Devlet imkanları konusunda gemi azıya alıp azami yararlanan ve "Başkanlık Rejimi" oylamasına dönüştürülen 2015 seçimlerinde sonuç: Erdoğan'ın Yasama Yürütme ve Yargı'yı bir elde toplayıp Meclis'i de facto devre dışı bırakarak "Başkan" olma hedefi halk tarafından durduruldu. Kuşkusuz çok olumlu bir sonuçtu ve o kadar kesindi ki, kötü kedilerin bile patisi böğründe kaldı. Türkler -sadece- kendi ülkelerine, sadece bu ülke içinde dönen olaylara bakan bir halk. Bu konuda artık Ortadoğu'ya da bakan Kürtlerden daha miyoplar ve genel körlük, Türkiye'nin geleceğini teslim almış durumda. Osmanlı'nın son günlerinde koca imparatorluğun -özel işletme babında- sadece Pera Palas otelinde elektrik ampüllerinin yandığı ve bunun ilerleme sayıldığının üzerinden yüz küsür sene geçtikten sonra Avustralya'da fazla elektrik sarfiyatı yaptığından yasaklanmış demode ampul, Türkiye'deki iktidar partisinin sembolü ve sarfiyat konusunda saraylarıyla "destan" yazıyor. Ve işte Türkler de sadece bunları görüyor. Geçtiğimiz günlerde bir Hürriyet yazarı ve ünlü bir şarkıcı, adını internetten bakma zahmetinde bulunmayıp yanlış yazdıkları Guilin'deki köpek eti festivaline takmışlardı. Çin hakkındaki ilgi ve bilgi bu düzeyde. Kısacası Türkler internet çağına rağmen, Türkiye sınırları dışına taşan evrensel bir bakış geliştiremedikleri gibi, Dünyayı da Batı ve Ortadoğu'dan ibaret sanmaya devam ediyorlar, üstelik biriki istisna dışında ne Batı ülkeleri hakkında ne de Ortadoğu ülkeleri hakkında Dünya kalitesinde uzmanlara sahipler. Türkiye'de afrasından geçilmeyen köşe yazarlarının tamamına yakınının, Dünyada referans alınan yazıları yok, ortalıkta Profesör diye gezinen ve Türkiye dışında bu titri taşıyamayacak ahaliyi hiç saymıyorum. Adnan Menderes ve ardıllarının Türkiye'ye yaptıkları en büyük kötülük, azınlıklara katliam teşebbüsü, ülkenin milli gelirini kendisi ve yandaşları adına talan etmek falan değil sadece. Asıl kötülükleri, kendi gelecek korkuları nedeniyle Türk eğitim sisteminin kalitesini Dünya standartlarından koparıp kullanışlı aptallar seviyesine indirgemeleri ve Türklerin Dünyadan kopuşlarının altyapısını kurmaları oldu. Köy Enstitülerinin kapatılmasıyla başlayan bu durum bugün şu vaziyette:
İnternet üzerinden bireyselleşen, herkesin en azından Facebook hesabının olduğu, en azından Tweet yazdığı günümüz yazı toplumunda, yeni bir cinse doğru evrilen Global Sistemde ekonominin ana lokomotifi iyi eğitim ve özgür ortamda gelişebilen yaratıcılıktır. Ekonomik İşbirliği ve Gelişme Teşkilatı OECD, artık kesinleşen bu veri temelinde "Yaratıcılık ve Problem Çözme" adı altında kendince, ülkelerin inovasyon potansiyelini okullarda çocuklara kazandırılan beceriler temelinde ölçmüş ve bir liste yayınlamış. Liste, önümüzdeki dönemde ülkelerin asfalt/beton yoğunluğunun değil, yaratıcı/yapıcı aklının katsayısı gibi birşeyi gösteriyor, yani geleceğe uzanacak akıl kapasitesi. Türkiye'de OECD'nin testinden geçen çocukların oranı sadece yüzde 2.2 ve bu rakamın korkunçluğu şuradan geliyor: Bir toplumda -Türkiye de buna dahil tabii- ileri zekalı çocuk oranı, aşağı yukarı yüzde 5 civarındadır. Yani Türkiye, değil çocuklarına geleceğe uzanan özgür akıl ve yatarıcılık kazandırmak, kendi ileri zekalı yaratıcı çocuklarını bile kabataslak sersem eğitim sistemi içinde heba ediyor, onları aradan sıyırıp destekleyemeyip köreltiyor. Türkler böyle konularda Dünya ile sağlıklı bir kıyaslama da yapamıyor, çünkü bütün gazeteleri hergün Tayyip ve Kemal'i, iç politika didişmelerini yazıyor. Gazeteciler de Dünya'dan bihaber, kendi didişkenlik kültürlerini Dünyaya taşıyıp masa başında "kim kimi yener" tipi "jeostrateji" yapıyorlar. Türk basınının Çin'de bir tek yetkin muhabiri yok, e Japonya'da Kore'de Hindistan'da zaten yok. OECD testinden geçen Koreli çocukların oranı yüzde 28, İsrailli çocukların oranı da yüzde 8.8, OECD ortalaması da yüzde 12. Yani Erdoğan'ın dikta hevesinden kurtulmak sadece bir başlangıç; asıl konu, adam/kadın yetiştirmeyen eğitim sistemi ve onu bu halde tutan yasakçı/günahçı "Eski" ve "Yeni" Türkiye. Şimdi yepyeni bir Türkiye'ye ihtiyaç var, hiç kolay olmayacak ama olmak zorunda.
"Nasıl bir koalisyon olmalı?" diye konuşuladursun, Türkiye'nin İzlanda'ya komşu olmadığını hatırlaması için ilk acıtıcı dürtük ABD'den gelmek üzere. Gene büyük bir savaş oluyor, gene saflaşmalar var ve Türkiye gene yanlış tarafta savaşıyor. Türkiye-Katar-Suudi Arabistan'ın "Sünniliğin hakimiyeti"ne indirgediği ve hiçbir insani değeri takmadığı savaşta Türkiye, giderek alenileşen ölçülerde, kafa kesip kadın satan "İslami düzenin askerleri" IŞİD'in safında yer alıyor ve bir de utanmadan bunu "Kürtlerin oralarda güçlenmesine karşı" gerekçelendirmeye kalkıyor, ufuk bu kadar. Oysa sadece ABD ve AB değil, Rusya ve İran'ın, hatta Çin'in aktif veya pasif desteğine sahip YPG, Kobane'den sonra Tel Abyad'ı da ele geçirerek IŞİD'in Türkiye ile bağlantısını kesiyor. Bu olayı sadece "Kuzey Suriye'deki iki Kürt kantonunun birleşmesi ve Türkiye'ye tehdit" diye okuyan iktidar, MHP ve eski/yeni Aydınlık milliyetçiliği, tarihte belki de ilk kez kurulmuş bir Dünya koalisyonunu görmüyor. Ve bu koalisyon, uygar İnsanlık Camiasının tamamı tarafından reddedilen çağdaş IŞİD barbarlığına karşı mobilize olmuş durumda. Yani o barbarlığa karşı savaşmayı Türkiye kabul etseydi, YPG değil Türk Ordusu kahraman olacaktı. Hükümetten ziyade Erdoğan'ın sesi olarak bilinen Sabah gazetesinin YPG'yi IŞİD'den daha tehlikeli ilan etmesi, artık Türkiye'nin başka bir boyuta geçtiğinin ilanıydı, zira İktidarın bülteni gibi yayınlanan "muktedir basını" bununla da yetinmeyip ABD'yi de suçlamaya başladı, YPG'nin soykırım yaptığı gibi desteksiz yalanlar uydurdu.
Türkiye'nin sallantıdaki islamcı muktedirlerini en çok sarsan konu ise, IŞİD'e enternasyonal "piyasa"dan toplanan cihadcı takımının Suriye'ye geçişte kullandığı Tel Abyad kapısının kapanıp, buraya YPG'nin yerleşmesi oldu. Türk sınırındaki Tel Abyad, sadece cihadcı transferi değil, petrol ve silah kaçakçılığı, yani IŞİD'in ticari faliyetleri açısında da çok önemliydi. NATO üyesi Türkiye, yenilmeye doyamadığı Suriye savaşında bir yenilgi de Kürtlerden almış gibi gurur kırıklıkları yaşarken, bu noktaya nasıl gelindiğini sorgulayacak akıldan da yoksun görünüyor. Son bilgilere göre IŞİD'in başkent gibi kullandığı Rakka da YPG saldırısı altında ve düşme sırasını bekliyor. Kürtlerin, İran'ın ve havadan ABD'nin aktif rol aldığı savaşın rengi artık daha net ve Erdoğan'ın uğrunda yapmadığını bırakmadığı "Suriye içinde tampon bölge"yi, şimdi Kürtler kuruyor, Türkler değil, zira kimse Türklere güvenmiyor ve IŞİD'in Türkiye tarafından desteklendiğini Dünya alem biliyor. ABD'nin Türklerin önerdiğini Kürtlere yaptırmak için kolları sıvaması, Sünni-islamcı Erdoğan rejimine karşı da net bir tavırdır ve Dünya koalisyonu tarafından da desteklenmektedir.
Şimdi tüm körlüğüyle MHP'ye geliyoruz.
MHP, CHP'ye kapıları kapatan kabalığıyla AKP'ye yanaşarak koalisyon sinyalleri veriyor ve Türkiye'de en başta bir dahaki seçimlerde MHP'den AKP'ye ne kadar oy geçişi olacağını, Kürtlerin AKP'den nasıl kaçacağını konuşuyor, ama bir AKP-MHP koalisyonunun "Kürt düşmanlığı" adına IŞİD'i desteklemeye devam edebileceğini, iş kızışacağı için MHP'nin o Hükümette tutsak kalacağını, ayrılmaya kalkınca da AKP'ye rehin Milletvekili bırakabileceğini, velhasıl işlerin tekbaşına AKP Hükümeti şeklişemalinde aynen devam edebileceğini konuşmuyor. Türkiye, IŞİD desteğini aynen sürdürür ve ABD'ye böyle diklenmeye devam ederse, mutlaka bunun bedelini öder ve NATO/Batı dışında gideceği bir yer de olmaz. Kendi cihadcılarını mahkemeye falan sokmadan yarı yolda vuran Rusya ve Çin'in İslamcı Türkiye'yi herhangi bir birliğe alması düşünülemez. O halde eski/yeni Aydınlıkçı destekli AKP-MHP koalisyonunun "emperyalizme karşı" kuracağı "demokratik cephe", Suudi Arabistan, Katar ve IŞİD'den ibarettir.
Türkiye'nin Erdoğan tarafından Sünnici semboller kullanan Ortadoğu tipi panislamist tekadam sistemi, sadece dört yıl içinde iflas etti ve şimdi de Türkiye'yi önce ekonomik sonra savaş felaketine sürüklemek üzere. Seçim sonuçları malum, Erdoğan sistemine dur denildi, ama körlük bâkî. Otuz sene hergün gazete köşesi/kenarı yazan "tecrübeli" gazeteci esnafının bile "Doğu" denince -yüz sene öncesinin dandik Osmanlı aydını gibi- sadece Ortadoğu'yu anladığı bir Türkiye, yeteneklerini körelttiği çocuklarının arasından o yüzde 2.2'lik azınlığı ve Gezi'de sokağa inen o iyi eğitimli gençleri destekleyip onlara tüm kapıları açmakla işe başlamak zorunda. Çünkü AKP-MHP-Aydınlık perspektifiyle Kürt düşmanlığı gibi bir ilkellik temelinde yeni dış politika, seçimlerin kazanımını silip süpürebilir. AKP-MHP koalisyonu, Türkiye'nin yeni felaketi olabilir. Türkiye'nin yeni bir restorasyon Hükümetine ihtiyacı var ve korkuyu yenmenin en iyi yolu da onun üzerine gitmektir. Türkler, Kürtler kadar savaşçı olduklarını IŞİD'i dürerek gösterirler, olur biter ama bunun için önce, MHP-CHP-HDP'nin hemfikir olduğu gibi tüm Suriyeli göçmenlerin ülke içinde başıbozuk dolaşması önlenir, hepsi insani koşullarda dilenmeden yaşayabildikleri kamplarda toplanır, kimlikleri saptanır ve ülkedeki cihadcı yuvaları boşaltılır, sonra IŞİD'in tepesine binilip kahraman olunur. Bunu Kürtler de destekler, Dünya da.
Bu savaş, burada yıllardır defalarda yazdığım üzere, Riyad'da bitecektir, zira IŞİD ve El Kaide tipi islamcılığın merkezi Suud vahabiliğidir ve Türkiye'deki Erbakancılığı, cemaatleri, Müslüman Kardeşleri, her zaman parayla/imkanla destekleyip büyüten de Suudi Arabistan rejimidir, Dünya cephesinin karşısındaki "Sünnici ittifak"ın temel unsuru Suudlardır. Türkiye'nin bu cephede yer alarak elde edebileceği herhangi bir şey yok. Olmadığı da 2011'den beri süren gelişmelerle defalarca kanıtlanmıştır. Türkler, eğitim seviyelerini evrensel ölçülere taşıyıp, AKP gibi kümelenmelerin yeşerdiği Ortadoğu tipi cehaleti eğitimle aştıklarında, Dünya'nın birinci sınıf ülkelerinden biri olabilecekler, ama şimdi bulundukları yer: Ya herro ya merro. Ya Dünya cephesinin yanında yer alıp sahici bir demokrasi kuracak ve cehaletle dişe diş mücadele edip özgür düşünceyi ve yaratıcılığı destekleyecek, ya da Dünyadan esaslı bir şamar yiyecekler.