Bu sabah, Selefi terörizmiyle ve İslamcılık lanetiyle ilgili bir yazı hazırlamaya karar vermiştim ama öğleyin Urfa Suruç'da Kobane'yle dayanışmak için oraya gitmeye hazırlanan Sosyalist gençlere yapılan intihar saldırısı sonucu 30 gencin ölüp yüz kadarının yaralandığını duydum. Duymasaydım, yazı mutlaka daha farklı ve belki çok daha keskin olurdu.
Bu yazı, İnsanlığın başına bela olan selefi terörizmi ve onun ekonomik/siyasi nedenleriyle değil, ona kapılıp 18 yaşında kendini ve etrafındakilerini yokeden gençlerin psikolojisiyle ilgili. Her iki lafın başında "Sosyo-ekonomi" diyen biri olarak, genç insanların nasıl olup da birileri tarafından ölüm/intihar makinaları haline getirilebildikleri konusunu, birçokları gibi ben de merak ediyorum. Ayrıca, birlikte blog yazdığımız ve Avrupa'daki Selefilikle ilgilenen Prof. Dr. Christine Huth-Hildebrandt da beni bu yazıyı yazmam konusunda cesaretlendirdi.
IŞİD ve Selefilik konusundaki külliyat, daha şimdiden hiç de yabana atılmayacak boyutlara ulaşmış vaziyette. Özellikle insanların nasıl intihar bombacısı haline geldikleri konusu, sosyologlardan psikologlara kadar çok araştırmacının konusu, ama araştırılacak kişi az. Çünkü intihar eylemcisi ölüyor, nasıl o noktaya geldiğini, neden intihar eylemcisi olmayı seçtiğini söyleyemiyor. Bir de intihar eyleminde bulunup başarısız olan, ya da üzerindeki bombaları patlatamadan yakalananlar var tabii. İşte o kişileri de araştırmış olan ve konu hakkında en önemli uzmanlardan biri sayılan Ariel Merari, İsrailli olmasının da verdiği yerel gerekçelerle, Filistinli gençler arasında kapsamlı bir araştırma yapmış ve "Driven to Death" (Oxford 2010) adlı kitabında, intihar bombacısı olan gençlerin, nisbeten daha iyi eğitimli, pek de dindar olmayan kişiler oldukları sonucuna ulaşmış. Bu gerçek her zaman karşımıza çıkıyor. İntihar bombacısı olan gençlerin çoğu, sanıldığı gibi aşırı dindar değil. Onları intihar bombacısı haline getirip bomba olarak kullananların kesinlikle tescilli şeytani bir iş yaptıkları bir yana, insanlarda böyle bir yanı keşfedip onu kullanmak, zaten insandan daha farklı birşey olmayı gerektiriyor. Merari'nin araştırmaları da, gençleri bombaya dönüştüren elebaşıların kendilerinin (üçte iki oranında) bomba olmaya hevesli olmadıklarını gösteriyor.
Burada, Avrupa'da doğmuş büyümüş Selefileri de ilgilendiren gerekçe öne çıkıyor: Ün…
Dışlanmışlık, işsizlik, amaçsızlık, perspektifsizlik, anlam yitimi ve gelecek umuduna sahip olmamak -ki bu gerekçeleri hemen sosyo-ekonomik açıdan da destekleyebilirdik- gençleri ölümün ötesine doğru uzanan bir ün arayışına itiyor.
İlk Robert Kurz'dan duymuştum: Günümüzde maceralar sona erdi, keşfedilecek kıta, çıkılmadık dağ kalmadı. Sevgili Robert Kurz bunu söyledikten sonra, günümüzdeki gerçek maceranın, kapitalizmi yıkmak (ve tabii onun yerine yeni bir düzen kurmak) olduğunu söylemişti. "Wahşi Batı"nın -sadece filmlerde var olan- macera atmosferinin, yani istediğini asıp istediğini kesen, buna bir de kudsiyet yakıştırabilen bir coğrafya var artık. Ama bu da, gençlerin neden intihar bombacısı olduklarını açıklamıyor. O noktaya gelebilmek, onca vahşeti yapıp kendini ve başkalarını havaya uçurabilmek için belli ruhsal ve psikolojik eşiklerin aşılması gerekiyor. Merari de bunu araştırıp, intihar bombacısı olan kişilerin üçte ikisinde kişilik bozuklukları görüldüğünü tesbit etmiş. Bu bozukluklardan üçte biri, "Hayır diyemeyenler", diğer üçte biri de, "aşırı heyecanlı ve saldırgan" tipler. İlk kategori, reddedilme korkusuyla ilgili bir durum, diğeri kolay parlayanlar kategorisine giriyor. Ve tam da burada, bu zayıflıkların kullanılması aşaması geliyor.
İsrail'in nefes aldırmadığı Gazze ve Batı Şeria'da, travmatik, ürkek, veya isyankar genç bulmak zor olmasa gerek. Zaten "intihar bombacısı" tipolojisinin doğduğu yer de buralar. Oradan başkalarına "örnek" olmuş. Ama olayın toplum psikolojisi ile ilişkisini, bu konunun bir numaralı uzmanı sayılan Vamık Volkan'dan öğrenebiliriz, zira Avrupalı gençlerin -İsrail baskısı gibi baskı altında yaşamadıkları halde nasıl Selefi olduklarını, hatta intihar bombacısı olmalarını da açıklamamıza yardımcı oluyor: Kişisel bozukluklar ve zayıflıklar, insanları kendilerine bir rehber aramaya, onu daha da "ulvi"leştirerek bir "Yol" aramaya itiyor. İnsanların hayatının en ince detayına kadar "ne yapmaları gerektiğini" söyleyen İslamcılık, böyle zayıf kişiliklerin ağa yakalanmasına en uygun anlayış. Zaten "İslamcılık", 1990'lı yıllarda Dünya bilim literatüründe üzerinde anlaşıldığı üzere, "hayatın İslami kurallara göre yaşanması amacıyla yapılan siyasi ve sosyal pratikler"i ortak paydada toplayan terim sayılıyor. Yani bizzat İslamcılık, nasıl yaşayacağına insanın kendinin değil Ayet/Sure/Hadis'lere dayanarak başkalarının (Şeyhin/Şıhın/Cemaat liderinin/Siyasinin) karar vermesine teşne insanlar yetiştirme pratiğini içeriyor. Bu anlamda zayıf karakterli insanlar yetiştirmek, İslamcılığın pratiğine uygun bir şey. Travma ile yaşayan veya dışlanmış zayıf gençleri intihar bombacısı yapabilmek için onları, önce islamcı siyasetin "yüce" amaçlarına uydurmak gerekiyor. İntihar İslam'da günahsa, "Şehadet" sevap. O halde intihar eyleminin adı da "şehit" sözüne uygun olarak değiştiriliyor ve her şeytanlık, bir Hadisle veya Ayetle yumuşatılıyor. Sonra sıra, Volkan'ın iyi açıkladığı konuya geliyor: Korkusu ve utancı, yapay kudsiyetle giderilen zayıf kişilikli gençler, grup psikolojisinin doğal baskısı/kontrolü altına giriyor ve grubun amacı, kararları, onların amacı ve kararı haline geliyor. Bu aşamada gençleri ölüme göndermek çok kolaylaşıyor.
Türkiye'de kimsenin pek ilgilendiği yok ama Avrupa'da Selefi gençler üzerine çalışan bilim adamları/kadınları, bu gençleri topluma yeniden kazanarak tehlikeyi önlemeye çalışıyorlar. Christine Huth-Hildebrandt, Almanya'da Neonazi gençlerin kazanılması için denenmiş yöntemlerin bu gençlere aynen uygulanmasının pek de istenen sonuçları vermediği fikrinde. Huth-Hildebrandt, esas dikkatin, bu çevrelere henüz düşmemiş gençlik üzerine yöneltilmesi gerektiğini düşünüyor. Bu gençlerle konuşmak, onların gerçek sorunlarını dinlemek, onları anlamaya çalışmak ve mesleki açıdan önlerini açmak, kişisel gelişimlerine yardımcı olacak ortam yaratmak gerektiğine dikkat çekiyor.
Demokratik ülkelerde yaşadığı halde Selefiliğe sempati duyan genç erkekler ve kadınları büyüleyen bir başka şey de bizzat ölümün kendisi. Ölüm, her insanın ilgisini çeken bir durumdur ve gelecek perspektifi olmayan işsiz gençlerin, ölüme-kalıma kendi silahıyla karar verebileceği bir atmosferde yaşamayı hayal edenleri de çıkıyor işte ve bunu "yaşayabilecekleri" bir ortamı da IŞİD gibi örgütler ve uluslararası Cihadizm yaratıyor.
Gençlerin hayatlarına anlam ararken zebanilerin eline düşmemeleri için, onların yaşam tarzlarına anlayışla yaklaşmak ve onları aşağılamamak gerekiyor. Onları ölümden kurtarıp hayata kazanabilmek, hoşgörüyle mümkün. Onlara ölüm fantazilerinin yaşanabileceği "ortamlar"ı sunarak en büyük kötülüğü yapanları da mutlaka sert bir şekilde cezalandırmak gerekiyor.