Şöyle bir hatırlayın...
Cumhuriyet'in antidemokratikliğini eleştirmekle başlayan, oradan Ulusdevleti reddetmeye savrulan, ekmeğini Ulusdevleti yerden yere vurarak kazananların en makbul entelektüeller sayıldığı bir dönem yaşandı. Dünyada da pek farklı değildi. Türklerin 1923'de kurduğu Ulusdevlet öyle faşist, öyle katliamcı, öyle baskıcıydı ki, takımelbiseli IŞİD kafalı takiyyeci ahmak İslamcıların Türkiye Cumhuriyeti yerine "Panislamist yeni Osmanlı şeysi" kurmaları bile hak sayıldı. Gerçi her nedense İslamcıların islamcılık yapacakları hesaba katılmamıştı! İslamcılardan, demokrasinin şahikası falan bekleniyordu, ama insanlara bavul dolusu iftiralar atıp kara çalmak pahasına, İslamcıların kurmasını bekledikleri "Demokraasi"yi destekleyen kullanışlı aptal liberallerin, "kandırıldık" gibi gayrıciddi gerekçelerle hâlâ utanmadan insan içine çıkabilmelerine öfkelenmek de yersiz. Enerji kaybı. Onun yerine Ulusdevlet denen şeye bir daha yakından baksak iyi olacak.Bu kadar uluorta kötülenmesinden ve yaşananlardan sonra, Ulusdevleti mümkün olduğunca tarafsız bir gözle yeniden ele alıp inceleyebilecek miyiz? Ulusdevleti ortadan kaldıracaksak, kaldırdığımız şeyin ne olduğunun farkında mıyız? Onun yerine neyi koyacağız?
Modernleşme ile birlikte ortaya çıkan ve Dünyayı kaplayan Ulusdevlet formatına özgü makro-milliyetçiliği "totaliter" ve hatta "faşist" ilan eden "Liberaller" güruhu, neoliberal zamanların tipik temsilcileriydiler. Mesela onca Sol tınılı laflar kullanarak "ezen Ulusdevlete karşı, ezilen Kimlikleri savunmak" tipi neoliberal fikriyatı "devrimci ayar" dozunda herkese verirken, uluslarötesi firmaların yöneticileri tarafından avuçları patlayıncaya kadar neden alkışlandıklarını da hiç düşünmediler.
Neoliberal "fikriyat"ın eski Solcu (yeni Sağcı) çocukları, 2008'de başlayan kategorik sistem krizine kadarki neoliberal dönemde 'Ulusdevlet'e karşı hızlı bir red kasırgası estirdiler. Ulusdevlet eskimişti -evet doğruydu. Ama Liberaller, onun yerine yeni bir şey koyacak çapta değillerdi ve Ulusdevlete karşı olmalarının asıl nedeni, kapitalizmin yeni aşamasında sistemin talan alanı olarak devlet/kamu mallarına doğru genişlemek zorunluluğu ve globalleşen ekonominin Ulusdevlet sınırlarına takılmak istememesiydi.
Liberallerin boru gibi seslerle televizyonlarda bol bol "eleştirdiği" Ulusdevlete alternatif olarak destekledikleri Müslüman demokratların maddi manevi desteğiyle üretilen en "yeni" şey, pan-islamcı yayılma rüyaları ve nihayet kafa kesen kadın satan IŞİD İslam devletidir. Liberallerin şimdi bu kadar sessiz olmalarının nedeni, Ulusdevlete karşı çıkmak adına savundukları İslamcılar tarafından bu kadar kolay ve ucuza satılmaları falan değildir (Onlar, isteyerek, para imtiyaz ve alkış için bile bile kandılar). Sessizliklerinin asıl nedeni, Ulusdevleti "eleştirerek" vardıkları yerin, çağdaş barbarlık olduğunu görmeleri ve bunu kendilerine bile itiraf etmekte zorlanmalarıdır. Kısacası, varoluş nedenleri Ulusdevlet-reddiyesi olan bir çevrenin varlık nedeni ortadan kalktı. Bugün yarım ağızla hâlâ, "Ulusdevlet eskidi" falan diyenler de, bir Ulusdevletten birbuçuk-iki Ulusdevlet çıkarmak ötesinde yeni bir ufka sahip değiller malesef. Ve reddettikleri şeyin ne olduğunu anladıkları da kuşkulu. 2008 kriziyle başlayan yeni paradigmanın giderek hız ve belirginlik kazanan eğilimi, neoliberal etnik/dini kimlikçi anlayışların etkilerini yitirmeleri ve değişime zorlanmaları. Bu değişimin Ulusdevlet ile doğrudan ilişkisi, Ulusdevletin artık zayıflamayıp güçlenecek olması olacaktır, -ama eskisinden daha farklı bir Ulusdevlet türünün.
Ulusdevlet milliyetçiliğinin faşizmle/nazizmle özdeşleştirilmesi eğilimi İkinci Dünya savaşından sonra belirginleşti. Türkiye'de yakın döneme kadar "Nasyonalizm" denen faşizan milliyetçilik ile Ulusdevlet milliyetçiliği arasında net ayrım yapılıyordu, ikincisi "Atatürkçülük" veya "Cumhuriyet bilinci" gibi terimlerle karşılanıyordu. Daha sonra, kimlikçiliğin gemi azıya aldığı neoliberal dönemde "Ulusalcılık" adıyla, giderek faşizan ve ırkçı eğilimler taşıyan bir Ulusdevlet milliyetçilik ortaya çıktı. Burada gözden kaçırılan konu, Nazilerin ve Faşistlerin milliyetçi olmaktan ziyade -"Yeni Osmanlı"cı avanaklar gibi- emperyal fikirler peşinde koşan, ırkçı ve yayılmacı (İslamcının cihadcısı gibi) olduğudur. Bu anlamda Hitler'in Almanyası da Mussolini'nin İtalya'sı da, Ulusdevlet çerçevesini kırmak peşinde olan "Emperyalist" devletlerdi ve bu halleriyle savaş sonunda klasik emperyalist çağın sonunu da işaretlemişlerdi. AKP tipi pan-islamist "Yeni Osmanlı", eski tip emperyalizmin gülünç ve beceriksiz bir taklidi olmaktan öte gidememiştir. Fransız entelektüel Alain Finkielkraut, Nazilerin milliyetçi değil ırkçı olduklarına dikkat çeken biri ve Fransız entellektüellerin icad ettiği Ulusdevlet hakkında söylediklerine kulak kabartmakta fayda var. Ulusdevlet, aynı zamanda "Bağımsızlık" fikrinin modern zamanlardaki ifadesidir çünkü.
Fransız tarihçi Emmanuel Todd da, "Ulus kötü değildir, Ulus demokrasinin ve demokratik kararların yaşadığı yerdir" diyor. Neoliberal etnik/dînî kimlikçiliğin ve neoliberal yeni Sağcı "Liberaller" entellektüalizminin -asla doğrudan dile getirmedikleri- en önemli tezlerinin başında, demokrasi ile ulus ve milliyetçilik anlayışlarının çeliştiği, demokrasinin yaşayabilmesi için ulus ve milliyetçilik anlayışının aşılması gerektiğidir. Ama Ulus ve Ulusdevlet anlayışını aşmayı hedefleyip demokrasiyle sona ermiş bir deneyim yok. Ne Naziler, ne Faşistler, ne de İslamcılar demokrat. İslamcılar Ulusdevleti Ümmetdevletine, yani bir tür taşdevri faşizmine çevirmek isterken, "Liberaller" güruhunun Ulusdevleti eleştiren angajmanının İslamcılara yardımcı olmaktan ileri bir sonuç doğurmadığı açık -ama bu beyler ve bayanlar, hâlâ "kandırıldık" diyerek, aslınde ne halt yemiş olduklarını anlamadıklarını yeniden kanıtlamış oluyorlar.
16'ıncı Yüzyılda "Bağımsızlık" fikrinin mucidi de bir Fransız idi. Jean Bodin'in bağımsızlık fikrini "Ulusdevlet"e dönüştüren Thomas Hobbes, bu devlet türünün temel özelliğinin "Hukuk devleti" olduğunu da ortaya koymuştu. Günümüz koşullarında hukuk devletinin de ancak Ulusdevlet bazında ve ulusal sınırlar dahilde, halkın demokrasiyle kendi kaderini belirlediği şartlar altında olabileceğini gösteren genç filozofun adı da Thierry Baudet. Ulusdevlet, modern zamanlarda devletler arası (milli kapitalizmler arası) rekabet ile bir çok hızlı teknolojik gelişmenin de motoru olmuştur. Baudet, modernleşmenin yayılmasında Ulusdevletlerin rolüne şöyle örnekler veriyor: "Fransa'da yazmaları yasaklanan Montesquieu ve Voltaire Hollanda'ya sığınmaları sayesinde fikirlerini yayabildiler". ("The Sicnificance of Borders" 2012)
Ulusdevlet konusunda bizi ilgilendiren temel soru, "Avrupalıların icad ettiği Ulusdevlete bu kadar sıkı sarılmanın bir alemi var mı" dır. Ama Ulusdevlete karşı yükselen ve onun dışında "bize özgü" bir model/format bulmak anlayışı -son otuz yıllık İslamcılık "tarihi"ne baktığımızda- tam bir fiyaskoyla sonuçlanmıştır. Buradaki tuzak soru, "bize özgü" sıfatında yatmaktadır. Biz Asyalıdan çok Avrupalı değil miyiz? Çin'i gördükten sonra buna kocaman bir "Evet" diyorum. Bu diyarda (aslında 19'uncu Yüzyılda kısa bir süre Gayrımüslümlerin kullanmasına rağmen, zamanında değil de 20'inci Yüzyılda benimsenmiş) "Osmanlı" da önce Marmara bölgesi ve Balkanlarda yani Avrupa'da kurulmadı mı? Nitekim modernleşmeyi, Meclisi ve diğer birçok yeniliği Avrupa'dan yüzyıllarca önce alanlar da Türkler değil mi? Özgün ve yeni formatlar bulmak, elbette hedefimiz, ama onları bulup denemeden ve geliştirmeden, Ulusdevlete karşı olmak, abesle iştigaldir.
Ulusdevlet'e karşı olanların başında, Kürt milliyetçileri geliyor. Bunların savunduğu ana fikir, "Türk Ulusdevletine karşı olmak"tır, zira Kuzey Irak'da şekillenmekte olan Kürt Ulusdevletiyle bir sorunları yok. O anlamda Kürt milliyetçiliğini ilgilendiren asıl konu, Ulusdevletin "Türk" ön adını kaldırmak gibi görünüyor. Bunun olup olmayacağı kuşkusuz ilginç bir konu ve tartışılmalıdır, ama Ulusdevletin "Ortak dil" gibi kapitalist sistemi de doğrudan ilgilendiren bir yanı vardır. Günümüz internet çağı ortamında iki ortak dil, bir yerden sonra iki Ulusdevlet demektir. Bu noktada, modernleşmesini Fransa/Almanya gibi kültürel homojenleşmenin zaman içinde bütün ülkeyi kapsayamadığı, kültürel homojenleşmeyi sağlayamamış Türkiye gibi ülkelerde kader, demokrasinin Ulusdevlete karşı işletilip "Her dile bir ulusdevlet" kurulması mıdır? Elbette Hayır. Bu, dış etkilere daha dayanıksız zayıf ülkelerin doğması demektir ve halklar tarafından önünde sonunda reddedilecektir. Farklılıkların kabulü çerçevesinde Ulusdevlete özgü hukuk devletinin işlediği, ulusal sınırlar dahilinde bağımsızlığın sağlamlaştırıldığı, ortak dilin kullanıldığı, halkın ulusal sınırlar dahilindeki her yer ve konuda ortak kararlar verdiği özellikler korunarak, egemenliğin halkta olduğu bir devletin, bugünün şartlar altındaki adı "Ulusdevlet"tir.