Geçenlerde Twitter'da çok kısa konu edildi, benim de katıldığım bir konu: Türk edebiyatı, Dünya'da göz dolduracak iyi işler çıkaramıyor. Konuyu önce yayınevlerine fatura etmek bence de hiç yanlış olmayacak bir tutum, çünkü yayınevlerine gelen sayısız kitap arasından seçim yapanlar ve piyasada belli kitapların olmasında önemli ölçüde söz sahibi olanlar yayınevleri, ama bu kadar mı? Elbette Hayır! Edebiyatın piyasaya çıkmasında ve trend oluşturmasında yayınevlerinin rolü, çok da büyük değil bence. İyi edebiyat, bir şekilde görünür hale gelir. Türkiye'de asıl sorun, hâlâ dünyaya kapalı bir yer olmasından ve taşralılıktan bir türlü kurtulamamasından kaynaklanıyor. Tabii Gezi-Hareketinin sadece Türk tarihini değil, Türk edebiyatını da etkileyeceğinden emin olabiliriz, ama "Gezi Parkında çadır hayatı ne güzeldi" nostaljisini tekrar tekrar yazıp İslamcıları yerin dibine batırarak değil sadece. Gezi, "kefini yırtmak", yani her türlü özdenetimi/otosansürü bir kenera atarak tamamen özgür yeni bir edebiyat kurmak için bir ilham kaynağı ve öyle kalacak. Bu açıdan bakıldığında Türk edebiyatında yeni kıpırtılar oldukça cılız ve dünya trendiyle uyumlu değil.
Dünyada 1990'lı yıllarda sinyaller verip artık iyice belirginleşen yeni bir edebiyat var ve bu edebiyat, daha önceki akımlar gibi bir Anglosakson veya Avrupa akımı değil, tamamen onların dışından gelen yeni bir şey -ve bu nedenle Türk yazarların da ilgi alanına giriyor, tabii her Türk yazarının değil.
Dünyadaki hakim akımı temsil eden yeni edebiyat, 1960'lı yıllardan sonra bağımsızlığına kavuşan Avrupa kolonilerinde ve globalleşmenin çok kültürlülüğünden doğan "Hibrid bir edebiyat" (Deyim, Siegrid Löffler'e ait). Bu edebiyatın yazarları, çift kültürlü kişiler ve bu hallerini marjinal olmak anlamında kullanmıyorlar, bu çiftkültürlülükten yeni bir yaratıcı güç devşiriyorlar. Yukarıda resmini gördüğünüz Nijeryalı/Amerikalı Teju Cole böyle bir yazar. Kanadalı/Hollandalı/Tamil Michael Ondaatje de çok kültürlü ve bu kültürler arasında gezinen bir yazar. Örnekler çok, ama Türkiye'de pek tanınmayan iyi yazarlardan (Nobel ödülü alma ihtimali bulunan) Kenya'lı Ngugi wa Thiong'o'yu, Nijeryalı Chimamanda NgoziAdichie'yi hemen sayalım. Yeni akım içinde sayabileceğimiz Türk yazar yok, çünkü Türk yazarlar Dünya'nın yeni sorunlarıyla ilgilenmiyorlar veya bunları sadece kuru siyasi boyutta konuşuyorlar, Türkiye'ye yansımalarını da eserlerine yansıtmıyorlar. Nedir bu konular? Yeni Dünya Edebiyatının temel konularını göçler (kırdan şehire, ülkeden ülkeye), gidilen yerlerdeki entegrasyon sorunları ve buradan doğan kimlik krizleri oluşturuyor. Eski Britanya/vd. kolonilerindeki kültür krizleri ve globalleşmeyle ilgili yerel sorunlar, bu renkli, canlı bir dil kullanan orijinal edebiyatın konuları arasında yer alıyor.
Türkiye'de son on yılda, inanılmaz yaratıcı bir dil kullanan, renkli bir edebiyat ortaya çıktı, ama bu edebiyatın yeni yazarları, global sorunları yakalayamıyor, çokkültürlü eserler üretmiyor ve sınırlı sayıda konular arasında gezinmeyi yeğliyorlar (aşk, genç şehirliler vd.) ve kurguları oldukça zayıf kitaplar yazmayı sürdürüyorlar, bu da Dünya'da tanınmalarını ve birinci sınıf büyük yazarlar arasına katılmalarını engelliyor, -çünkü başka dillere çevrildiklerinde, o muhteşem Türkçeleri, kurgusal zayıflıklarını (Türkiye'deki gibi) örtemiyor.
Edebiyat, Türkiye'nin kültürel bazda yeniden kurulabilmesi için bilinen en önemli alan. Bu gerçek, başka ülkeler için de geçerli. Yeni kimlikler oluşturmak, ve Türkiye'nin İslamcılar tarafından iğfalini aşmak, ancak edebiyatı ciddiye almakla ve tamamen özgür düşünce bazında yeni işler çıkarmakla mükmün, yani sadece aşk romanıyla olmaz! Türk yazarları da, Yeni Dünya Edebiyatındaki yerini almalı.