Batı'nın kimlik krizi ve Türkiye (3)


Uygarlık, ister Mezopotamya'da, ister Çin'de ister Batı'da ortaya çıkmış olsun, sonuçta 'yeni ve başka' bir fikirdir ve bir öncekinden daha iyi ve daha gelişmiş bir fikir olmak zorunda da değildir. Yoksa, Yunanlıların üç boyutlu gerçekçi muhteşem heykeller yaptıkları bir çağın ardından, ikonalardaki iki boyutlu ilkel resimlere indirgenmiş Ortodoks Bizans sanatına neden döndüklerini açıklayamazdık.

   19'uncu Yüzyılın başında ortaya çıkan Batı'nın ana fikrini, 1776'da İngiltere'nin Amerikan kolonisi Virginia'da ilan edilen "İnsan ve Vatandaşlık Hakları" bildirgesi oluşturur. Benzeri başka bir bildirinin 1789'da Fransız Meclisinde okunmasını sağlayan Lafayette, Amerikalılarla İngilizlere karşı savaşan bir Fransız, onu bildiriyi okumak konusunda cesaretlendirip destekleyen de genç ABD'nin Paris Büyükelçisi Thomas Jefferson idi. Batı'nın kökleri, elbette 11'inci Yüzyıldan 13'üncü Yüzyıla, Latin Kilisesinin Ortodoks Kilisesinden ayrılmasına, hatta Antik Yunan'da "Polis"in, yani bugün anladığımız anlamda modern şehrin ve okul dediğimiz kurumun ortaya çıkışına, Roma hukukunun doğuşuna kadar uzanır. Günün muhafazakar Batılıları için Batı terimi, Avrupa kökenli halklar ve bu tarih için kullanılır, yani Avustralyalılar, Yenizelandalılar, tabii Kanadalılar ve Amerikalılar da Batı sayılır ama Batı'yı bir uygarlık yapan düşünce ve değerlerinin Avrupa'da kabulü bile ikiyüz yıla yakın sürmüştür, mesela Almanya ancak 1948 sonrasında Batılı olmuştur. ABD ile İngiltere ve Fransa'nın birlikte "Batı" sayılması anlayışı da 1890 yılına dayanır.

    Batılı değerler; İnsan Hakları, seküler/laik yönetim, temsili demokrasi, kuvvetler ayrılığı, hukuk devleti, bireysel hürriyetler ve özel mülkiyeti esas alan kapitalist yaşam biçimi demektir. Bu değerler içinden, artık ille de Batılı sayılmayan, günümüzde Asya'nın da esas aldığı ve geliştirdiği modern değerlerin süzülüp ön aldığına dikkat çekmek gerek. Bu fikirlerden ilki, sürekli büyümek zorunda olan kapitalist sisteme uygun olarak, sürekli yenilenmek (inovasyon) ve keşifler icatlar yapmaktır. Bu konuda Çinlilerin ne kadar başarılı olduklarını söylemeye gerek yok. Burada inovasyon, kültürün ve dinin kısıtlamalarına takılmadan yoluna devam eden önemli bir faktördür. İkinci önemli fikir, özeleştiri yapabilmek ve kendini eleştirerek düzeltebilmek ve bunu şeref haysiyet meselesi yapmamaktır. Bu özelliğin, modernleşmenin diğer bir türü olan sosyalist ülkeler coğrafyasında özellikle benimsenmiş olan bir avantaj olduğunu Asya'da görüyoruz. Üçüncü özellik, eski toplumlardan farklı olarak kadınların erkeklerle eşitlenme çabasıdır. Asya bu konuda hâlâ Batı'dan oldukça geri olmasına rağmen kadınlar arayı hızla kapatıyorlar. Bu üç özellik, mutlaka Batılı olmasa da Batı'yla rekabet edebilen bir Doğu'nun ortaya çıkabilmesinde etkili olmuştur. 

   Son yıllarda Avrupa ve Amerika'da dikkat çeken popülizm, Batı içinde bir kimlik krizinin işareti. 2017'de Trump'ın Varşova'daki konuşmasında yaptığı Batı tanımı, Batı'yı Huntington gibi Batı Avrupa kökenli devletlerin ulusal sınırlarına indirgeyen kültürcü bir sınırlama. Ryzard Kapuscinski'nin dediği gibi Batı "tarihiyle bağı kesilince kimliğini yitirecek" ise, duvarlarını yükseltip kendi içine kapanarak yerel bir kültüre mi dönüşecek, yoksa tarihine kökenine bakmadan Batıda ifade bulmuş olan değerlerini esas alarak evrensel bir rol oynamaya devam mı edecek? 

   Artık Batılı ülkelerden çok Batılı halk kesimlerinden bahsetmenin daha doğru olabileceği bir zaman söz konusu. Türkiye'de hem Batılı laik bir kesim yaşıyor, hem kendini ille de Batılı saymayan ama giderek daha modernleşen seküler bir kesim. Türkiye'de bir de, modernliğin eleştirel ve özeleştirel yanıyla alakasız, kadınlarla sorunlu, son elli yılda ortaya çıkan şekilsel islamî yaşam biçimini önceleyen ve buradan Osmanlı devrine atıfta bulunan üçüncü bir kesim daha yaşıyor. Bunların ilki zayıfladı, ikincisi sürekli genişliyor, üçüncüsü ise son yıllarda büyük bir hızla eriyor. Batı'daki kimlik krizi Türkiye'de de yaşanıyor.