"Duden sözlüğüne göre 'Darbe', siyasi bir 'alaşağı ediş'tir." "Artık darbeler, sessizce ve usulca, parlamentoların önünde tank sesi duyulmadan, muhalifleri karanlık zindanlara atan ve işkence yapan askerler olmaksızın yapılıyor." (1)
Yeni kitabına "Sessiz Darbe" (Der stille Putsch) adını veren araştırmacı gazeteci Jürgen Roth, Türkiye'de bizim daha çok "Sivil Darbe" diye adlandırdığımız (ve bu adı Nuray Mert'e borçlu olduğumuz) fenomeni, kitabının girişinde bu sözlerle ifade ediyor. Aslında burada dikkat çekilen olay, günümüzde darbelerin silahla değil parayla ve devlet kurumları içeriden fethedilerek yapıldığıdır, sadece Türkiye'de olan/yaşanan birşey değildir ve tabii her darbe gibi sivil darbelerin de somut bir amacı vardır.
Türkiye'de fiilen bir tekparti rejimi kuran ve muhalefeti de bunu meşrulaştırmak için kullanan AKP iktidarını nasıl değerlendirmek gerektiği konusunu okura bırakmakla birlikte, klasik "Askeri Darbe öcüsü" klişesinin artık hükmünü yitirdiğini söyleyebiliriz. "Darbe" konusunu yeniden tarif edenlere yardımcı olmaya çalışmak, bu yazının amacıdır.
Darbe, varolan legitim/meşru bir iktidarın, legitim/meşru olmayan bir şekilde (yani mevcut yasalara aykırı olarak) -bir sistemiçi/devlet kurumu tarafından- alaşağı edilmesi demektir. Devrimle Darbeyi birbirinden ayıran, darbenin, devletle iktidar ilişkisi içinde olan kurumlarla yapılmasıdır, devrim gibi gönüllü halk katılımıyla/eylemleriyle değil.
Şimdi internete bakıyorum da, Nuray Mert'in "Sivil Darbe" sözüyle güya dalga geçmek üzere 2010'da öyle fasaryalar yazılmış ki, "Kemalistlerin, dünyada ciddiye alınmayan bir terimi" karalamalarından tutun da, "Balyoz Davası"nı Askeri Darbe girişimine örnek gösterenlere kadar, bugün hükmü kalmamış tonla laf edilmiş. Bugün asıl darbelerin "Sivil Darbeler" olduğunu, sadece Jürgen Roth gibi dünyaca ünlü gazeteciler söylemiyor, André Gorz gibi büyük düşünürler de gidişata işaret ediyordu (2) ve elbette Türkiye'deki gibi sadece siyasetin rengine/söylemine bakarak söylemiyorlar bunu, ekonomiye bakarak söylüyorlar. Nuray Mert'in susturulmasının ardından, "Sivil Darbe" konusunun savunulamamasının nedeni de -Türkiye'de her daim olduğu gibi- muktedirlere yöneltilen eleştirilerin şekilsel/siyasal olması ve ekonominin özünü asla içermemesidir. Türkiye'de "Laik-İslamcı çatışması" derken giyim-kuşam eleştirisi/savunusu üzerinden politika yaptığını sananların, askeri darbe korkusunu "tartışmaları" ve "Sivil Darbe" diyenleri "Kemalist" diyerek güya karalamaya kalkmalarının bir de etkili olabilmesini, konunun ekonomik boyutuna asla inmememize "borçluyuz".
"Sivil Darbe"ler şimdi "Askeri Darbe"lerin yerini almış bulunuyor, zira bir darbenin yaptığı herşeyi yapıyor, ama bunun için tank ve asker kullanmıyorlar.
Neoliberalizmin, kapitalizmin belli bir aşaması olduğunu, iktidarından darbesine kadar asıl meselenin bu "aşama" olduğunu, olayın "başörtüsü" gibi sembollerinin ancak tali önemde kimlik ifadesinden öte olmadığını, AKP ve türevlerine karşı alternatiflerin, ancak neoliberal pratiklere alternatiften çıkacağını, yoksa kalıcı/bilinçli bir zaferin zor geleceğini anlamak önemlidir.
Neoliberalizm, kapitalizmin talan edeceği alanların bitmesi sonucu devlet mallarının talana açılması diye özetlenebilecek bir ahir zaman kapitalizmidir. AKP'nin asıl özelliği (kendinden olanları diğerlerinden ayırmak için kullandığı) islami semboller değildir. Asıl özelliği, devletin kamulaştırma işlerini bile özel firmalara devretmesi (özelleştirmesi) ve finans endüstrisiyle, kendine yakın "iş dünyası"yla bütünleşmiş bir yapı, bir tür Plutokrasi görüntüsü arzetmesidir. AKP'yi, küçük bir neoliberal siyasi "elit" etrafında örgütlü "yandaş firmalar" (ve onların uluslarötesi bağlantıları) olmaksızın düşünmek mümkün değildir. İşin "Sivil Darbe" kısmı ise, AKP'nin -her şartta kendi taraftarlarına yonttuğu- "yararcı" neoliberal sistemi, hukuk ötesi bir yerden sürüdürmesi olarak görebiliriz. Ama durum sadece Türkiye'ye özgü değil ve AKP yanlısı Liberallerin biriki yıl öncesine kadar ker gün yazdıkları gibi "Kemalist kuruntu" dan ibaret de değil.
Sistemde para kazanılacak alanların daralması sonucu "Özelleştirmeler" diye birşey icad edildiğinden beri devletin çeşitli alanları özel sermayeye açılıyor. Artık eğitiminden sağlığına kadar her alan özelleştirilmiş durumda. İşte Jürgen Roth, tam da burada, uluslarötesi sermayenin tüketip bitirmeye başladığı "özelleştirme alanları"nı garanti altına almak için yeni bir trendle "Sivil Darbeci" bir anlayış geliştirdiklerini, bunlar için gizli denebilecek örgütler kurduklarını, bu örgütlerin işleyiş biçimi ve yöntemlerini, siyaseti nasıl kontrol ettiklerini, iktidarların giderek ekonominin emrine nasıl girdiğini, şimdiye kadar okuduğum en somut şekliyle ve Avrupa örneğinde anlatıyor. Jürgen Roth, tek tek isimler vererek, devletlerin/iktidarların ekonomi tarafından nasıl bire bir devralındıklarını, kişisel ilişkilerin nasıl yürüdüğünü falan da gösteriyor.
Yazar; IMF, AB ve Avrupa Merkez Bankası gibi kurumların, Politikacılarla içiçe geçmiş bir elit tarafından araçsallaştırıldığı görüşünde. Türkiye'de ise, iktidarın etrafında oluşan küçük bir patronlar kastı ile politikacıların yer yer "bir ve aynı" olduklarına dair söylentiler/iddialar yükseliyor ve bunların yalanlanmadığı da bir gerçek. Siyasi terminolojide "Plutokrasi" (veya "iktidar oligarşisi") diye adlandırabileceğimiz bu kesim de, Jürgen Roth'un anlattığı sivil darbeciler gibi tüm yasaları ve devlet kurumlarını, kendi çıkarları için araçsallaştırıyor. Türkiye'de bütün bunlar çok daha kabaca ve açıkça yapıldığından, daha bariz bir görüntü arzediyor.
Uluslarötesi firmaların, özelleştirmelerle satın aldıkları devlet firmalarını da tüketip kendilerine yeni yayılma/yatırım alanları aramaları, sistemin "doğası" gereği. Ama bunun için artık yasaları bile takmamaları ve politikacıları da doğrudan kendilerinin belirlemek istemesi, aslında kapitalist sistemin düştüğü acınası durumun göstergesi.
AKP'nin ne pahasına olursa olsun iktidarda kalmak dürtüsü, zaten "Sivil Darbe"nin nedenini de içinde taşıyor. Çünkü AKP sıradan bir parti değil, bir kartelin cisimleşmiş hali. Neoliberalizmin ilginç özelliklerinden birini -yani devlet erkini- kullanıp, tüm devlet ihalelerini ve halkın vergilerini kullanabiliyor ve bunu sadece iktidarda olmasına borçlu olduğunu biliyor. AKP'nin iktidardan düşmesi demek, Apple firmasına, "sen artık sadece Üçüncü Dünya ülkelerinde ceptelefonu satabilirsin" demek gibi birşey.
Burada gözden kaçırılan noktalardan biri de, "firma yönetimi mantığı." Pek ciddiye alınmasa bile, Özal döneminde "güzel ve de popüler bi'şey" sayılan, "Devleti/Hükümeti firma gibi yönetmek" mantığı, firma ruhuna da dikkat çekmeyi gerektiriyor. Firmalar, "yasaları hukuki boşlukları kullanarak delmek" konusunda devletlerden çok daha istekli/yetenekli/tecrübeliler. Neoliberalizmin son aşamasında Plutokrasinin kendisi ve etrafındakileri rant ile doyurması giderek zorlaşıyor, paylaşılacak pasta giderek küçülüyor ve pastaya artık hukuksuz bir şekilde el koyulması gerekiyor -Sivil Darbe'nin nedeni de bu.
Jürgen Roth, Avrupa'da bu işlerin nasıl büyük bir incelikle yapıldığını gösterirken, devletlerin (mesela Yunanistan'ın) borçlarla korkutulup tehdit edilerek nasıl belli kararları almaya zorlandıklarını isim isim, ilişki ilişki, büyük bir detay zenginliğiyle anlatıyor. Occupy Wall Street hareketinin ortaya çıkış nedenlerinden biri, ülkelerin borçlanmaları ve "Borç" fenomeniyle ilgilidir. Bu hareketin liderlerinden David Graeber'in 5000 yıllık insanlık tarihinde "Borç" denen olayın nasıl çıktığı ve kutsal kitaplara kadar nasıl girdiğini başarıyla anlattığını da hatırlatalım. Jürgen Roth, yeni kurumsal Sivil Darbelerde, "Borçlanma" konusunun nasıl maharetle kullanıldığını da anlatılıyor. Ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan'ın geçen hafta (2014 Temmuz'unun son haftasında), "Türkiye'nin 220 Milyar Dolara ihtiyacı var" sözü, Türkiye'nin böyle bir Sivil Darbe tehdidinin de eşiğinde durduğunu söylemiş oluyor. Malum, Erdoğan'ın "kontrol edilemez" boyutlara ulaşan islamcı idealizmi ve dünya sistemiyle uyumsuzluğu, istikrarı bozan siyasi kararları, dili, mevcut Plutokrasinin yerine -daha "hukukî ve seküler"- bir yenisini getirebilir.
Jürgen Roth'un, kitabında en önemli yan, "Sosyal Devlet"in dünyadaki (mesela Orta Avrupa'da) son kalıntılarının da tasfiye edilme tehlikesine dikkat çekmesi ve buna karşı Anayasa Mahkemelerinin bile aciz kalacaklarını söylemesi -çünkü onlar da siyasiler tarafından belirleniyorlar.
Olayın magazin olamayacak kadar ciddi boyutu ise, devletleri ele geçiren kartellerin kendi aralarında kurdukları "Yuvarlak Masalar". Jürgen Roth, "Komplocu musunuz?" soruları riskine girerek, Hükümetler üzerinde baskı kuran böyle yarıgizli kurumların hangi firma temsilcilerinden oluştuğu, onların lobi çalışmaları ve politikalarını (mesela "Herkese borç ver politikası"nı) anlatması. Kitap çok karamsar, ama ben bu karamsar yanına katılmıyorum. Çünkü aşırı karamsarlıklar, büyük değişim/dönüşümlerin de habercisidir ve bütün bunlar nihayetinde insanların kendi kendilerine kurdukları bir şeydir -ve unutmayalım: Para herşey demek değildir. Sistemin gücü, "Parasız yaşanmaz" dinine inananlar üzerinde etkili ve artık çok daha fazla insan, bu gerçeğin farkında. Giderek sadece Sivil Darbe kanunsuzluğu altında işleyebilen mevcut Plutokrat İktidarlara sahici alternatifler, artık sistemin dışına doğru uzanan bir perspektiften gelmek zorunda. Sosyal Devlet'i yeniden kurmak ve vergileri kullanırken kılı kırk yarmak, köpekbalıklarının vergileri yemesini engellemek, halkı kazanacak önemli bir potansiyele sahip. Ülkeyi yandaşlarına talana açan bir zihniyet, giderek daha küçük bir kesimi tatmin edip, doğal kaynakları hızla tükettiğinden, yandaşlarına sunduğu "zengin olma hayali"ni de tüketecektir. Devlet partisine yanaşmadan hiç bir şekilde nemalanamamak bilinci, aynı zamanda vasatlaşmanın da moturudur ve orta vadede ülkenin değerini düşürecektir -Türkiye'de düşürmüştür bile. Aslında sahici bir bilinç devrimi zorunlu hale gelmiş bulunuyor. Halka zengin olmak ve mülkiyet hayalinden ziyade, rahat hayat garantisi ve zenginliklerin ortak kullanılması bilincini vermek, kapitalizm ötesine doğru yolculukta en sağlam siyasi argümanlar olacaktır. Ekonomik kriz geliyor. Bu şartlarda "sosyal devlet" seçeneğini savunmak ve kararlılıkla uygulamak, sosyal devlet yokluğunda halka kendince güvence sunan cemaatlerin topladığından daha fazla destek toplar. Yani AKP'nin çok sağlam bir alternatifi var. Hatta sadece AKP'nin değil, onun temsil ettiği sistemin de çok sağlam bir alternatifi var.
Dipnotlar
1. Jürgen Roth, "Der stille Putsch" Münih 2014, s. 17
2. André Gorz, "Arbeit zwischen Misere und Utopie" Frankfurt 2000, s.76