Plütokratik ‘Türk Sağı’nın sonu ve yeni ‘Solculaşma’ (9)


Kapitalist sistemin neoliberal biçiminin krizi ile birlikte sistemde bir “vahşi kapitalizm” dönemi yaşandı, bunun en uç örneği kuşkusuz IŞİD’in yeniden kurduğu köle pazarlarıydı. Anlayış, akla gelebilecek her şeyin -ahlak etik kuralllarına bakılmaksızın, hukuku da eğip bükerek- paraya tahvil edilebilirliği mantığının en “ileri” boyutuydu, akabinde Dünya popülizminin zirvesi yaşandı. Kurallar/yasalar çerçevesinde hızla “para yapmak” oldukça zorlaşmıştı, çünkü eski usûl endüstrileşme hem daha az hem de daha uzun vadede “para getiriyordu”. Kolay ve hızlı para kazanmak, 1980’lerden itibaren esen neoliberal rüzgarlarda finans kapital üzerinden spekülasyonlarla ve hızlı al-sat işlemleriyle yapılabiliyordu, ama onun bile kuralları vardı. Daha hızlı kâr adına bu kuralları gevşetmenin çaresi iktidara yakın firmalar/holdingler ile hükümetlerin adeta “bütünleşmesi” idi. Plütokrasiler böyle ortaya çıktı. Muazzam bir yozlaşmayı da beraberinde getiren bu yapılar, sistemin bozulmasını oldukça hızlandırdılar. Plütokrasi ile özdeşleşen popülist Sağ ile (vahşice para yapmaya pek izin veremeyen) “liberal” Sağ; sistemin iki farklı versiyonu da olsalar, kendilerini kolaylıkla “ülkenin devletin sahibi” görebiliyorlar ve bu konuda tarihî “kanıt” üretmeleri de zor olmuyor. Ama bu süreçte çok şey değişti. Türkiye’de -hâlâ muktedir olduğunu zanneden- Sağ’ın, kendini ülkenin asıl sahibi sayan cüretkar tavırları ve hâlâ siyaset/toplum mühendisliğine soyunması, artık toplum tarafından “anlaşılır” sayılmayan ve itiraz edilen bir durum.

Tarihte her zaman köklü değişimler olmaz, belki yüzyıllar sürebilecek uzun dönemleri belirleyecek önemdeki süreçler yaşanmaz. Böyle zamanları, bazı gelişmelerin kaçınılmazlığından ve değişimlerin öyle veya böyle mutlaka gerçekleşmesinden anlarsınız. İçinde bulunduğumuz süreçte kapitalizmin hızlanan bozulmasını yavaşlatmak ve kontrol altına almak için, Sağ’ın popülist/ideolojik/plütokratik türünün tasfiyesi de, sürecin kaçınılmazlıklardan biri. Sistem bozulurken (ve henüz başka bir şeye doğru evrilmeden önce), bozulmayı hızlandıran siyasi yapılarının güçlenmesi zaten düşünülemezdi. O halde bu yapıların daha fazla mafyalaşıp yozlaşıp marjinalleşmesine ve ülkeyi dibe çekmesine izin vermemek, halk nezdinde önem kazanmış görünüyor. Asıl mesele sade “Kâr dürtüsü” olmaya devam etmesi halinde, o “liberal demokratik” Sağ’ın da yozlaşması mümkün, zira sisteme özgü “hızlı kâr” motorunun benzini çoktan tükendi. Türkiye’de İslamcılığın iflasından sonra Sağ’ın yeni merkezi olmaya azmetmiş milliyetçi Sağ’ın bile varlığını koruyabilmek için mecburen daha kamucu ve demokratik bir yaklaşımla “solculaşmaya” başladığı bir süreç yaşandı. Burada “solculaşma”dan kasıt, birilerinin marksist-leninist ideologlar olması falan değildir elbette, -onun yerine; hızlı kâr dürtüsünün özendirdiği ve Türkiye’de kolayca benimsenmiş olan “etik ötesi” gayrı-hukukî durumların kamucu yaklaşımlar lehine terkedilmesidir, rasyonel düşüncedir, kadın-erkek eşitliğinin gerçek anlamda kabulüdür, insan haysiyeti ilkesine mutlaka uyulmasıdır, vd. Günümüzde, geleceği belirleyecek Sol tandansın özü budur.

Yukarıda dikkat çektiğim, gelecekte postkapitalist özgürlükçü bir yere evrilecek olan ‘Solculaşma’ ile özdeşleşmiş olan etik/hukuk değerler yükseliyor. Bunları önemsemeyen milliyetçi/islamcı kökenli Sağ, hâlâ kendini “kadir-i mutlak” ve ülkenin sahibi sanadursun, ne kadar eskiyip bozulduğunu ve halk tarafından yavaş yavaş da değil, hızla terkettiğini henüz göremiyor olabilir. Halkın teveccühü, ‘Sol kökenli’ yeni değerleri yükseltmekle/içselleştirmekle doğru orantılı. O değerleri benimseyen Sağ partilerin Yeni Türkiye’de değişerek yer almaları ve belki başkalarının da değişerek yer alacak olması, Türkiye’deki asıl yarılmanın niteliğini de gösteriyor. Klasik kapitalist devir ile önümüzdeki yılllarda önemli kurallarının belirginleşmesi olası postkapitalist devir arasındaki yarılma, henüz fikir ve ilkeler bazında. Bu nedenle içinde bulunduğumuz dönemi “mental” bir Değişim/Dönüşüm Dönemi sayıyoruz. Sol kökenli ‘YENİ MANTALİTE’, özgüvenini tazeleyerek, Türkiye’nin bundan sonraki otuz yıllık (sonra nitel farklılığıyla, belki üçyüz yıllık) geleceğini, Değişim/Dönüşüm’ün “pratik” aşamasını belirlemeye hazırlanıyor.