aile hayatı, para kazanmakla ilgili olamadığı ölçüde "ev işi" diye küçümsenir. Kadınların/kadınsı değerlerin ikinci sınıf hale getirilmesi ve iş dışındaki zamanların küçümsenip “boş zaman” sayılması da bu yüzdendir. Çünkü kapitalizme entegre edilmeleri daha zordur. Para ile ilgili olmayan, paraya (ve diğer kapitalist normlara) tahvil edilemeyen herşey ikinci sınıf ilan edilmiştir. İnsanları -yaşayabilmek için!- ücretli köleler haline getiren, ekonomiyi işletmek adına sürekli tüketmek zorunda olan savurganlar haline getiren sistemi işleten ve insanlığı intihara sürükleyen şey, sürekli çoğalmak "zorunda" olan para türüdür. Oysa yaşamak için paraya değil, temiz suya/toprağa/ekmeğe/havaya ihtiyaç vardır. Kutsal metinlerin diliyle ifade edilecek olunursa: Durduk yerde çoğalabilen 'para cinsi' (ve onun dandik tanrısı), Tanrı ile insanın arasına girerek kadim 'Rızk' sistemini bozmuş ve kendini bir tür "aracı" haline getirmiştir. (O aracının "iş"ine ve dünyadaki varlığına son verilmek zorunda) Bu gerçeğin çeşitli yorumları herkes tarafından iyice anlaşıldığında, insan doğasına aykırı yaşam biçiminin (yani kapitalist para/iş sisteminin) yerine, insan doğasına uygun 'Eski Dünya Düzeni'nin (yani 'Rızk sistemi'nin) -eskiye kıyasla çok büyük bir tecrübeye sahip- mükemmelleştirilmiş yeni yorumunun işlemesinin önünü açmak da mümkün olacaktır. Böyle bir sistem; elbette nicel/maddesel çokluğu değil, insanın sahici/nitel anlamda huzurunu, özgürlüğünü, mutluluğunu ve kalıcı barışı esas alacaktır.
Kapitalist düşünce/yaşam biçimini diğerlerinden farklı kılan, herşeyin parasal/sayısal bakımdan ölçülebilir ve kıyaslanabilir hale getirilmesi, herşeyin bir şekilde mal/meta haline getirilip alınıp-satılabilmesidir. Böylece hemen herşey, tek bir 'para normu'nun hükmüne girmiş olmaktadır. Para herşeye/herkese, fiyatı/maaşı/maddivarlığı üzerinden bir değer biçmektedir. Bu kapitalist norma sadık kalarak gelecek hedefi geliştirmek mümkün değildir. O norma sadık kalarak geliştirilen ideolojiler/ütopyalar, mal haline getirilip kitapçılarda, marketlerde satılacak ve unutulup gideceklerdir. Ancak bu normu aşan -insanlığın varlığını sürdürebilmesi için- aşmak zorunda olan sosyal hedefler, diğerlerinden NİTEL anlamda farklı ve o yüzden de kalıcı olacaklardır. Yeni sosyal hedeflerin eskileri gibi sıkıcı olMAmalarının garantisi de, kendini 'parasal' normlara sıkıştırMAması 'para/mal birikimi ile ilgili' olMAmaları olacaktır. Gerçek ve yeni olabilmelerinin temel şartı budur.
Yeni sosyal hedefler, toplumların tüm katmanlarını kapsayan hedefler olmak zorundadırlar, çünkü amacı -bütün- insanlığın/çevrenin/atmosferin mahfolmasını önlemek ve İNSANİ yeni uygarlık biçimlerini yeniden kurmaktır. Bu mantığı güçlendirmek için yeni bir kültür oluşturmak bu nedenle önemlidir -böyle bir kültür sadece ileriye bakmayıp geriye de bakmak zorundadır. Ve kapitalizmin gözlere taktığı 'eski uygarlıkları değersizleştirici' gözlüğü çıkarmak, bu geriye bakışla mümkündür. Mesela eski Mısır uygarlığı, dört bin yıl boyunca faiz getirmeyip faiz götüren bir para/değer sistemi kullanmıştır ve bu uzun sürede hiçbir şeyin fiyatı artmamış, enflasyon olmamış, fiyatlar ilelebet aynı kalmıştır. Bu anlamda Mısır uygarlığı, modern uygarlıktan çok daha ileridir. Paranın kendi keyfine göre piyasanın tamamen serbest bırakılması fikri de son derece yenidir ve eski uygarlıkların hiçbirinde görülmez. Eskiden ekonomi ile sosyal hayat, veya kültür ile politika birbirinden ayrı kategoriler halinde asla değerlendirilmemişlerdir. Hayatın çeşitli alanlarının farklı kategoriler sayılıp birbirinden ayrı değerlendirilmesi kapitalizme özgüdür. Eski toplumların düzeni herşeyiyle bir kültürdür: ekonomi, kültür, politika, din ve inanç, birbirinden ayrılmaz bir bütün teşkil etmekteydi. Hayatı; Ekonomi/Politika/Kültür/ vs. gibi birbirinden ayrı değerlendirmek, çok sonra, kapitalizmle ortaya çıkmışlardır.
Günümüzde form (dış görünüm) içeriğin yerini almıştır. Herkese tek ve alternatifsiz bir içerik sunulmaktadır: Maddeci/paracı/nicel ve insanlığı felakete sürükleyen “daima daha çoğa sahip olmak” mantığı. Bu mantık, sürekli çoğalmak zorunda olan kapitalist para biçimi sayasinde her alanda kendini bir şekilde göstermektedir. Yeni sosyal hedeflerin üzerinde yükseldiği zemin, kendini sürekli çoğalmak zorunda hisseden bu paracı mantığı, hayatın/düşüncenin her alanında deşifre etmek zorundadır. O zeminde yeni sosyal hedeflerin somut yansımaları, o zaman kendiliğinden ortaya çıkacaktır. Neyi yapMAmak ve ne olMAmak konusu anlaşıldıkça, ne yapmak ve ne olmak gerektiği de bilinecektir.