Kapitalist sistemin ve bildiğimiz dünyanın sonu uzak değil. Böyle bir cümle yazmak için artık kâhin olmak gerekmiyor ve bu konu artık kimseye absurd gelmiyor. Adı "antikapitalist" konmamış da olsa, Kazdağlarından HES'lere kadar yükselen doğal/organik halk tepkisi ve onun etkisi, yaptırım gücü, sisteme karşı direnişin sadece sokakta kalmayıp halkın memuru olan devlet kurumları ve hükümetlerine de yansıyacağından ve benimseneceğinden herkes emin olabilir. Süreç bütün dünyada başladı ve önümüzdeki yıllarda çok daha somut hale gelebilir.
Nasıl Roma İmparatorluğu'nun yıkılışı sonrasında Avrupa'da toprak/"arsa" üzerinden işleyen (ama halka kölelere davranır gibi davranamayan, onları alıp satamayan, onların evlenme ve mülkiyet haklarını kabul eden) ''feodalite'' düzeni, yeni iş makineleri sahiplerinin "kapitalizm" yeniliğiyle baş edemediyse; kapitalizm de internette bilinçlenip anlık -global bazda- örgütlenen ve sıkılınca dağılıp sonra yeniden örgütlenen "sivil toplum"un yükselişiyle baş edemiyor, hatta ne yapacağını şaşırmak üzere.
Kapitalizme balta olan -insan doğa ve hayvan sevgisiyle hareket eden- eğitimli kesim, aynı zamanda kapitalizmin asıl büro ve kalifiye eleman malzemesini ve de en has müşteri topluluğunu teşkil ettiğinden, sistemi popülizm/milliyetçilik/illiyetçilik de kesmiyor, sorunlar çözülemeyip sürekli erteleniyor. İşte bu aşamada sistem krizi giderek aküt bir hal alıyor, çünkü eğitimli kesim, doymak bilmeyen bir avuç gizemli zengin olmadan sistemi çok daha insancıl bir noktaya çekebileceğine ve hatta değiştirebileceğine eskisinden çok daha fazla inanıyor. Bu konuda ilk önce yeni yasalarla yargının insan haklarına, insan haysiyetine, yani doğaya hizmet eder hale getirilmesi ve sistemin 17'inci yüzyıldan beri "ana fikri"ni teşkil eden "sınırsız mülkiyet", "kâr maksimizasyonu" ve "sadece firmayı ve ortaklarını, yani kendisini düşünmek" gibi "ilkeleri" değiştirmek geliyor ve bu değişiklik gereği, bugün keşfedilmiş bir şey de değil. Artık sadece sivil toplumun çok daha bilinçli ve güçlü olmasının bir sonucu olarak daha ciddiyetle konuşuluyor ve yavaş yavaş uygulanıyor, bu konuda insanlar hızla bilinçleniyor. "Sahip olma, kullan" gibi sloganlar artık kimsenin yabancısı değil.
Türkiye'de "lüks" sayılıp konuşulmuyor diye, global şirket gökdelenlerinin en üst katlarındaki CEO'ların, kapitalist sisteme karşı yükselen tepkinin bir dip dalgası gibi nasıl büyük bir sessiz çığ gibi biriktiğini ve üzerlerine geldiğinde o koltuklarında oturamayacaklarını, hatta o koltukların iptal edileceğini anlamadıkları sanılmasın. Mesela ABD'nin bir kısım "Maneger elitleri" bu yaz yeni prensipler kararlaştırdı. JP Morgan Chase, Apple, General Motors, Boeing gibi en büyüklerin de aralarında bulunduğu "Business Roundtable" adlı önemli lobi grubu, bundan sonra önce kendi firmalarının hisse sahiplerini/ortaklarını düşünmek yerine, birçok kişiyi/şeyi öncelik haline getirecek. CEO'lar, firmaların sahipleri kadar çalışanlarını da, müşterilerini de, işyerlerinin bulunduğu kesimleri/halkları da, ve çevreyi de düşüneceklerini taahhüt ettiler. Tepkileri hafifletmek için bundan sonra benzeri haberleri gazetelerde daha sık okuyacağız (tabii yabancı gazetelerde!) Feodalite de yıkılırken böyle tavizler vermiş, giderek kapitalistlere ve yeni "vatandaş"a teslim olmuştu. Aynı şey şimdi yaşanıyor. Ama kapitalizmin iptalinin, feodalitenin iptali kadar uzun sürmeyeceği kesin. Zaman artık çok hızlı akıyor.
Türkiye'de de antikapitalist mücadele ve postkapitalist değişim ile sistemin ekonomik-politik zirvesini teşkil eden "Plütokrasi"ye karşı yükselen tepki giderek özdeşleşiyor. Sistemin aşılması konusunda Dünyada atılacak adımları Türkiye'de de atarak -hatta daha önce atarak- ülkenin Yeni Dünya'daki yerini alışını şimdiden hazırlamak şart. Osmanlı gibi geç kalıp nal toplamamak gerekiyor. Geleceğini tamamen tüketmiş bulunan talancı neoliberalizmde ısrar eden Sağın son versiyonu islami Muhafazakarlığın bütün türevleriyle birlikte zayıflaması ve daha da zayıflayacak olması tesadüf değil, Dünya tarihinin Türkiye'deki olağan tecellisi.
Amin Maalouf'un yeni kitabı...
Lübnan asıllı Fransız yazar Amin Maalouf'un yeni bir deneme kitabı yayınlandı. Kitabın adı, başlı başına olay: "Le naufrage des civilisations"
(Uygarlıkların batışı). Kitap hakkında yayınlanan ilk mülakatlatında, islamcılığın Arap toplumlarına verdiği büyük zarardan bahsediyor.
Kitapta modern zamanlarda Petrodolarlar ile Arap toplumlarındaki değişime dikkat çekiliyor ve mesela, Suudi Arabistan yükselirken, petrolü olmayan entelektüel Mısır'ın düşüşü ve 1967'de İsrail'e karşı kaybedilen savaştan sonra "intihara yatkın bir umutsuzluğun" yayıldığını ve etkisini de bir daha yitirmediğini, Abdül Nasır'ın milliyetçi Pan-Arabizminin devamının gelmediğini, onun yerine dînî bileşeni önemli yeni bir milliyetçilik türünün doğduğundan bahsediyor. Petrol ülkelerinde ortaya çıkan yeni İslamcılığın daha çok gerginliğe ve bölünmüşlüğe neden olduğunu yazan Maalouf, İslamcılığın, demokratikleşme isteğini engelleyerek Arap toplumlarına büyük zararlar verdiğini savunuyor. İslamcılığın, Arap toplumlarının Dünyadaki prestijine büyük zarar verdiğini yazan Maalouf, Arap ülkelerinin sanıldığı gibi sadece Batı ile değil, Hindistan Çin ve Rusya ile de sorunlu olduklarından bahsediyor.
(Uygarlıkların batışı). Kitap hakkında yayınlanan ilk mülakatlatında, islamcılığın Arap toplumlarına verdiği büyük zarardan bahsediyor.
Kitapta modern zamanlarda Petrodolarlar ile Arap toplumlarındaki değişime dikkat çekiliyor ve mesela, Suudi Arabistan yükselirken, petrolü olmayan entelektüel Mısır'ın düşüşü ve 1967'de İsrail'e karşı kaybedilen savaştan sonra "intihara yatkın bir umutsuzluğun" yayıldığını ve etkisini de bir daha yitirmediğini, Abdül Nasır'ın milliyetçi Pan-Arabizminin devamının gelmediğini, onun yerine dînî bileşeni önemli yeni bir milliyetçilik türünün doğduğundan bahsediyor. Petrol ülkelerinde ortaya çıkan yeni İslamcılığın daha çok gerginliğe ve bölünmüşlüğe neden olduğunu yazan Maalouf, İslamcılığın, demokratikleşme isteğini engelleyerek Arap toplumlarına büyük zararlar verdiğini savunuyor. İslamcılığın, Arap toplumlarının Dünyadaki prestijine büyük zarar verdiğini yazan Maalouf, Arap ülkelerinin sanıldığı gibi sadece Batı ile değil, Hindistan Çin ve Rusya ile de sorunlu olduklarından bahsediyor.
Türkiye'de olan, Rusya'da da olmak üzere...
Rusya'da yayınlanan ve çok satılan dergilerin tamamı, Avrupa dergilerinin Rus versiyonları. Mesela Cosmopolitan dergisi, bir milyona yakın tirajıyla bir numaralı Rus dergisi. Onu, yediyüzküsür bin tirajla Glamour izliyor. Elle dergisi, Men's Health, Vogue, National Geographic, Rusya'da 160 ile 250 bin tiraja sahip dergiler. En çok satan dergiler arasında orijinal Rus dergisi yok. Bunu ilk öğrendiğimde gerçekten çok şaşırmıştım. Oysa şaşırılması gereken bu değil, arada sırada Türkiye'de boy gösteren Avrasyacı Ruslar ve Putin'i granitten yapılmış güçlü ve de değişmez Lider sayanlar...
Yerel seçimlerde Muhalefetin, Türkiye'nin en önemli şehri İstanbul'u kazanacağına, bu yılın ilk aylarında Türkiye'nin muktedir iktidar partisinden inanan kimse yoktu. Aslında Muhalif olup İktidarı kadir-i mutlak zannedenler de İstanbu'u Muhalefetin kazanacağına pek inanmıyordu, kötümserlik çok yaygındı, ama her şey bir anda değişti. Şimdi, benzeri bir durum Rusya'da yaşanıyor. Muktedir Birleşik Rusya Partisi, Rusya'nın en önemli şehri Moskova'yı, sonbahardaki seçimlerde kaybedebilir. Özgüveni henüz tam yerine oturmamış Türler için söylenmesi gereken şey şu: Bu kez Türkler Ruslardan değil, Ruslar Türklerden kopya çekiyor ve kendi içinde paramparça Muhalefet birleşip ortak bir "Bağımsız Aday" çıkarmaya hazırlanıyor...
Putin, tek başına iktidarının herhangi bir şekilde sekteye uğratılmaması için "Bağımsız Aday" ihtimaline karşı da önlemini alıp, bağımsız aday olabilmek için 5000 imza toplamak şartını koymuştu. Ama muhalefet birleşerek bu engeli de aştı. Şimdi aynı Türkiye'deki gibi bir durum yaşanıyor ve muhalefet birlik olup Moskova'yı almaya hazırlanıyor. Olay Rus muktedirlerini korkutmuş gibi, zira göstericilere karşı sadece nefret söylemi değil, aşırı şiddet de devrede. Gerçi göstericiler daha kararlılar ve yeni yöntemlere başvuruyorlar ve mesela aynı anda birçok küçük gösteri yaparak, ürkmüş iktidarı şaşırtıyorlar...
Burada asıl konu, Putin iktidarının ilk kez Moskova'yı kaybedebileceğini anlayıp fena halde şaşırmış olması değil, gelişmelerin aynı Türkiye'deki gelişmelere benzemesi. Türkiye'de adım adım gelen bir Yeni Türkiye olduğu gibi, orada da yükselen Yeni Rusya var. Otoriter rejimden bıkmış Ruslar, tıpkı Türkiye'deki gibi genç kuşak ve entelektüellerin çok büyük bir kesimi. Muhalefeti destekleyenler de, Türkiye'deki gibi, Avrupalı değerlere yakın, modern, orta halli iyi eğitimli Cosmopolitan ve National Geographic okurları. Bu kesim, aslında Rusya'nın ekonomik ve bakımdan da temel direğini oluşturuyor ve Avrasyacı totaliter rejimi fena halde zorluyor...
8 Eylül'de birleşik Rusya Partisi, muhtemelen iktidar monopolü olmak özelliğini kaybedecek. Rusya, Türkiye'nin 2019 yerel seçimlerindeki sürprizleri yaşamak üzere. Tek başına iktidar olamayacak bir iktidar partisinin, Rus halkını ikiye bölerek ülkeyi "Bizden olanlar ve olmayanlar" mantığıyla yönetmesi pratiği de, (bir tür yeni Rus hegemonyacılığı demek olan) Avrasyacılık da krizde. Muhalefet demokratik, evrensel değerlere bağlı ve Avrupa'ya yakın çizgide. Küresel İklim krizi ve sistem krizi ile birlikte, çatışmacı/kavgacı ve de ideolojik yaklaşımların yerini, uzlaşmacı, birlikte hareket eden akılcı yönetimler alıyor. Yenim postkapitalist paradigmaya uygun anlayışlar ve yeni siyasi aktörler, granit dağ taş falan dinlemiyor, sert olan herşeyi önünde sürükleyerek geliyor. Moskova'da da, yeni dönemin açılmasında -İstanbul'daki gibi- harika kadınlar önemli roller oynuyorlar. Mesela Lybow Sobol, Moskova Duması adayı, akıllı ve güzel bir kadın. İş sıkıya binince açlık grevi bile yaptı ve bu yazın yıldızlaşan muhalif Politikacısı oldu...
Türkiye'de, "sıkışırsak biz de Rusya ve Avrasyacılığa sığınırız" hayalleri, sonbahardan itibaren cidden sekteye uğrayabilir. Demokrasi, adalet, liyakat ve rasyonel akıl dışında sığınılacak bir yer yok ve onun da erki usûl İdeolojik, benmerkezci Avrupa'yla veya Avrasya'yla Antartika'yla falan alakası yok...
Yerel seçimlerde Muhalefetin, Türkiye'nin en önemli şehri İstanbul'u kazanacağına, bu yılın ilk aylarında Türkiye'nin muktedir iktidar partisinden inanan kimse yoktu. Aslında Muhalif olup İktidarı kadir-i mutlak zannedenler de İstanbu'u Muhalefetin kazanacağına pek inanmıyordu, kötümserlik çok yaygındı, ama her şey bir anda değişti. Şimdi, benzeri bir durum Rusya'da yaşanıyor. Muktedir Birleşik Rusya Partisi, Rusya'nın en önemli şehri Moskova'yı, sonbahardaki seçimlerde kaybedebilir. Özgüveni henüz tam yerine oturmamış Türler için söylenmesi gereken şey şu: Bu kez Türkler Ruslardan değil, Ruslar Türklerden kopya çekiyor ve kendi içinde paramparça Muhalefet birleşip ortak bir "Bağımsız Aday" çıkarmaya hazırlanıyor...
Putin, tek başına iktidarının herhangi bir şekilde sekteye uğratılmaması için "Bağımsız Aday" ihtimaline karşı da önlemini alıp, bağımsız aday olabilmek için 5000 imza toplamak şartını koymuştu. Ama muhalefet birleşerek bu engeli de aştı. Şimdi aynı Türkiye'deki gibi bir durum yaşanıyor ve muhalefet birlik olup Moskova'yı almaya hazırlanıyor. Olay Rus muktedirlerini korkutmuş gibi, zira göstericilere karşı sadece nefret söylemi değil, aşırı şiddet de devrede. Gerçi göstericiler daha kararlılar ve yeni yöntemlere başvuruyorlar ve mesela aynı anda birçok küçük gösteri yaparak, ürkmüş iktidarı şaşırtıyorlar...
Burada asıl konu, Putin iktidarının ilk kez Moskova'yı kaybedebileceğini anlayıp fena halde şaşırmış olması değil, gelişmelerin aynı Türkiye'deki gelişmelere benzemesi. Türkiye'de adım adım gelen bir Yeni Türkiye olduğu gibi, orada da yükselen Yeni Rusya var. Otoriter rejimden bıkmış Ruslar, tıpkı Türkiye'deki gibi genç kuşak ve entelektüellerin çok büyük bir kesimi. Muhalefeti destekleyenler de, Türkiye'deki gibi, Avrupalı değerlere yakın, modern, orta halli iyi eğitimli Cosmopolitan ve National Geographic okurları. Bu kesim, aslında Rusya'nın ekonomik ve bakımdan da temel direğini oluşturuyor ve Avrasyacı totaliter rejimi fena halde zorluyor...
8 Eylül'de birleşik Rusya Partisi, muhtemelen iktidar monopolü olmak özelliğini kaybedecek. Rusya, Türkiye'nin 2019 yerel seçimlerindeki sürprizleri yaşamak üzere. Tek başına iktidar olamayacak bir iktidar partisinin, Rus halkını ikiye bölerek ülkeyi "Bizden olanlar ve olmayanlar" mantığıyla yönetmesi pratiği de, (bir tür yeni Rus hegemonyacılığı demek olan) Avrasyacılık da krizde. Muhalefet demokratik, evrensel değerlere bağlı ve Avrupa'ya yakın çizgide. Küresel İklim krizi ve sistem krizi ile birlikte, çatışmacı/kavgacı ve de ideolojik yaklaşımların yerini, uzlaşmacı, birlikte hareket eden akılcı yönetimler alıyor. Yenim postkapitalist paradigmaya uygun anlayışlar ve yeni siyasi aktörler, granit dağ taş falan dinlemiyor, sert olan herşeyi önünde sürükleyerek geliyor. Moskova'da da, yeni dönemin açılmasında -İstanbul'daki gibi- harika kadınlar önemli roller oynuyorlar. Mesela Lybow Sobol, Moskova Duması adayı, akıllı ve güzel bir kadın. İş sıkıya binince açlık grevi bile yaptı ve bu yazın yıldızlaşan muhalif Politikacısı oldu...
Türkiye'de, "sıkışırsak biz de Rusya ve Avrasyacılığa sığınırız" hayalleri, sonbahardan itibaren cidden sekteye uğrayabilir. Demokrasi, adalet, liyakat ve rasyonel akıl dışında sığınılacak bir yer yok ve onun da erki usûl İdeolojik, benmerkezci Avrupa'yla veya Avrasya'yla Antartika'yla falan alakası yok...
Günümüzde aykırı, avantgart ve de kaliteli yazar olmak...
"Aykırı" yazar Michel Houellebecq |
Bunları bir yerde, "toplumu sert tarafından eleştirmek" sayabilmemiz için, akla gelen her şeyi kötü çirkin aşağılık bulmaması, insanda iyi bir şeyler de görmesi gerekir değil mi? Houellebecq'de olumlu bir şey yok. Karamsarlığın ve kötümserliğin ifade bulmuş hâli gibi asık suratıyla tüm Dünyaya ve İnsanlığa sövüp sayıyor. Ve kitabı tabii ki çok satılıyor, ödüller alıyor...
Eskiden "Aykırı yazar" dendi mi, bunun gerçek bir karşılığı vardı. Mesela Vladimir Nabokov 1955'de "Lolita" romanını yayınladığında böyle biri sayılıyordu. Arno Schmidt'in 1970'de çıkan "Zettels Traum" adlı kitabı, yazı stili ve ifade biçimi bakımdan Avrupa'da aykırılığın son prototiplerinden biri sayılabilir. Elbette hiç bir kitabı Türkçeye çevrilmedi, çünkü böyle bir dili çevirmek, James Joyce'u çevirmekten çok daha zor. Dili ve yazı stili o kadar karmaşık, o kadar orijinal ki, yüzlerce kitaptan ikişer cümle alıntılansa ve bunlardan hangisi Arno Schmidt diye sorulsa "şıp" diye gösterebilirsiniz. Ama insanlığa karşı topyekün nefret ve cinsellik üzerinden "aykırılık" -iyi bir dil de kullansa- çok ucuz, görünmek istediğinden çok daha düşük bir "ünlü kalmak çabası" gibi duruyor...
Eskiden "Kalite" dendi mi saydığımız bir dolu yerli ve yabancı yazar vardı. Hangisini sayalım, Yaşar Kemal'leri mi Hemingway'leri mi... Gerçi edebi kalitenin net bir tarifi yok, zamana göre değişiyor, ama herkesin üzerinde uzlaştığı isimler oldukça fazlaydı, avantgart yazarlar hakkında da belli fikirler ve kriterler vardı. Edebiyat ve sanat, toplumların aynasıydı, oraya bakarak toplumu okuyorduk, ama bugün aynı şeyi söylemek pek mümkün değil ve yeniden hayata dönmeye hazırlanan Türkiye için Dünyada da değişmekte olan "kalite" anlayışından bahsetmek gerek (Ülkelerin itibarının asfalt-betonla silahla külahla alakasız olduğu ve itibarın, yumuşak gücü oluşturduğu, bu gücün de giderek "asıl güç" haline gelmekte olduğuna uzun uzadıya değinmeyeceğim)...
1999 sonrasında, şimdiye kadar baz aldığımız bir çok şey değişti, bu değişen şeyler arasında elbette 'Edebî Kalite' de var. Ama gelecekte "fark ve kaliteyi yaratabilmek, öne çıkmak, aykırı ve avantgart olmak", bu ülkenin harika yazarları için değil sadece, ülkenin itibarı için de önemli olacak. Ülkenin demokratikleşmesi ve yükselmesinin yazarlara -yenilikler denemek konusunda- özgüven ve cesaret vereceğini ve "Ne yazsam gider" türünden taklitçi esnaf ucuzluğundan uzaklaştıracağını söyleyebiliriz. Fakat edebiyatın zemininin önemli ölçüde "kaydığı" konusuna dikkat çekmek zorundayım. Eskiden, edebiyatın yeşerdiği ekonomik ve siyasi etkiler belliydi, bu yüzden Cennetmakan Fakir Baykurt'un romanları "Köy romanlarıydı", Yaşar Kemal "Abdi Ağa"yı ve ona isyan edenleri, modernleşmenin Çukurova'da çözdüğü insan ilişkilerini anlatıyordu, bütün bu konular bitti, çünkü toplumun yapısı değişti ve değişmeye devam ediyor. Ama bu değişim kendi içinde birbirinden farklılaşmalarla ve hatta birbirinden kopuşlarla yol aldığından, edebiyat da topluma ayna olmakta zorlanıyor veya sıklıkla olamıyor...
Edebiyatın işi artık hiç de kolay değil. Bir kere, muazzam bir rekabet ile başa çıkması gerekiyor. Rakipler diğer edebiyatçılar falan değil sadece. Ayrıntılandırılıp roman gibi işlenen uzun televizyon dizileri, sosyal medya, belli bir anlatım dili kullanmaya başlayan bilgisayar oyunları ve aklınıza gelebilecek -hikayeci diline sahip- bir çok alan, klasik edebiyat eserlerinin dikkat çekebilmek için büyük çaba sarfetmesini gerektiriyor. Günümüzde, eskisinden çok daha fazla hikaye, roman, şiir yayınlanıyor ve bunlar bir taraftan da kendi aralarında rekabet ediyorlar. Bu arada, eskiden büyük önem taşıyan reklamcılığın yeni gelişmelerden kötü etkilendiğini ve inandırıcılığını fena halde yitirdiğini, internet ve sosyal medyada reklamın bambaşka bir mecraya evrilmekte olduğunu da söyleyelim...
Bu yazıda da olduğu gibi, edebiyat eleştirilerinde daha çok yergi öne çıkar, ama kalitenin ve iyi edebiyatın yeni kriterleri üzerine kafa yorarak, sansasyon ile avantgartlık arasındaki farkı netleştirebiliriz. Toplumlar kendi içinde birbirinden farklı kesimlere ayrılırken (hatta bu kesimler birbirleriyle uzlaşmaz görünen zıtlıklarla kutuplaşsalar bile) edebiyat, toplumun farklı kesimlerinin birbiriyle yakınlaşmasına hizmet eden bir yeni çeşitliliği yansıtıyor. Eski anlamda Avantgart edebiyat yok, çünkü stil çeşitliliği neredeyse sona ermiş görünüyor. Bunda, yapay zekanın ve algoritmaların yazında da kullanılmasını ve "ticari kaygı"ların rolü var elbette. Kötü edebiyat derken akla ilk gelen, ahlâki/etik sansasyon üzerinden ilgi devşirilmesi geliyor aklıma ve Houellebecq'in bu konuda "ustalaşmış" olduğunu söylemek mümkün. Batılıların "iyi seks" arayışını önemsemesini öne çıkararak oradan, bütün Batılı değerlere saldırmak da sansasyon ihtiyacı gibi duruyor. Kötü edebiyatı betimleyen başka bir özellik de geçici moda konulara fazla takılmak olabilir...
İnsanların her gün bilgi ve enformasyon bombardımanına maruz kaldığı günümüzde, insanların üzerine çığ gibi akan malzeme arasında seçici olup farklılıklar arasında ilişkiler/bağlar kurmak ve bunları iyi bir anlatı diliyle aktarmak çok zor, ama giderek çok daha büyük ve hayatî önem taşıyor. Ve tabii "Kitap piyasasında ne gider?" Şeklinde de ifade edilebilecek Algoritmalardan uzak durmak, günümüz edebiyatının en önemli sınavlarınan birini teşkil ediyor. Belli genel geçer şablonlar dahilinde "çoksatan kitap" yazmak hakkında geniş bir "külliyat" var, ama genel geçer moda konular formlar ve moda dil üzerinden üretilen edebiyat, -algoritmaların bir ifadesi olarak- geleceği değil, "Şimdi'nin geleceğe doğru uzatılması"nı temsil ediyor. Şimdi "yaygın" olan bu "tarz" ile gerçek anamda fark yaratmak ve belirleyici yüksek kaliteyi üretmek mümkün değil. "Şimdi'nin sonsuzluğu"na hapsolmak yerine, şimdiden onun ötesine yoğunlaşmak, Yeni Türkiye'nin harika yazarlarının hakedilmiş pırıltısı için daha doğru bir tutum olsa gerek...
'Yeni Türkiye'nin devreye girişi hakkında zaman kalitesi notları
İllüstrasyon: Bijou Karman |
İçinde bulunduğumuz 2008-2024 Dönemini kendi içinde, galiba üçe ayırabiliriz. Bunlardan ilki 2008-2012 dönemi -ki Türkiye için fırtınanın gözüne doğru ilerlenen bir tür ''demontaj'' dönemiydi ve en önemli olayları, kuşkusuz önce 'Kapitalist sistemin kategorik krizi'nin başlayıp 'Postkapitalist Paradigma'nın devreye girmesiydi. İnsanlık tarihi için büyük önem taşıyan sürecin gelişini 2007'de, kriz başlamadan önce yazmaya başladım, Konstantiniye Notları da 2007'den itibaren bu konuya sıklıkla değindi. Türkiye açısından TSK'deki Kemalistlere karşı yürütülen tasfiye hareketi, 2011 Mart'ından itibaren başlayan Suriye Savaşı ve 'Yeni Osmanlı' saçmalığı en önemli siyasi olaylardı. Neolibralizme has ''Kamu malı talanı'' bazlı vahşi kapitalizmin ve kimlikçi paradigmanın zayıflamakta olduğunun hissedildiği dönemdi...
2013'de başlayıp 2016 Darbe Girişimine de uğrayarak 2018 sonuna kadar süren en cıvcıvlı dönemin herkes için ne kadar büyük bir sarsıntı hatta çalkantı demek olduğunu uzun uzadıya anlatmaya gerek yok. Ama bu dönem, Sağı-Solu dîni ve ideolojileriyle eski değerleri temsil eden 'Eski Türkiye'den mental kopuşun yaşandığı aşama olması açısından büyük önem taşıyordu, aynı zamanda Yeni Türkiye'nin ''Gezi''de görünmesi, tarihi bir dönüm noktasına işaret ediyordu. Benim eski Türk (ve tabii Çin) takvimine göre Şubat ayında başlatmayı tercih ettiğim 2019 yılı ile başlayıp 2025'e ermeden sona ereceğini düşündüğüm son aşamadan artık bahsedebiliriz, çünkü burada, -kulaklara hâlâ ''ters'' gelse de- ''Kapitalist sitemin mental anlamda sonu''ndan bahsetmek gerekiyor...
2019 öncesinde yoğun ve aktif totaliter bir baskı sözkonusuydu ve bu, acımasızlığa karşı 'Cesaret'le direnmek ve enerjik olmak zorunluluğuyla ilgili bir durumdu. Gerçi hâlâ büyük ölçüde öyle, ama bu baskının azaldığı ve acıtıcı etkisini Mart sonundaki Yerel Seçimler'den itibaren belirgin ölçüde yitirmeye başladığını görüyoruz. Etkinin daha da azaltacağını söylemek mümkün, çünkü Türkiye'de muazzam bir ''Değerler değişmi'' yaşanıyor ve yükselen yeni değerler bu tip baskıları onaylayan türden milliyetçi/islamcı/vs değil. Bu önemli fenomen, sadece iktidar-muhalefet hikayesi gibi bir ''varolan siyasi yaklaşımların bütün içinde iktidarla muhalefetin yer değiştirmesi'' türünden şekilci bir değişim değil. Ondan çok öte, etkisi, sürecin sonuna kadar sürecek ve (2025'den itibaren) bir sonraki önemli döneme geçişi gerçekleştirecek partiler ötesi bir zihniyet değişimi ve o yüzden de 2019 yılı bu değişmin kalıcı bir şekilde ifade bulduğu ilk yıl. Bu yeniliği hafife alan ve buna karşı şeytana pabucunu ters giydirmeye kalkmayı deneyecek her türlü komplotik ''girişim''in kesinlikle ters tepeceğini ve -yoğunluğu ölçüsünde- yapanın aleyhine işleyeceğini yeniden vurgulamak gerek. İktidar dahil herkes tarafından ''nihayet'' anlaşıldığı görülen bu ilginç durum, 2019 yılından itibaren katakullik hırçınlığın ve politikada yalana sık başvuran anlayışın kesin sonunun yaşanabileceğini gösteriyor. Kendini nihayet 'Yüksek Hakem' ve 'Ülkenin Asıl Patronu' (siyaset esnafına ''ekmek'' veren yüksek merci) olarak algılamaya başlayan Türk Seçmen, eskinin iyi ''iş'' yapan o ''eski muhafazakar değer''lerini giderek artan bir kesinlikle reddediyor...
2019'da başlayan bu çok önemli döneme uzanan aşamada, ''insanlara duymak istediklerini söyle, sonra da bildiğini oku'' zihniyetinin artık tolere edilmediği -rasyonel düşünceyi önemseyen- zihniyeti güçlendirdi. Yeni dönemin bugünden okunabilen özelliği, kendine Müslüman ''değerler''in yerini gerçek değerlerin alması ve ''hergüne bir yeni kutuplaştırmacı sansasyonel gündem'' yerine, sükunet ve sükunete önem veren bir yavaşlama ve de sorunların yumuşak yerden birlikte (kutuplaşmadan) aşılması ilkesinin ikame edilmesi olabilir. Ve islamcı yalan/takiyye kültürünün ''etabile'' ettiği ''Algı Oluşturmak'' türünden katakullik hileli zarlarla oynanan oyunlar, yeni dönemde büyük bir kesinlikle sona erebilir, çünkü halkın ''iyi/kutlu amaç için yalan/dolan kültürü''ne hoşgörünün her hangi bir türünü gösterme ihtimali artık bulunmuyor...
Bir zamanların, ''Biz ballıyız. Bir yolu bulunur, gene Allah'ın yardımıyla bunun da üstesinden geliriz, iktidarda da kalırız'' gibi düşüncelere sahip olanlar, bundan sonra hiç de öyle olmayacağını ve kaderi zorlamaya kalkmaları halinde, ummadıkları garip ve de zor durumlara düşebileceklerini söylemek gerek. Şimdi şans, yeni dönemin ruhunu anlamış olanların ve ona uygun hareket edenlerin yanında ve yaptıkları/yapmadıkları herşey, yeni dönemin görünmeye başlayan aktörlerine yarayacak gibi. Bundan sonra atılan siyasi adımlar gerçek/adil/ahlaklı öze sahip olmak zorunda. Bu anlamda; saça/başa bakan ama iyiliğe/dürüstlüğe/vicdana bakmayan (politize olmuş) şekilci din anlayışının da önemli ölçüde terk edilebileceği bir sürecin başlangıcı olabilir. Yeni mantalite, çok köklü bir değişme işaret ediyor. Neredeyse ikiyüz yıllık şekilci İslam anlayışının Anadolu'daki egemenliğinin sona erebileceği gelişmeler, bu dönemde başlayabilir. 2019 ve sonrası, ileride çok konuşulacak bir mental değişim sayılabilir...
Küresel anlamda finansal alanda yaşanması mümkün ''gelişmelerin'' de bir sonucu olarak Kapitalist Sistemin değiştirilmesi ve aşılması fikrinin yaygınlaşması ve Türkiye'de de konuşulmaya başlanması, 2020'nin en önemli konusu olabilir. Mental anlamda 'Yeni bir başlangıç' sayılabilecek 2020 yılı, 2019'da Mart sonundaki yerel seçimlerden itibaren görünür olan 'Yüksek Değerler'in toplumda iyice kök saldığı ve 'Yeni Türkiye' mantalitesinin 'Eski Türkiye'den yönetimi devraldığı yıl olabilir. Dünya ve insanlığın kapitalizmin talancı zihniyetine (ve Dünyadaki yaşam koşullarını tehdit eden onmaz kâr saplantısına) karşı korunması fikri ile uyumlu 'Evrensel yüksek Değerler'in Türkiye'de ağırlıklı/nitelikli çoğunluğun zihniyetini oluşturacağı bir 2020 yaşanabilir. ''Gezi''den sonra 2019'da yeniden dikkat çeken bu zihniyetin, gizlilik/kapaklılık tanımayacağı ve şeffaflığı dayatacağına da dikkat çekmek gerekiyor, çünkü havaya/suya bile vergi ödeyen Türklerin 'yönetimlerde şeffaflık' talebi tavizsiz ve amansız olabilir...
Şimdiye değin son 70 yıldır bir şekilde daima iktidar olmaya alışmış Muhafazakarların ''imkansız, n'ayır, n'olamaz'' saydığı bir çok ''imkansızlığın'' yaşanabileceğini, ama yaşananların hiçbirinin de düşmanlık uyandıracak şekilde yaşanmayacağını söylemek mümkün, çünkü ancak bu şekilde davranan politikacılar yönetici/lider olabilecekler ve bunun partilerle de bir alakası yok, zira yüksek değerler -eski anlamda- ''siyasî'' değil.
'Mental Yeni Başlangıç' sayılabilecek 2020'den itibaren, Kapitalist Sistem'in aşılması konusu, sadece Türkiye'de değil, Dünyada da başat konu olabilir ve eski klasik Solcular başta olmak üzere herkes ''Kapitalizm uzmanı'' kesilebilir. Sistemin aşılmasının sadece ülke meselesi değil, bir Dünya meselesi olduğunu, yüz yıllık eski ideolojik ''ajit-prop'' malzemesinin bu sürece yapabileceği önemli bir teorik katkının bulunmadığını ve sistemin aşılmasının önce mental, -muhtemelen 2025'den itibaren de- Dünyada koordineli hareket edilmesini gerektiren teknik bir konu olduğunu şimdiden not düşmek isterim...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)