Kırmızı kapaklı sarı sırtlı küçük puntolarla basılmış ikiyüz sayfaya yakın bir kitap. Üzerinde kırmızı tonlarda bir tank ve Türk bayrakları. 1971 askeri darbesinin deli boğalarına kıpkırmızı dalgalanan sert ve net bir kitap. Kitabı "Aktuell" serisinden yayınlayan Rowohlt yayınları, ben bu kitabı okuduktan sonra favori yayınevim olmuştu ve Berlin'deki kütüphanemde aynı seriden diğer güncel kitaplardan oluşan bir rafım vardı. Türkiye hakkında konuşurken keyifle piposunu yakıyor ve misafir olduğum evinde Türkiye hakkındaki yorumlarımı dikkatle dinliyor.
Jürgen Roth 1976'da yeniden Türkiye'ye geldiğinde dönemin öğrenci olayları atmosferinde, en büyük devrimci gençlik örgütü Dev Yol çevresini tanımış, sonra Uluslararası Af Örgütü'nün isteğiyle Güneydoğu'ya, yani Karl May'ın deyimiyle "Vahşi Kürdistan'a" gitmiş. Bu yolculuğundan da ikinci Türkiye kitabı, "Geographie der Unterdrückten - Kurden" (Ezilenlerin Coğrafyası - Kürtler) çıkmış. Kitap gene aynı yayınevinden, ama kırmızı kapaklı "güncel" sorunlar dizisinden çıkmadığından gözümden kaçmış olmalı.
Jürgen Roth'un doğrudan Türkiye'yi ve Kürtleri konu alan dört kitabı var. 34'üncü son kitabında da, Avrupa için önemli bir yer olan Türkiye'ye yer ayırmış: "Schmutzige Demokratie" (Kirli Demokrasi). Kitabını yayına girmeden önce bana gönderme nezaketinde bulundu ve kitabını piyasaya çıkmadan önce okumaya başladım. Bu benim için büyük bir onur elbette. Eleştirel keskin bir dile sahip araştırmacı gazeteci Jürgen Roth, benim yaşayan idollerimden biridir, diğer idolüm Uğur Mumcu'yu tanıdığını ve ona büyük saygı duyduğunu da anlattı. Bir dizi tesadüf sonucu onunla tanışmak, geçen ay onunla Frankfurt'da ikinci kez sohbet etmek çok güzeldi. Roth yeni kitabında, Avrupa'da demokrasinin altını oyanlara, demokrasiyi kullananlara ve demokrasinin rafa kaldırılmasına göz yumanlara ve mesela mültecilerden kurtulmak adına Avrupa değerlerinin Türkiye'deki islamcı diktatörlüğe satılmasına bodoslama dalıyor.
Kitap, Papa Franciscus'un 6 Mayıs 2016'da, "İnsan Haklarının, Demokrasi ve Özgürlüklerin savunucusu hümanist Avrupa, sana ne oldu?" sorusuyla başlıyor. Roth, Avrupa'da Müslümanlara ve mültecilere karşı yükselen Sağcı tepkinin ruh sağlığını bozduğunu anlatarak başladığı kitabında demokrasinin nasıl dejenere olduğunu, uzmanı olduğu yolsuzluk dosyaları ve Avrupa siyasetindeki mafyalaşma eğilimlerine değinerek anlatıyor. Kitapta mesela Macaristan hakkında uzunca bir bölüm var.
Demokrasi sadece bir yönetim şeklinin adı değil elbette. İnsani yanı ihmal edilmiş, dayanışmayan insanların demokrasisi, ruhunu yitirmiş bir demokrasidir ve Roth tam da buna karşı çıkıyor. Jürgen Roth, birzamanlar Afrika'ya, Latinamerika'ya, Asya'ya ihraç edilen değerler arasında yer alan Demokrasinin, Türkiye gibi totaliter ülkelere -reel politika adına- verdiği tavizlerle kirlenip bozulduğunu söylüyor.
Kitabın benim için dikkat çekici diğer bir yanı, Türkiye'de demokrasinin bozulup sona ermekte olduğu aşamada, Avrupa'ya nasıl kötü bir etkide bulunduğu. Avrupa'daki Sağ popülizmin yükselmesinde, Türkiye'de her gün dört bir cihana ayar veren sert söylemin rolü tartışılmaz. Türkiye'nin etkisi, rüzgar ekmek. Sonuç, Avrupa'daki Müslümanlara ve mültecilere karşı dozu gün geçtikçe artan bir fırtına.
Kitap, çok sayıda olayı yap boz şeklinde işleyip, bütüne tamamlıyor ve demokrasinin bozulmasına karşı yüksek öfke potansiyeli barındırıyor. Tabii Türkiye'nin yöneticileri dahil hiç kimseye yumuşak davranmadığı da açık. Roth, Demokrasiyi yok etmek için demokrasinin kullanılmasına öfkeli. Avrupa'daki demokrasi geleneğinin kendiliğinden oluşmadığını ve uzun bir mücadele sonucu elde edildiğini unutmayalım ve kökünde insan sevgisinin olmadığı bir demokrasinin şekilsel bir demokrasiden öteye gidemeyeceği gerçeğini bir kenara yazmamıza gerek yok. Olanca karamsarlığına rağmen Jürgen Roth bunu kitabında yazmış. Onunla yeni sohbetler ve yeni konularda buluşmak üzere...