Büyük bir 'Dünya Savaşı senaryosu'nu yeniden konuşmak ve Türkiye

Burada yıllardır bir 'Sistem Krizi'nden bahsediyoruz. 2007 yılında finans kriziyle başlayan aşamada, "finansal ekonomi" denen şeyin "reel ekonomi"den (ve gerçeklerden!) kopmasından bahsederken, bu kopuşun askeri alandaki yansımalarından bahsetmemiştik. Endüstrileşmiş kapitalizm nasıl krizdeyse, endüstrileşmiş savaş da krizde. Kriz nasıl bir sistem kriziyse ve dünyaya yayılma eğilimindeyse, bu atmosferde başlayacak savaş da öyle. Herşeyden önce şu önemli: Konjonktürel bir krizle karşı karşıya değiliz. Kriz doğrudan, sistemin yapısal sorunlarından doğuyor ve yayılıyor. Yıllardır ABD'nin global askeri stratejilerine ve büyük bir savaş tehlikesine dikkat çeken Kanadalı Profesör Michael Chossudovsky, 2005'den beri, "Üçüncü Dünya Savaşı" adını verdiği bu büyük savaşın operatif kısmına Türkiye'nin de dahil edildiğini söylüyor.

İran'a karşı (ve belki Suriye'ye de karşı) savaş söylentilerinin yeni olmadığını, ama İran'ın nükleer silah geliştirme kuşkularının artmasıyla birlikte savaş tehlikesinin di ciddiye bindiğini biliyoruz. Arap Baharı'nın oluşturduğu yeni atmosferin, (savaş planları konusunda) kötüye kullanıldığı da malum. Libya'ya yapılan askeri müdahalenin, Suriye ve İran'a yapılması muhtemel müdahaleler yanında "piknik" kalacağı da kesin. Ama sistem böyle bir savaşı kaldırabilir mi? Galiba bu soruyu, "savaşçı demokratlar" da gizli gizli soruyor. Sistem, büyük ölçekli bir savaşı nereye kadar kaldırabilir?
Chossudovsky'nin yıllardır aktardıklarına göre, onun "Üçüncü Dünya Savaşı" diye adlandırdığı büyük savaş, Irak'da yapıldığı gibi İran'da da "Uçuşa yasak bölgeler"in oluşturulması çabasıyla başlayabilir. (Bkz. Chossudovsky'nin GlobalRessearch.ca ve Z-net'deki yazıları) R2P diye adlandırılan bu ilk aşamanın hiç masum olmadığı belli. Ayrıca bugün çok daha fazlasının yapılmak istediğine dair somut işaretler var. Bunun arkasının geleceği, İran'ın da Irak olmadığı, Irak olayından -Rusya ve Çin dahil- herkesin birşeyler öğrendiği, en önemlisi de ABD'nin eski ABD olmadığı açık.
Hatırlayalım: Bankalar krizi şeklinde başlayan sistem krizini "aşmak" için devletlerin, bir çırpıda nasıl trilyonlarca Doları bankalara aktardıklarını gördük. Kriz aşılamadı. Şimdi kapitalizmin klasik "savaşla kriz çözümü" yöntemine başvurulmak isteniyor gibi -de, krizi aşmak imkansız. Savaş olursa, dünyanın yanmadan sağlam kalması da zor. İmkansız olan diğer "şey", ABD'nin dünyanın efendisi pozisyonunda kalması (ABD, efendisiz bir dünya tasavvur edebilmek zorunda). Savaş, tıpkı bankalara yapılan yardım gibi kısa süreliğine bazı önemli sorunları rölantiye alabilir -ama o kadar. Kötü olan şu: Savaşın ve etkilerinin sınırlandırılması mümkün olmaya bilir. Global krizin etkisi nasıl globalse, bu savaşın etkisi de global olacaktır. Chossudovsky savaş tehlikesine dikkat çekerken, çok somut bilgiler veriyor.
ABD dünyayı, askeri komuta mekanizmasında belli bölgelere ayırıyor ve bu bölgeleri, Amerikan Savunma bakanlığının bir birimi olan UCC (Unifed Combatant Command) kontrolüne bırakıyor. Eski NATO Genelsekreteri Wesley Clark'ın yazdığı üç kitaptan ("Winning Modern Wars" 2002, 2003, 2004) anladığımız kadarıyla, mesela Irak Savaşı, büyük bir askeri planın parçası. (Aktaran: Chossudovsky)
Konu bundan ibaret değil. Chossudovsky'nin iddiası çok daha vahim. Yazar, bu kapsamlı savaş ajandasının adının "Dünya çapında savaş" olduğunu ve PNAC adıyla özetlendiğini söylüyor. Anlaşıldığı kadarıyla plan, çeşitli bölgelerde başlatılan savaşların giderek birleştirilmesini öngören bir mantıkla işliyor. PNAC'ın hedefleri, Amerikan ordusunun dünyayı coğrafi alanlara ayırdığı bölgelerde bir tür polis kuvveti gibi işleyerek hegemonyasını kurmak/güçlendirmek ve bunun için planlı savaşlar çıkarmak.
"Dünya polisi ABD" sözü boşuna değil. Esasen Neocon'ların (ABD'deki yeni muhafazakarların) yumurtladığı ve uyguladığı bu plan, Başkan Barack Obama ile birlikte terkedilmiş gibiydi. Ama hiç de öyle olmadığı konusunda oldukça güçlü işaretler mevcut.
Chossudovsky'nin sözünü ettiği ve Türkleri de ilgilendirebilecek bilgilerden biri, ABD ve müttefiklerinin Orta Asya ve Ortadoğu'da, koordineli gizli servis operasyonları yaptıkları. Konu Türkleri ilgilendiriyor, çünkü yazar "Müttefik" derken, ABD-İsrail-Türkiye'den bahsediyor. Bu gizli istihbaratçı operasyonlarının esasen İran, Suriye, Pakistan'a karşı yürütüldüğünü, Orta Asya'da aktif olduğunu ve bu coğrafyalardaki savaşlarla Afganistan ve Filistin (Gazze?) savaşlarının birleştirilecağinden sözediyor. Bu bağlamda Chossudovsky'nin iddiası vahim: "Savaşa israil, Lübnan ve Türkiye de dahil edilecek." Chossudovsky, "Askeri koalisyon ortakları" diye tanımladığı ABD-Türkiye-İsrail'in, 2005'den beri kademeli olarak bu büyük plan bazında ilşkili oldukları, hazırlık yapıldığı ve İran'a karşı olası saldırıya da esasen Pentagon'un komuta ettiğini anlatıyor.
Şimdi bizi burada ilgilendiren en önemli konuların başında elbette savaşı önlemek geliyor. Ama en az onun kadar önemli olan, "sınırlı" bir savaş da olsa, atom silahlarının kullanılmasını önlemektir. Pentagon'da top, "Kitle imha silahlarıyla mücadele" biriminde -yani USSTRATCOM'da. (United States Strategic Command). Chossudovsky, bu kurumda yeni bir birim oluşturulduğundan bahsediyor. Yazarın bahsettiği birim "JFCCSGS, (Joint Functional Component Command Space and Global Strike) İran'a olabilecek atom saldırısı planlarını, 2002'de Amerikan Senatörleri tarafından kabul edilen NPR'a (Nuclear Posture Revıew'a) entegre etmek. Ve saldırıyı yönetmek." Kısacası, atom silahlarıyla yapılacak bir saldırıya komuta edecek birim: JFCCSGS. Burada sözü edilen nükleer doktrinin özelliği, saldırı olasılığı kapsamına sadece "Haydut devletler"i almayıp, Çin ve Rusya'yı da dahil etmesi. Chossudovsky'ye göre bu planın adı "CONPLAN 8022" ve sadece roketlerin değil, hava ve deniz kuvvetlerinin eşzamanlı hareketini öngörüyor. Washington dışındaki komuta merkezlerinin de Tel Aviv, Ankara ve Brüksel olduğunu yazınca, resim daha da netleşiyor.
Bu bilgilerin yanlış, sadece spekülasyon ürünü olması ihtimaline bile bakmadan, şimdi bir 'Barış Hareketi'nin şart olduğunu yüksek sesle ifade etmek gerekiyor. Ondan daha önemlisi: 'Savaşa karşı çıkmak.' Bunlar, tayin edici önemde.
Bu savaşın herhangi bir ülkeye zafer falan değil, bütün dünyaya felaket getireceğini, herkese iyi anlatmak gerekiyor. Savaş, ancak ülke saldırıya uğradığı zaman -savunma amaçlı- düşünülebilir, onun dışında düşünülemez...
Biğer yandan, Aralık 2012 sonrası Değişim/dönüşümü açısından bu savaş, "Güzellikle yapılmayanın zorla yapılması" gibi bir anlam ifade ediyor. Arap Baharı'nda demokrasi isteyenlerin, ABD'deki antikapitalist mücadelenin, sistemin değiştirilmesi için çok boyutlu baskı uygulayanların, savaşı önlemek konusunda ve sistemi değiştirmek konusunda başarılı olması gerek. Bu baskı, hükümetleri adım atmaya zorlamalı ve en azında savaşı önlemeli. Değişim isteyerek/bilerek ve konuşarak gelmeli. Türkiye'deki savaş karşıtları da bu açıdan çok önemli bir mücadele veriyorlar. Savaş olmamalı -ama gerekli değişim/dönüşüm için de en azından somut irade beyan edilmeli/gösterilmeli. Sürekli artan endüstriyel hava kirliliği sonucu 2017'de kritik eşiğin aşılacağı ve İklimlerin tamamen bozulacağı, hatta belki çökebileceği, doğal felaketlerin katlanarak artabileceği unutulmamalı. Bunu önlemek haala mümkün. Türkiye, kendisiyle birlikte Dünyanın da kutsanacağı muhteşem bir geleceğe hazırlanmalı, -savaşa falan değil.