Necmettin Erbakan ile marjinal bir hareket olarak siyaset sahnesine çıkan "Siyasallaşmış Teoloji", özellikle 1990'lı yıllarda sağlam bir yükseliş yaşadı. 2000'li yıllardaki iktidar döneminde, bu anlayışın fikirsel albenisi azalsa da, iktidar gücünü kullanarak bu durumunu gizlemeyi başardı. AKP İktidarı, ülkeyi ele geçirdiği ve devleti kendine göre yeniden tanzim ettiği de söylenebilecek teolojik politik anlayışın Türkiye'deki son ifadesi oldu. Türkiye'de yaşanan, bir tür "Siyasallaştırılmış Teologlar (İmam Hatipliler) devri"dir. Ama 2010'lu yılların, aynı zamanda siyasallaşmış teoloji (veya teolojik politika) anlayışının çöküş dönemi olduğu da görüldü. Siyasi teolojinin, "dinsiz" seküler politika ve politikacılardan daha temiz ve daha isabetli olduğu (çünkü Allah'la ilişkili, O'nun bir çeşit "ifadesi" olduğu vs.) efsanesi çöktü. AKP, ne sekülerlerden daha isabetli ne de daha temiz çıktı. Tam tersine... Bu yazıda "Teolojik Politika" diye de adlandıracağım sözkonusu siyaset ve düşünce tarzının seküler politikadan çok daha isabetsiz ve güvenilmez bir şey olduğunun anlaşılması bakımından AKP dönemi önemli bir rol oynamıştır. Artık bu siyasallaştırılmış teoloji devri sonrasına hazırlanmak, post-muhafazakar dönemin yeni Türkiye'sini konuşmak gerekiyor. Ama önce teolojik politikanın ne olduğunu anlamak gerek.
Teolojik politika, sadece İslam dinine özgü birşey değil. Ama 21'inci yüzyılda teolojik politikanın bir numaralı öznesi, kendini İslam dinine dayandıran İslamcılık türleriydi.
Türkiye'de son döneme "İslam'ın yükselişi" veya "İrtica'nın yükselişi" gibi (bakan kişiye göre değişen!) çeşitli adlar yakıştırıldı; ama konu sadece Türkiye ile sınırlı olmadığından, çok daha geniş bir perspektiften incelenmeyi hakediyor. Politikayı dini referanslara dayandıran anlayış, özellikle 1990'larda tüm dünyada yükselen değerdi -şimdi, etkisini yitirirken, cidden tartışılmak zorunda.
Türkiye, teolojik ve seküler referanslı politika türlerinin çatıştığı en önemli ülkelerden biridir.
Teolojinin politik alana dönüşüne, nedeni hakkında asla cidden kafa yorulmadan karşı çıkıldı Türkiye'de -ama teoloji bu alana hanidir dönmüştü. 60 yıllık "Muhafazakar Partiler" devri, teolojinin politikaya kademeli olarak dönüşünün ve bugünün altyapısının hazırlandığı, muhafazakar partilerin oy için istismar ettikleri bir alandı ve haala öyle. Teolojik politikanın bugün geldiği aşama, hızlı bir dejenerasyondur.
16'ıncı, ama esasen 17'inci yüzyılda Avrupa'da Hristihanlık dinine dayandırılan (teolojik) politika türünü eleştirerek ortaya çıkan seküler politika da, 21'inci yüzyıl arefesinde belli bir sistemsel bozulma yaşadı. Teolojik politikanın bu alana dönüşüne, seküler politikanın bu dejenerasyonu zemin hazırlamıştır. Ve konu, "Müslümanlar çalıp çıpmaz" meselesinden çok ötedir.
Teolojik politikanın eksikleri yanında fazlalarını da göz önünde bulundurmak, seküler ve teolojik politika türlerinin ikisinden birini tamamen reddedip diğerini göklere çıkarmamak gerektiğinin önemini de açıklar. Bu kategorilerin her birinin kendi içlerindeki nüans farklarının önemli olduğunu da söylemeliyim.
Seküler politika, aldığı kararları, Hristiyanlık (veya Müslümanlık) dinine dayandırmak gibi bir düşünceye sahip olmayan, halkın kendi kendini yönetip kendi kendine kararlar alması gerektiği, (Demokrasi) temel düşüncesinden yola çıkar. Seküler siyaset, insanı bu konuda ergen/yetişkin sayar ve tanrısal otorite adına politika yapılmasına karşı çıkar -ki bunun somut bir nedeni vardır.
Teolojik politika, tanrısal/Tanrı'nın otoritesi adına -Onun iradesine uygun olarak- politika yaptığı iddiasındadır, ve bu nedenle kararlarına bir gerekçe göstermek zorunda "değildir". Bu (genellikle) "şaşmaz bir kişilik"te ifadesini bulan teolojik mantık, "tanrısal kişilik, Allah'ın gölgesi vs." olmak iddiasındaki "Hükümdar"ın mantığıdır. -Yani demokrasinin ruhuna tamamen aykırıdır.
Seküler politika ise, belirsiz "Tanrısal irade" yerine, somut nerenler arar.
Din ile teolojik politikayı, birbirinden ayrı şeyler olarak değerlendirmek zorundayız. (-Hayatın her alanını tanzim etmeye kalkan, teolojik politikaya yatkın İslam dinini ve Museviliği, özellikle demokratik politikanın dışında tutmalıyız...)
Din, "insanlara olan bir durum" ile ilgili kültürel/yerel bir şeydir, mesela gelecek korkusu (sığınma/korunma ihtiyacı), bütünü değerlendirebilecek bilgiden ve bakış açısı geliştirmekten yoksunluk (bütüncül bakış açısı eksikliği) ve bir toplumun kollektif bilinçaltı gibi durumlar, dindarlığı ve dozunu belirlemekte etkindir.
Teolojik politika, din referanslı olmasına rağmen bir akıl meselesidir ve buna bir yere kadar "Seküler akıl" da diyebilirsiniz.
Ama siyasallaşmış teoloji (veya teolojik politika), din gibi bir "durum"dan ziyade, bir "etkinlik"tir. Bu etkinlik, kendini ve yaptığı işlerin doğruluğunu, tartışılamayan bir otoriteye, Tanrı'ya/tanrısallığa dayandırır. Burada teolojik politikayı güçlü kılan şey, yaptıklarına bir gerekçe bulmadan keyfi davranabildiği halde, buna gelecek eleştirileri, "Tanrı'nın kitabına uygun" diyerek savuşturabilmesidir -tabii insanlar bu politika tarzına "inanmayı" sürdürdükleri sürece.
Seküler politika tarzı, elbette gökten zembille inmemiştir ve belli bir Tanrı anlayışından doğmuştur -bu doğaldır da, çünkü eski çağlarda tüm dünyada siyasi mantık, bir şekilde din/inanç referanslıydı.
İnsan, kendisi tarafından yaratılmadığına emin olduğu bir dünyada yaşadığının bilincine vardıktan sonra, içinde yaşadığı dünyaya bir bütün olarak bakıp onu anlayabilmek için bir tür bütüncül bakış açısı geliştirdi ve bu, dinin sunduğu bütüncül bakıştı. En ilkel şaman pratiklerinden teist dinlere ve Budizm gibi tanrısız dinlere kadar inancın yetişkinler üzerindeki ilk önemli etkisi budur. Doğru veya yanlış, din, dünyaya basit bir bütüncül bakış açısı sunar. Seküler anlayış, İnsana maddi boyutta, dinlerin tamamından daha geniş ve detaylı bir bütüncüllük sunarak, dinlerin bu konudaki tekelini kırmış görünmektedir. Ama seküler maddeciliğin büyük eksikliklerinin olduğu, insanın duygusal/sezgisel/hayal alanını kapsamadığı ve seküler politikaya can veren maddeci sistemin krize girmesi, dinlerin basit izahlarını yeniden gündeme getirmiştir.
Seküler politika anlayışı da, belli bir Tanrı tasavvurundan doğmuştur. Eski Yunan dinlerinde Tanrılar, Olimpos dağına çekilip, insanların kendi kendilerini yönetmelerine izin vermişlerdir. Ama Tanrılar insanların işine pek karışmasalar da oradadırlar, insanları gözetlemektedirler. Yunanlı filozofların yaptığı iş, "Tanrıların sırlarını keşfedip, insanların yararına kullanmak" mantığını kurmaktır. Eski Yunan Mitolojisi, bu anlayışı destekleyen çok sayıda olay içerir. Yunanlı filozofların bir gözleri işlerinde, bir gözleri de Olimpos dağındaydı. Tanrıların rızasıyla insanların kendi kendilerini yönetmeleri anlayışı, laik siyaset anlayışının da kökeni sayılır. (Buna rağmen, "herşeyi harekete geçiren" bir "hareketsiz ilk neden" vardı ve bu Tanrı'ydı, herşeyi Tanrı'nın başlattığı kabul ediliyordu)
Teolojik Politika'nın avantajı, evrene -kuşkulara mahal vermeyecek ve basit bir şekilde- bütüncül bakabilen bir özelliğe sahip olmasıdır. Bu bütüncüllük, bilginin oldukça düşük dozajda kullanıldığı eski çağlarda, insanların evrendeki yerlerini bilmeleri ve kendilerine o evrende bir yer/yön tayin edebilmeleri gibi önemli bir huzur kaynağı içeriyordu. Teolojik Politika, Tanrı-İnsan-Dünya arasındaki ilişkileri düzenleme iddiasındaydı. Fakat bu basitleştirilmiş bütüncül dünya algılamasının -günümüzün son derece karmaşık dünyasında- önemli sorunları var. Dğnyayı açıklayamıyor. Dünya'yı açıklamak çok zor. Ve bunu bir avantaja dönüştürüp, bir "kolaylık" sunuyor: Eski teolojik izahlar ve onları kabaca günümüze adapte etme denemesi! Tanrısal kökenden geldiğine inanan teolojik Politika, bu nedenle "tek" gerçek tanır ve kendini tek doğru kabul eder, yanındaki herhangi başka bir politika ile ve hatta benzerleriyle uzlaşması mümkün değildir -ve bu haliyle demokrasiyle doku uyuşmazlığına sahiptir, demokratik anlamda bir toplumsal barış kuramaz.
İnsanlar, eski çağlara göre çok daha bilgili ve kendi kendini yönetmek pratiğine bağlıdırlar. Teolojik Politika'nın, "Tanrının gölgesi" ve "Şaşmaz Hükümdar"ları ve onlara biat etmek zorundaki elitinin "şaşmaz" olmadıklarının alenen görülmesi, sadece bir zaman meselesidir. Eski (Hristiyan tipi) teolojik politikanın çöküş nedeni de bu olmuştur. Teolojik politikanın din ile arasında kategorik bir fark bulunduğunu ve seküler politikanın da eski Tanrı tasavvurlarından doğduğunu anlarsak, seküler politikanın (ruhsuz) boşluklarını doldurmak için Tanrı/kutsal tasavvurlarına yeniden bir göz gezdirebiliriz.
Yunanlıların "Dünya'dan elini eteğini çekmiş Olimpos Tanrıları" fikrinin, demokrasi ve seküler düşüncenin ortaya çıkmasında önemli rol oynadıklarını söyledik. Buradan, yeni bir soru sorabiliriz:
Dünyaya/devrana kolay izahlar sunan eski Teolojik Politikanın bu güçlü yanını Seküler Politikaya adapte etmek, ve bu yolla Seküler Politikanın boşluklarını doldurulup Seküler-Teolojik politika çatışmasını sonlandırmak mümkün mü?
Belki bu çatışma asla tam bitmeyecektir, -bitmemesi de iyidir. Çünkü tartışma, diri kalmayı sağlar, ama teolojik politikanın insan doğasına karşı yıkıcı etkisini, bir tür dengeleme girişimiyle önlemek daha kolay olabilir.
Soruyu tersinden de sorabiliriz elbette:
Seküler Politikanın Teolojik Politikaya adapte edilmesi ve bu yolla Teolojik Politikanın boşluklarının doldurulup Teolojik-Seküler tartışmasını sonlandırmak mümkün mü?
Burada asıl mesele, (birbirinden nitel olarak farklı) bu iki politika türünden hangisinin öncelikli olduğudur. Yaşadığımız dünyada, onun karmaşıklığı ve oluşmuş ortak bilim-teknik dili ve ortak kavramlar adına öncelik Seküler Politikanındır. Ama seküler politikanın zayıf yanlarını teolojik politikaya has özelliklerle tamamlayarak, daha insani ve birleştirici yeni bir (nitel) politika türü/tarzı kurgulamak mümkün olabilir. İnsanlığın gelişmesi açısından, Teolojik yan, çok insanidir, çünkü insanlar hikayeleri severler, olağanüstülüklerden ve hayallerden hoşlanırlar. Burada sorunun aşılması yönündeki adımlardan biri de, Tanrı tasavvuru ile ilişkili.
Dünyadaki dinlere baktığımızda bugün üç temel Tanrı tasavvuru görüyoruz.
1. Dünyanın bir parçası olan, onunla birlikte varolan, dünyayı da içeren, ama ona karışmaz görünen Tanrı.
2. Dünyadan tamamen çekilip Göğe yerleşmiş, oradan bakan ve dünyada temsilcileri olan bir Tanrı. (Günümüzün Teolojik Politikası, daha çok bu fikre yakındır)
3. Herşeye girişmiş, heryerde ve herşeyde bulunan, insanları bilen ama onlara kendilerini yönetmeleri için özgürlük tanıyan, hatta insanların artık kendi kendilerini yönetmelerini isteyen Tanrı.
Günümüzün Teolojik Politikası, kendi teolojik konteksine/sembollerine uyduğu takdirde ahlakı ve temel insani değerleri bile takmayan (bu barbarlığı da, "Ama Tanrı'nın dini böyle diyor" lafıyla gerekçelendiren) bir yapıyı savunabildiği için, neden olduğu sosyo-psikolojik tahribatın sonuçlarını hesaplayamıyor, çünkü seküler bilimin, "ahlaklı olmanın yaşamsal önemi" konusundaki somut kanıtlarıyla ilgilenmiyor. Teolojik Politikanın yıkıcı yanı, hayatı değişmez dini dogmalardan ibaret sayması ve kutsal kitaplara dayandırdığı, kutsal kitapların türevi olan bir "Nakli Akıl" kullanmasıdır. Teolojik politika, "Nakli Akıl" basitliğinin ve kitlesel egoizminin kurbanı olarak, çok şey gibi, dinlerin de yıkılıp yenisinin kurulması olaylarını da asla anlamamaktadır.
Yukarıda saydığımız üç Tanrı tasavvurundan üçüncüsü, Seküler Anlayışın (teolojik özelliklerle) tamamlanması ve boşluklarının doldurulması açısından önemli bir örnek teşkil ediyor. Çünkü üçüncü tasavvur, bilime de adapte edilebilecek bir yana sahiptir ve bu yolla, seküler bir hayatın sürmekte olduğu dünyanın teolojik boşluklarını spiritüel anlamda doldurulabilmesini sağlayabilir, bunun için gerekli şartları sunabilir. Ama bütün bunlar, teolojik politika ile uzlaşılabileceği anlamına gelmez, çünkü teolojik politika kendisi ile eşit değerde herhangi bir başka politika türüne -gücü yettiği takdirde- asla hayat hakkı tanımaz. Tekrarlayalım: Teolojik politika, "tek ilahi/kutsal doğru"nun kendisi olduğu temel fikrine dayanır.
Seküler Politika, Türkiye'de "Hakimiyet Milletindir" anlayışının kristallenmiş ifadesidir.
Teolojik Politika ise, "Hakimiyet Allah'ındır" anlayışının Türkiye'deki versiyonudur.
Binbeşyüz yıllık Kur'an'ın binbeşyüz yıllık tarihi süreç gözönünde bulundurulmadan, aynen bugüne adapte edilmesi ve bunun "Allah'ın Hakimiyeti" sayılması fikri, aynı Zerdüştlüğün düşüşü gibi bir son yaşayabilir. Çünkü Tanrı'nın hakimiyeti bir tek kitaba da, bir tek dine de sığdırılamaz. Bu, Tanrı'yı küçültmek, aşağılamak anlamına gelir.
Teolojik Politika, Tanrı'dan ziyade O'nun adına ve prestijine ihtiyaç duyar. Tanrı somutsa, bunu yaşama yeniden adapte edebilmek, O'nu bilimle çelişmeyen şekilde hayat içinde yeniden tanımlamaktan geçer -ki teolojik politikanın asla yapamayacağı bir şeydir. Çünkü teolojik politika erbabı, Tanrı'yı da sadece ona özel bir yüce varlık sayar. Tanrı, sadece onun Tanrısı'dır, diğerlerinin değil. Teolojik politika, Dünyada neden farklı dinlerin/inançların olduğunu bile anlamaktan acizdir, zira kendisi dışındaki herkesin dinsiz olduğu fikrindedir. Teolojik Politika'nın etkisizleştirilmesi, onun Tanrı'nın adını ve prestijini kullanamaz hale getirilip etkisizleştirilmesi demektir ve bu da ancak, seküler alandaki spiritüel boşluğun bilinçli bir şekilde kapatılmasıyla mümkün olabilir.
Tabii bu iki politika türünün sentezlenmesinin, geleceğe doğru nasıl bir şekil alacağını en iyi Tanrı bilir!..