Türkiye'nin karışıklıklar devri 2012 ve 'Farklılıkları yaşamayı öğrenmek'

Türkiye, zayıflık olarak kabul edilen bir özelliğini güce çevirmeye hazırlanıyor. Bunu başardığı takdirde, sadece kendi iç barışını kurmakla ve ülkenin dinamiklerini serbest bırakmakla kalmayacak, geleceğin dünyasına örnek olabileceği önemli yanlarından belki de ilkini olgunlaştırmak için yeni bir süreci başlatacak. Bu süreci ben kısaca, 'Farklılıkları yaşamak' diye adlandırıyorum (farklılıklara sadece mecburen tahammül etmeyi çağrıştıran "farklılıklarla yaşamak" demiyorum).
Türkiye, neoliberal kapitalist çağın bozulma dönemine has bir postdemokratik totalitarizmin etkisinde. Bu dünyaya kazık çakabileceğini sanan bu geçkapitalist 'yeni muhafazakar' zihniyetin karikatür modelini Macaristan'da görüyoruz, -Türkiye'deki ilk modelini Menderes devrinde görmüştük. Bu sistem kısaca, oy çoğunluğuna dayanarak her istediğini yapaabileceğine inanan, global finans kapitalle tekparti devletinin bütünleşmesine dayanan bir tür postdemokrat "imdat kapitalizmi"dir. Sistemin global krizi aşamasında -denize düşen sisteme sarılan- yerel menfaat kapitalizmidir. Sadece ülkenin bir tek kesimi tarafından kontrol edilen neoliberal sistemin hayatta kalmak için her türlü hinliği ve vahşeti yapabileceği son haline böyle bir ad takabiliriz. 2012'nin ikinci yarısından itibaren, bunun siyasi ifadesinin nasıl çirkefleşebileceği daha "iyi" görülülüp anlaşılabilir.

Kapitalist sistemin, ülkelerin halklarını kendi içinde kültürel homojenleşmeye zorladığı, Anadolu'nun da bu zorlamanın işlediği en büyük cinayetlerin meydanı olduğunu çok yazdık. Önce Ermeniler, sonra Rumlar ve arada Süryaniler, Yezidiler gibi küçük halklar, bu homojenleşmenin kurbanı oldular. Fakat sadece onlar değil. Kültürel homojenleşme sadece etnik alanda olmadı, dini alanda da oldu. Türkiye'nin kapitalistleşme çağının başından itibaren (18'inci yüzyıl) hızla Sünnileştiği ve bu homojenleşmeden de en çok Alevilerin zarar gördüğü biliniyor. 1978'de Maraş katliamı, bu zoraki homojenleşmenin simgesi oldu. Türkiye'nin neoliberal döneminde (1980'lerden itibaren) başlayan son modernleşme devrine has son kültürel homojenleşme dayatması, "Müslüman muhafazakarlaşma" adıyla siyasi bir ifade kazandı ve buradan bugün, sadece bir kesimin kontrol ettiği İslamcılığa yakın Sünni Müslüman muhafazakar bir devlet ve bir tür 'Sünni Baas rejimi' çıktı. Şimdi de de neoliberal etnik/dini kimlikçiliğin kurbanı olan Türkiye -birbirinden önemli ölçüde ayrışmış- çok kimlikli bir yer haline gelmiş durumda ve bu kimliklerin birbiriyle hesaplaşması, kendi aralarında ittifakları ve süreç içinde başka birşeye/birşeylere dönüşmesi, 2012'nin ikinci yarısında başlayıp 2013'ün ortasında sona erecek bir zaman kalitesiyle belirlenecek gibi görünüyor. Esas olan sosyoekonomik gelir dağılımı uçurumu olduğundan, diğer siyasi ifadelerin, bu çalkantılı dönemin ardından etkisini yitirebileceğini söyleyebiliriz.

Tarihi belirleyici ikinci zaman kalitesi...
Türkiye'nin Değişim/dönüşüm devri 2008'de başladı ve esasen önce bir yıkım ve tasviye devri oldu. Liberal döneme özgü Makro milliyetçi Kemalist devlet ideolojisi ve iktidar yapılanması çöktü. Liberal dönemden neoliberal döneme geçiş aşamasında, 1980'lerin sonundan itibaren "Kemalizmin eleştirilmesi" siyasi üstbaşlığı altında başladı. Bu eleştirinin sosyoekonomik altyapısı, önderliğini "Müslüman kimlikçi" kesimlerin ve "Kürt mikro milliyetçisi" kesimlerin yaptığı 'Sonradan modernleşme' hareketinden geldi. "Müslümancı" ve "Kürtçü" modernleşmesinin son aşamasında, 2008 kriziyle birlikte eski yapının tasfiyesine dönüştü. Şimdi, Van depreminden itibaren ikinci aşama başlamış görünüyor. Bu aşama, aynı tasfiyenin ikinci aşamasıdır ve Menderes-Erdoğan tarafından temsil edilen, 60 yıllık donuk liberal/neoliberal "Müslüman muhafazakar" muktedirler sistematiğinin çözülmesidir. Bu kesim, Türkiye kapitalistleşmesinin (ve tabii sosyokültürel kapitalist homojenleşmenin) son halini temsil etmektedir ve kurduğu "Baas rejimi"ni "Yeni Türkiye" diye tanıtmaktadır. Bir sonrakı döneme geçiş dönemi teşkil eden "Yeni Türkiye", 2012 ortasında başlayıp 2013 ortasında sona erecek dönemde, "Asıl yeni Türkiye"ye doğru evrilmek/devrilmek zorunda kalabilir. "Eski Türkiye"nin yani 60 yıllık Sağ muhafazakar Türkiye'nin gerekirse savaşla değişeceği, değişmek zorunda kalacağı ama eskiyi muhafaza etmek için de şimdi şaşırılan kanunsuzluklara çok daha yenilerini ekleyebileceği, iyice fütursuzlaşabileceği ve kanunsuzluk konusunda çocukları bile şaşırtabileceği bir dönem yaşanabilir. Muktedirlerin baskılarına karşı tepkinin de yeni formatlar keşfedebileceği ve tepkinin de etkiyle orantılı olacağı yeni dönemde "Sünni Baas Rejimi", sadece halkın bir yarısından tamamen kopmakla  kalmayıp dünyadan da kopacak gibi görünüyor. Bu çok tehlikeli dönemde, Türkiye'de kan dökülmemesi, iç savaş çıkmaması, Türkiye'nin bölünmemesi ve işgal edilmemesi için tek çözüm, sahici anlamda demokratikleşmedir, basın özgürlüğünün tam anlamıyla sağlanmasıdır ve AKP'nin "Sünnü Baas Rejimi"nin sona ermesidir. Bugün hapislerde "terörist" diye tutulan yüzlerce gazeteci, subay, siyasi muhalif, Milletvekili hızla/hakaniyetle yargılanmazsa, Türkiye çok kanlı olaylara sahne olabilir. Değişim/dönüşümü destekleyen zaman kalitesi, liberal ''Makro Milliyetçi Kemalizm'in aşılmasını nasıl dayattıysa, şimdi de neoliberal 'Müslüman Kimlikçi Muhafazakarlık'ın aşılmasını dayatmaktadır. Kemalizm 1990'lı yılların sonunda ne durumdaydıysa, "Milli Görüşçü Müslümanlık" şimdi o durumdadır. Ve Türkiye'nin önünde engeldir.
Bu dönemi ben, "Psikolojik infilak devri" diye adlandırmak isterim, çünkü özellikle gazetecilerin havlu atabileceği ve resignasyon içinde çiftçiliğe falan dönmek isteyecekleri fevkalade "heyecanlı" (sinir küpü olunabilecek) bir devir sözkonusu olabilir. Bu dönemde iki şey birbiriyle kafa kafaya çarpışıyor: Özgürlük ve keyfi iktidar gücü...
Bu dönemin ürkütücü yanı, kendini "aynen muhafaza etmek" adına "Yeni muhafazakar statüko"nun (savaş dahil) çok riskli birçok girişimlerde bulunması ihtimalidir. (Ürkütücüdür, çünkü tüm bu girişimlerde sonunda kaybeden taraf olacaktır.) Şimdi Türkler, sırf mevcut statükonun korunması adına ülkelerinin nasıl cayır cayır yakılabildiğini görecek ve bu sürecin sonunda buna deymediğini anlayıp, muhafaza edilmek istenen "şey"i Anadoludan ebediyyen silebilecektir. (Ama bu, üçüncü zaman kalitesiyle ilgili bir durum gibi görünüyor.) Geçişin barışçıl bir atmosferde gerçekleşebilmesi için Türkiye'nin bir çeşitlilikler bütünü olarak sahici bir demokratik hukuk/adalet devleti olması (Ama Sünni Baas Rejimi olMAması) gerekiyor. Bu istikamette atılan her bilinçli adım, geçişin kansız yaşanması anlamına gelecektir. Şu anda yapılabilecek en büyük hata, bu değişimin yeni yeni görünmeye başlayan ateşini (tartışmaları, aktif gösterileri/yürüyüşleri protestoları, ve yeni eylem biçimlerini) yasaklamak ve şiddetle cezalandırmaktır. (Hatadır, çünkü yasaklayarak/hapsederek önlemek kesinlikle mümkün değildir -bu kez isyan bizzat devletin/hükümetin içinden gelebilir).

Tarihi belirleyici üçüncü zaman kalitesi...
Türkiye'nin çözmeyip ertelediği (muhafaza ettiği "eski zamanları"na göre tarif ettiği) bütün "sorunlar"ının gökten boşanırcasına üstüne yağacağı ve sorunların eski usul (kimlikçi yaklaşımlarla) çözülemeyeceğinin anlaşılcağı bir dönem yaşanırken, muhafazakarların gelişmelere/yeniye karşı direnci çok güçlü olursa, Türkler yıkılmış bir ülkenin üzerinde herşeyi yeniden kurmak zorunda kalabilirler. Ama bu ülkenin değişim kapasitesinin ve engin pragmatizminin işleyerek son sözü söyleyeceğini beklemek hakkımız. Ülkenin bir sinir harbi sonunda fazla kan dökülmeden değişeceğini umuyorum. Değişimin ülkeye dayattıklarını yaparak ve en önemlisi uzlaşarak ilerlemek, son tahlilde Türkiye'ye çok önemli stratejik bir güç kazandırabilir. Bu güce kısaca 'Farklılıkları yaşamak gücü' de diyebiliriz.
Psikolojik sarsıntıların büyüklüğünün ardında spiritüel bir boyutun olduğu unutulmamak koşuluyla, sürecin ardından özgün bir bilinçlenmenin başlayabileceğini de hatırlatmak gerekiyor. Türkiye'de farklı kültürlerin tüm renkleriyle birarada yaşamaya başlayacakları, birbiri arasında geçişlerin ve karma kültürlerin oluşacağı, karşılıklı saygının ve birliğin esas olacağı yeni bir kültürel yükseliş dönemi başlıyor. Bu dönemin özelliği, insanları (parayı/gücü de kullanarak) kısıtlayıp sınırlayan (tekadama tapan) zoraki biatkar cemaat/parti yapılanmalarının tasfiyesi de olabilir. Sadece "partiler kanunları"nın değil, onlara can veren rejimin değişeceği, hatta siyasi partilerin bugünkü anlamda ortadan kalkabileceği yepyeni bir dönem gelebilir. Şimdi asıl mesela, değişimin barış içinde gerçekleşmesi için çalışmaktır. Değişim/dönüşümü engellemek isteyenlere, herşeyin aynen devamını isteyenlere, bu isteklerinden güzellikle vaz geçmelerini öneririm!