Hayata ve Dünyaya bakış, 1990'lı yıllarda dünyaya hakim olan Postmadernizm ile birlikte Türkiye'de de yeniden şekillendi. Dünyayı sadece maddesel temel üzerinden açıklayan Ortodoks Sol'un "Diyalektik Materyalizm"inin yetersizliği ve onun Josef Stalin tarafından Sovyet ideolojisi haline getirilmiş "Diyalektik tarihi materyalizm" halinin çöküşü, Postmodernizme hak etmediği yeni bir hareket alanı açtı. Kapitalist sistemin ilk ciddi krizinin ifadesi olan sosyalist (kooperatist kapitalist) blokun sonu, Diyalektik Materyalizmin kaba rasyonalizmini benimsemiş eski bilim anlayışını da sarsıp değiştirdi. Günlük hayatın merkezini oluşturmaya devam eden ve kapitalizmin temel yapıtaşı olan "Ücretli İş"in, sosyalizm tarafından da -en az kapitalizm tarafından olduğu kadar- kutsanması, terkedilmeye başlanmıştı. Eski sosyalist ülkelerden başlayarak, herkese iş verilmesinin imkansız hale geldiği süreçle el ele yürüyen bu gelişme, eski Sol felsefenin terkedilmesini de beraberinde getirdi.
İnsan, diyalektik materyalist kökten rasyonalist bilimin eskiden dayattığı gibi bir "Atomlar ve moleküller bütünü" değildir. Çünkü insanın Diyalektik Materyalist kuru rasyonalist tarif, hiçkimsenin inkar edemeyeceği hayallerimizi, beklentilerimizi, sevgilerimizi, ıslıkla çaldığımız şarkılarımızı, kısacası bizi asıl biz yapan özelliklerimizi içeremiyor. İnsan, sadece biyo-kimyasal, mekanik ve diğer bilmemnetik özelliklerine indirgenemeyecek ölçüde bir "mana" canlısıdır, yani manevi bir yaratıktır ve bir araya geldiğinde moleküllerinden bahsetmeyip, çocuklarından, sevinçlerinden, öfkelerinden, inançlarından falan bahseder ve insanı insan yapan bu asıl özelliklerinin hiç biri maddi değildir. Arıların bile bir bilincinin olduğunun, hatta rüya gördüklerinin kanıtlandığı bir dünyada, eski usul Diyalektik Materyalizmin yaşamaya devam etmesi mümkün değildi. Kapitalist sistemin anlaşılması, çözümlenmesi ve aşılması yolunda bize en önemli teorik temeli sunan Karl Marx ve yakın dostu Friedrich Engels'in kurduğu Diyalektik Materyalizmin yetersizliği de, onların açtığı yolda ilerlenmesine engel teşkil etmiyor.
Reel Sosyalizmin 1980'lerin sonunda iflas edip, "yeni düzen" arayışındaki modern ideolojilerin çöküşünden sonra, Postmodernizmle tanışmıştık. Hitler ve Musolini tipi totalitarizmlerin çöküşü İkinci Dünya Savaşı ertesinde Dünya'nın kabul ettiği başlıca gerçeklerin başında geliyordu. Postmodernizm, Reel Sosyalizmin de çöküşünün ardından, ideolojilerin birer halisünasyon olduğunu iddia ederek ortaya çıktı. 18'inci yüzyıldan beri, "bir dava için mücadele etmek" diye özetleyebileceğimiz modern yaklaşımı reddediyordu ve bizi, boş hayallerimizin esiri olmaktan kurtarmayı vaad ediyordu. Ama bunu, yeni hayaller sunarak yapmaya kalktı. Postmodernizme göre insanlar eskiden de (hatta "kalübeladan beri") büyük bir kollektif serap yaşıyorlardı ve artık bu hayallerden uyanmalıydılar. Türkiye'de ideolojiler serapından uyanan Solcular ya hedonist (yeni Sağcı) "Liberal" oldular, ya da "daha iyisi yok" denen kapitalizmin yeni kot pantolonlu patronları olmaya soyundular. Bu dönemde kapitalizmin adı "Demokrasi" olarak değiştiren eski Sol entelektüeller, daha iyisini "göremedikleri" bu sisteme eleştiriler yöneltmeyi bıraktılar.