Kapitalist toplumun temel özelliği, bir "iş" toplumu olmasıdır ve herşeyi yeni (faizli) kapitalist para birimine tahvil etmeye kalkması, dünyayı para birimleri üzerinden düşünmesidir. Kapitalist toplumda insanlar arası ilişkileri de esasen iş ilişkileri belirler. Çalışanlar, iş arkadaşlarının yüzünü, kendi eşlerinden ve çocuklarından daha çok görürler, hayatlarının büyük kısmını, işlerine bağlantılı olarak evlerinin dışında geçirirler.
"İş" odaklı günlük hayatta özgürlük nedir? Rousseau'ya göre bunun çok net bir tanımı var: "Özgürlük, insanın yapması gereken şeyleri yapmak zorunda kalmamasıdır (yapmak zorunda bırakılmamasıdır)", yani insan bir iş yapacaksa bu işin amacını ve türünü bizzat kendisi seçmelidir. Tabii bir de başka bir söz var! İlk Hristiyanlardan Aziz Paulus'un, "Çalışmayan, yemek de yiyemez/yemesin" sözü, muhafazakar kapitalistlerin en çok kullandığı sözlerdendir. İnsanları it gibi çalıştırmaya meraklı olanlara bu laf öyle yaramıştır ki, Josef Stalin bile bu lafı tepe tepe kullanmıştır. Hatta Marie Antoinette'e etfedilen, "Ekmek bulamazsa pasta yesinler" sözü bile Aziz Paulus'un bu sözüne dayanarak icad edilmiştir (-ki gerçekten söylendiği kanıtlanmamıştır). Biz bu sözü "Çalışmayana ekmek yok" şeklinde biliyoruz. Peki neden yok?! İşte buna vicdani/mantıklı bir cevap yok malesef (ve kapitalizmin "mantığı" da bu aşamada bizi ilgilendirmiyor).
Bu yazının konusu şudur: Her insan, nasıl "Anayasal hakkı olarak", yasa önünde eşitse, eşit şekilde eğitim hakkına sahipse, eşit şekilde bir temel maddi gelir hakkına da sahip olmalıdır. Yani her vatandaşa, anayasal hakkı olarak, belli bir temel gelir garanti edilmelidir. Bunun günümüz şartlarındaki en basit ifadesi: "Her yurttaş maaşa bağlanmalıdır."
Solcu veya "Müslüman", dost sohbetlerinde, "insanlar çalışmamalı" dediğimde, herkesin hayretle yüzüme baktığını hatırlıyorum. Çalışmak hem bir yaşama biçimi hem de bir statü sembolü sayıldığından, konuyu anlatmak ve anlamak pek kolay değil, bunun farkındayım. Ama Evet, daha kesin bir şekilde tekrar ifade edelim: Kapitalist çalışma biçimi, yani kapitalizmin özü olan "Ücretli iş", çok şık bir şekilde aşılabilir, çünkü herkesin çalıştığı bir toplumu -kapitalizmin sınırları dahilinde- işletmek artık mümkün değildir. Dünyada giderek yaygınlaşan "kalıcı işsizlik", bunun somut kanıtıdır. İnsanlara hayatlarını, haysiyetli bir şekilde sürdürebilecekleri bir ortam sunmak, devletlerin/politikacıların temel görevi olmak zorundadır, çünkü devletler/poşitikacılar halkın memurlarıdır ve maaşlarını (hatta rüşvetlerini!) halkın vergilerinden alırlar.
Peki ücretli iş bağımlılığı/zorunluluğu ve Paulus'un sözü neden yanlıştır? (ayrıca Paulus bu sözü, "kendi tarlasını işlemeyen aç kalır" manasında söylemektedir, yani çarpıtıldığı gibi değildir)
"Çalışmayana ekmek yok" sözünün bugünkü karşılığı, açlık, şiddet ve kriminalleşmektir. Bu dünyada herkesin (kapitalist üretici anlamda) çalışacağı kadar iş yoktur ve herkesin çalışmasına gerek de yoktur zaten. Kusur, çalışmayana yaşam hakkı tanımayan kapitalist sistemdedir. Ve değiştirmeye müsaitse, değiştirilmelidir. Unutulmaması gereken şu: Bir konu/fikir, kamuoyuna ne kadar benimsetilirse, mutlaka politikacıların da gündemine gelecektir. (Türkiye'de bunun iki büyük örneği var, birincisi, İslamcıların "Türk değil Müslüman" fikri, diğeri de "Türk değil, Kürt kimliği" fikridir.)
Kapitalizme özgü iş-üretim-kar döngüsünün olmadığı/işlemediği yerlerde, insanlar ya açlıktan/hastalıktan ölüyorlar, ya Somali'de olduğu gibi korsanlık yapıyorlar ya da IŞİD'e asker yazılıyorlar. Hayatın sadece iş'e bağlı üretim/tüketim ile döndüğü dünyada insanların hayatını "Haysiyetli bir şekilde" sürdürebilecekleri temel bir gelire ihtiyaçları var. Kapitalizm öncesi çağda para kullanmadan yaşanabiliyordu, mutlaka para kullanmak gerekmiyordu. Konu hakkında "Çalışmaya karşı manifesto"nun ("Manifest gegen die Arbeit") yazarlarından sevgili dostum Norbert Trenkle ne der bilmem ama, ben burada kısaca, konu hakkında bazı pratik önerilerden ve argümanlardan bahsedeceğim.
Kapitalizmin kapitalistlerden ibaret olmadığını, "emek" diye kutsanan "kapitalist iş"in ve "Emekçi"nin kutsal olmadığını, tam tersine kapitalizmi hergün ürettiğini defalarca yazdım. Günümüzün devrimci sınıfının işçiler değil, iyi eğitimli "Beyazyakalılar" olduğunu ("Bildungsbürgertum", yani eğitimi ve entelektüel/yaratıcı kapasitesi sayesinde toplum eliti olmuş kişiler olduğunu) Gezi'de de gördük. Üzerinde özellikle durduğum bir diğer konu da, kapitalist sistemin ancak bütün toplum kesimlerinin (ve ortak aklının) dayanışmasıyla aşabileceğiydi, çünkü artık herkes sistemin içinde ve sistemden nemalanıyor. Buna bağlı olarak, "Herkese maaş başlanmalı" temel fikrinin pratik yanını düşünüp kuramlaştıran kişi de bir kapitalist: "dm" alışveriş mağzaları zincirinin kurucusu Götz Werner.
"Herkese anayasal temel gelir" önerisine verilen en genel ilk tepki, "Herkese maaş bağlansa, kimse çalışmaz ki" şeklindedir. Öyle ya, hayatın bu şekilde sürebilmesi için kim çalışacak, pis işleri kim yapacak, çöpü kim toplayacak? Sorunun yanıtı çok basit: Temel gelirden daha fazlasına sahip olmak isteyenler çalışmak isteyeceklerdir. Kapitalist sistemi değiştirmek bir süreç meselesidir, birden olmayacaktır; ama en önemlisi, İnsanoğlunun, ruhen ve düşünsel olarak kendini aşmak ve geliştirmek dürtüsüne sahip tek canlı olduğudur. Çalışmak zorunda olmasa da, insanoğlu kendi doğasına göre davranacaktır. Tabii bunun için ille de kapitalist kar dürtüsüyle hareket etmesi gerekmiyor. İnsanları para ve iş baskısından kurtarmak, şimdi tahmin etmekte zorlandığımız muazzam bir yaratıcı dinamiği de harekete geçirecektir. Her insan elbette daha iyisini ister ve bunun için kendi isteğiyle kendi istediği gibi çalışacaktır, ama ne yapacağını kendisi belirlemek koşuluyla. Belli bir temel gelire sahip insanı, belli işleri yapmaya mecbur/mahkum etmek artık mümkün olmayacaktır. "Herkese anayasal temel gelir" fikrine karşı çıkanlar, aslında klasik sömürü (modern kölelik) ilişkilerini devam ettirmek isteyenler ve özgür insandan korkan vasatlardır. Paranın hükümdarlığının sona ermesi, para kuvvetiyle insanlara hükmeden vasatların da sonu olacaktır. Özgürlük kapısı bir kere açıldı mı, onu kapatmanın mümkün olmadığı da aşikardır. Bu öneri ve onun halkta karşılık bulmaya başlaması, politikacıları harekete geçirmek hedefi güden girişimlere sadece bir örnek. Bugün kapitalistler bile Solcular gibi Marx alıntılarıyla kapitalizmi tartışıyorsa, yarın da herkes, insanları para için çalıştırmanın ahlaksızlık demek olduğunu tartışacaktır.
Peki, şu kadar milyon insana verilecek para nereden bulunacak? Öyle ya, nereden bakılsa bu para, her ay bilmemkaç milyar Dolar eder?! Bu paralar önce, 2008 krizinde ille de kurtarılan bankalara bulunan bilmemkaçyüz milyar Dolar para nereden bulunmuşsa oradan bulunacaktır, yani bilgisayar ekranından! Ve unutmayalım ki, kuru para dağıtılması da söz konusu olmayacaktır. Dağıtılacak "Yeni Para", mal ve hizmetlere erişim hakkı anlamına gelecektir, biryerlere yığılıp faizi falan alınamayacaktır. (Götz Werner "Yeni Para" önerisine ne der bilmiyorum). Tabii bu durumda asıl mesele para değil, imsanlara asgari ölçüde mal ve hizmet sunulup sunulmamasıdır. Türkiye, halkın tamamına belli standartlarda mal ve Hizmet sunabilecek durumda mı? Bu soruya, Türkiye'nin ekonomik verilerine bakarak "Evet" diyebiliyoruz, yeter ki yolsuzluk olmasın ve vergiler en iyi/karlı/etkin biçimde kullanılabilsin, vergilerin nasıl kullanıldığı -tarafsız kurumlar tarafından- etkin bir şekilde denetlensin ve vergileri kötü kullanan politikacılar/memurlar kararlılıkla cezalandırılsın. Türkiye, elli yıl öncesiyle kıyaslanamayacak kadar zengin bir ülke, ama bu zenginlik, bir "Müslüman" Plutokrasi tarafından sadece yandaşlara, yandaş olanlara akıtılıyor. Böylece "Müslüman" Plutokrasi, halkın bir kısmını satın almış bulunuyor.
Neoliberal toplumlarda etnik/dini kimlikçi kesimlerin güç ve profil kazanması, sosyal devletin özelleştirmelerle tasfiye edilmesi sonucu oldu ve halk; Cemaat, "Yandaş ekonomisi" veya "PKK ekonomisi"ne mahkum kitlelere bölündü. Bu bölünmeyi ortadan kaldırmak lafla/söylemle mümkün değildir. Onun yerine tüm halkı, yeniden özgür iradeli vatandaşlar haline getirmektir, bu da, onların ekonomik haklarının/geleceklerinin garanti altına alınmasıyla olur. İnsanları, "Cemaat imkanları"na mahkum olmaktan "AKP'li olmazsan nemalanamazsın" kıskacından kurtarmak gerekiyor. Bu perspektife sahip bir Sol, geleceği de belirleyecektir.
Eskiden, Özgürlük yeni yeni tanımlanırken, "insanlar, üzerinde yaşayabilecekleri bir yere sahip olmalılar" denirdi. Bunun anlamı, insanların kendi yaşamlarını sürdürebilecekleri toprağa sahip olmalarıydı. Şimdi kapitalist sistemin tüm dünyada tek sistwm olduğu bir yerden konuşuyoruz ve ileriye doğru yolalırken ilk ilke, herkese temel gelir sağlayan bir sistem örgütlemek ve bunun için halkın tüm kesimleriyle birlikte hareket etmektir.
İnsanlara temel gelir sağlanması, özgür geleceğe doğru sağlam bir adım atılmasını sağlayabilir.