Türkiye AKP davası ve Ergenekon soruşturması ile kendi içine kapanadursun, dünya basınında giderek daha sık sözü edilen olası İran savaşı, sadece ABD ve/veya İsrail için değil, Batı demokrasileri için de çok önemli bir sınav olacaktır. Bu sınav, saldırıya karşı çıkmak veya ona taraftar olmakla sınırlı değildir.
Günümüzde sadece olumlu anlamda kullanılan (çağdaş kapitalizmin siyasi sistemi anlamında) 'demokrasi'nin 'başka ülkelere savaş açmak' ile eskiden beri sorunları olduğu malumdur. ABD'nin Afganistan ve Irak'a savaş ilan edip bu ülkeleri işgal edebilmesi için, önce El Kaide'nin 11 Eylül 2001'de saldırarak binlerce insanı öldürmesi gerekmiştir. Aynı şekilde ABD, İkinci Dünya Savaşına, ancak Japonların Pearl Harbor'a saldırısı ardından girebilmiştir. Kamuoyu desteği, seçimlerle gelip giden hükümetler için hâlâ çok önemlidir.
Demokrasinin saldırı savaşıyla sorunlarının baş nedeni, demokrasi gibi 'uygar' bir yönetim tarzına savaşın kondurulamamasıdır. Demokrasi, sadece saldırıya uğradığında kendini savunmak için savaşa cevaz verir ve başarılı da olur. Buna karşın kapitalist demokrasilerin saldırı savaşları her zaman sorunlu olmuştur ve olmaktadır. Savaşa ruhen karşı bir mantalite oluşturmuş olmak, demokrasinin kuşkusuz en önemli kazanımlarından biri olmakla birlikte -savaşsız (imtiyazlı) 'uygar' demokratik bölgelerin, çoğu zaman, dünyanın başka yerlerindeki savaşlar sayesinde barış ortamında yaşayabildiği gözden kaçırılmıştır. Kapitalist sistem, savaşmak zorundadır. Barış, petrol bağımlısı neoliberal kapitalizminin son tahlilde taşıyamayacağı bir erdemdir. Ama bunu halka anlatması zordur. Demokratik ülkelerin üketici modern bireyi, para/iş odaklı günlük yaşamında, kapitalizmin istikrarlı dönemlerinin savaşlara DA bağlı olduğunu anlamak istememektedir. ve saldırı savaşı yürüten hükümetini ilk seçimlerde cezalandırmaktadır. İspanya'da Zapatero'nun savaş karşıtlığı sayesinde iktidara gelip, ilk fırsatta Irak'daki İspanyol askerlerini geri çekmesi, bunun tipik örneğidir.
Savaşsız bir (kapitalist) demokrasinin giderek hayal olacağı bir döneme giriyor olmamız kuvvetle muhtemel. Motoru kâr olan, bunun için gerekli yoğun enerjinin yüzde seksenden fazlasını petrolden karşılayan çağdaş demokrasilerin büyük bir petrol sorunuyla karşı karşıya olduğu atmosferde savaşa başvurmaları ihtimali giderek yükselmektedir. Artık alenen konuşulduğu ve OPEC kurumlarının dahi kabul ettiği üzere, petrol üretimi, artan petrol tüketimini karşılayamaz hale gelmektedir. Buna kısaca global 'peak oil' diyoruz. Yani, 'homo democraticus'un işleyen bir demokratik sistemde yaşamaya devam edip, demokratik 'uygar'lığının bir göstergesi olarak savaş karşıtı kalabilmesi için biryerlerden petrol bulması gerekmektedir.
Demokrasileri 'gereğinde savaş'a ikna edebilmek için birkaç yıl öncesine kadar, mutlaka El Kaide gibi hayalet terör örgütleri gerekmekteydi. Fakat El Kaide de inandırıcılığını yitirmiş bulunuyor. Ayrıca araştırmacı Lawrence Wright'ın anlattığı üzere El Kaide'yi kuran üç kişiden biri olan örgütün teorisyeni Mısırlı Dr. Fadl'ın diğer kurucu önderler Bin Laden ve Zevahiri'yi ağır bir dille suçlayarak, bundan böyle şiddet kullanmayı ve her türlü saldırıyı istisnalar dışında kesinlikle reddettiği de artık sır değil. (Haziran ayı başında 24/08 numaralı 'Die Weltwoche' dergisi ile yaptığı mülakatından)
Demokratik toplumlar, kısa sürede sonuç alınmayan, çok askerin öldüğü ve ekonomik fedakarlıkta bulunmayı gerektirecek savaşları kesinlikle desteklememektedirler. Destek amaçlı 'yurtseverlik' girişimlerinin ve (olumlu anlamda) milliyetçiliğin artık işlemediği (post-heroik) modern demokrasilerde böyle girişimler hemen 'faşizan milliyetçilik' ilan edilip etkisizleştirilmektedir. Savaş durumunda zayıflık sayılabilecek böyle özelliklere sahip olmayan, kısacası demokrasisi daha kötü işleyen Türkiye gibi 'heroik' (kalmış!) ülkelerle ittifak, sistemin merkez demokrasileri için özellikle önemlidir.
Eskinin liberal demokratik, şimdinin -Colin Crouch'un deyimiyle- 'post-demokratik' ülkeleri, globalleşmenin başından itibaren yeni ve pahalı bir endüstriyel savaş türü geliştirmişlerdir. Buna göre, mümkün olan en az kayıpla en kısa sürede sona erdirilen, hava kuvvetlerine ve ileri teknolojiye dayalı yeni endüstriyel savaş stili ortaya çıkmıştır. Zengin demokratik ülke formatına göre kurgulanmış ve Yugoslavya'da şekillenmiş bu savaş türü, Afganistan/Irak'ta yenilmiştir. Demokratik ülkelerde yaşayan 'homo democraticus'un seçimle cezalandırma tehdidi altında yürütüldüğünden, hızla bitmesi amaçlanmakta, saldırılan ülkenin ekonomik ve iktidar merkezleri hedef alınmakta, saldırılan ülkenin halkının kendi hükümetine barış için baskısı yapması üzerine yoğunlaşılmaktadır. Ancak, saldırılan ülkenin demokrasi deneyimine sahip olması halinde sonuç alan bu yeni savaş stili, demokrasi geleneği kısıtlı ülkelerde pek işlememektedir.
Ayrıca, Afganistan ve Irak'ta iyice anlaşıldığı üzere, demokrasilerin yürüttüğü savaşlar başka önemli sorunlarla da karşılaşmışlardır. Asimetrik postmodern savaşları hemen bitirmenin imkansızlığı anlaşılmıştır. Ölen asker sayısı, kamuoyunun hızla savaşan hükümet aleyhine dönmesini sağladığından, şimdilik geçici bir çare bulunmuş, özel askerlik firmalarının sorumsuz/anonim lejyonerleri savaşa sürülmüştür. Tabii lejyonerler, bedavaya savaşmamaktadırlar. Bu denklemde, çözülemeyen en önemli ve son sorun, 'savaş maliyeti'tir. Post-heroik toplumlarda saldırı savaşı mobilizasyonu artık sadece para karşılığı sağlanabilmektedir. İran'a karşı muhtemel bir savaş öncesi sistemin merkez demokrat ülkelerinin en önemli iki sorunu; bu tip savaşın maliyetinin yüksekliği ve sıkıyı görünce savaştan/askerlikten 'istifa' eden askerler olabilecektir. Elbette savaş olmaması için lafı bırakıp birşeyler yapılmalıdır. Ama güle oynaya renkli savaş karşıtı yürüyüşlerden sonra ciplere binerek para/iş/petrol bağımlısı aynı modern yaşama geri dönmek orta vadede pek mümkün olmayacaktır. Sistemi sorgulamayan demokratlık dürüst değildir ve bu nedenle sahici sorunların tartışılmasını önleyerek insanlığın mahvına yolaçmak üzeredir.
RADİKAL 15.07.2008
Günümüzde sadece olumlu anlamda kullanılan (çağdaş kapitalizmin siyasi sistemi anlamında) 'demokrasi'nin 'başka ülkelere savaş açmak' ile eskiden beri sorunları olduğu malumdur. ABD'nin Afganistan ve Irak'a savaş ilan edip bu ülkeleri işgal edebilmesi için, önce El Kaide'nin 11 Eylül 2001'de saldırarak binlerce insanı öldürmesi gerekmiştir. Aynı şekilde ABD, İkinci Dünya Savaşına, ancak Japonların Pearl Harbor'a saldırısı ardından girebilmiştir. Kamuoyu desteği, seçimlerle gelip giden hükümetler için hâlâ çok önemlidir.
Demokrasinin saldırı savaşıyla sorunlarının baş nedeni, demokrasi gibi 'uygar' bir yönetim tarzına savaşın kondurulamamasıdır. Demokrasi, sadece saldırıya uğradığında kendini savunmak için savaşa cevaz verir ve başarılı da olur. Buna karşın kapitalist demokrasilerin saldırı savaşları her zaman sorunlu olmuştur ve olmaktadır. Savaşa ruhen karşı bir mantalite oluşturmuş olmak, demokrasinin kuşkusuz en önemli kazanımlarından biri olmakla birlikte -savaşsız (imtiyazlı) 'uygar' demokratik bölgelerin, çoğu zaman, dünyanın başka yerlerindeki savaşlar sayesinde barış ortamında yaşayabildiği gözden kaçırılmıştır. Kapitalist sistem, savaşmak zorundadır. Barış, petrol bağımlısı neoliberal kapitalizminin son tahlilde taşıyamayacağı bir erdemdir. Ama bunu halka anlatması zordur. Demokratik ülkelerin üketici modern bireyi, para/iş odaklı günlük yaşamında, kapitalizmin istikrarlı dönemlerinin savaşlara DA bağlı olduğunu anlamak istememektedir. ve saldırı savaşı yürüten hükümetini ilk seçimlerde cezalandırmaktadır. İspanya'da Zapatero'nun savaş karşıtlığı sayesinde iktidara gelip, ilk fırsatta Irak'daki İspanyol askerlerini geri çekmesi, bunun tipik örneğidir.
Savaşsız bir (kapitalist) demokrasinin giderek hayal olacağı bir döneme giriyor olmamız kuvvetle muhtemel. Motoru kâr olan, bunun için gerekli yoğun enerjinin yüzde seksenden fazlasını petrolden karşılayan çağdaş demokrasilerin büyük bir petrol sorunuyla karşı karşıya olduğu atmosferde savaşa başvurmaları ihtimali giderek yükselmektedir. Artık alenen konuşulduğu ve OPEC kurumlarının dahi kabul ettiği üzere, petrol üretimi, artan petrol tüketimini karşılayamaz hale gelmektedir. Buna kısaca global 'peak oil' diyoruz. Yani, 'homo democraticus'un işleyen bir demokratik sistemde yaşamaya devam edip, demokratik 'uygar'lığının bir göstergesi olarak savaş karşıtı kalabilmesi için biryerlerden petrol bulması gerekmektedir.
Demokrasileri 'gereğinde savaş'a ikna edebilmek için birkaç yıl öncesine kadar, mutlaka El Kaide gibi hayalet terör örgütleri gerekmekteydi. Fakat El Kaide de inandırıcılığını yitirmiş bulunuyor. Ayrıca araştırmacı Lawrence Wright'ın anlattığı üzere El Kaide'yi kuran üç kişiden biri olan örgütün teorisyeni Mısırlı Dr. Fadl'ın diğer kurucu önderler Bin Laden ve Zevahiri'yi ağır bir dille suçlayarak, bundan böyle şiddet kullanmayı ve her türlü saldırıyı istisnalar dışında kesinlikle reddettiği de artık sır değil. (Haziran ayı başında 24/08 numaralı 'Die Weltwoche' dergisi ile yaptığı mülakatından)
Demokratik toplumlar, kısa sürede sonuç alınmayan, çok askerin öldüğü ve ekonomik fedakarlıkta bulunmayı gerektirecek savaşları kesinlikle desteklememektedirler. Destek amaçlı 'yurtseverlik' girişimlerinin ve (olumlu anlamda) milliyetçiliğin artık işlemediği (post-heroik) modern demokrasilerde böyle girişimler hemen 'faşizan milliyetçilik' ilan edilip etkisizleştirilmektedir. Savaş durumunda zayıflık sayılabilecek böyle özelliklere sahip olmayan, kısacası demokrasisi daha kötü işleyen Türkiye gibi 'heroik' (kalmış!) ülkelerle ittifak, sistemin merkez demokrasileri için özellikle önemlidir.
Eskinin liberal demokratik, şimdinin -Colin Crouch'un deyimiyle- 'post-demokratik' ülkeleri, globalleşmenin başından itibaren yeni ve pahalı bir endüstriyel savaş türü geliştirmişlerdir. Buna göre, mümkün olan en az kayıpla en kısa sürede sona erdirilen, hava kuvvetlerine ve ileri teknolojiye dayalı yeni endüstriyel savaş stili ortaya çıkmıştır. Zengin demokratik ülke formatına göre kurgulanmış ve Yugoslavya'da şekillenmiş bu savaş türü, Afganistan/Irak'ta yenilmiştir. Demokratik ülkelerde yaşayan 'homo democraticus'un seçimle cezalandırma tehdidi altında yürütüldüğünden, hızla bitmesi amaçlanmakta, saldırılan ülkenin ekonomik ve iktidar merkezleri hedef alınmakta, saldırılan ülkenin halkının kendi hükümetine barış için baskısı yapması üzerine yoğunlaşılmaktadır. Ancak, saldırılan ülkenin demokrasi deneyimine sahip olması halinde sonuç alan bu yeni savaş stili, demokrasi geleneği kısıtlı ülkelerde pek işlememektedir.
Ayrıca, Afganistan ve Irak'ta iyice anlaşıldığı üzere, demokrasilerin yürüttüğü savaşlar başka önemli sorunlarla da karşılaşmışlardır. Asimetrik postmodern savaşları hemen bitirmenin imkansızlığı anlaşılmıştır. Ölen asker sayısı, kamuoyunun hızla savaşan hükümet aleyhine dönmesini sağladığından, şimdilik geçici bir çare bulunmuş, özel askerlik firmalarının sorumsuz/anonim lejyonerleri savaşa sürülmüştür. Tabii lejyonerler, bedavaya savaşmamaktadırlar. Bu denklemde, çözülemeyen en önemli ve son sorun, 'savaş maliyeti'tir. Post-heroik toplumlarda saldırı savaşı mobilizasyonu artık sadece para karşılığı sağlanabilmektedir. İran'a karşı muhtemel bir savaş öncesi sistemin merkez demokrat ülkelerinin en önemli iki sorunu; bu tip savaşın maliyetinin yüksekliği ve sıkıyı görünce savaştan/askerlikten 'istifa' eden askerler olabilecektir. Elbette savaş olmaması için lafı bırakıp birşeyler yapılmalıdır. Ama güle oynaya renkli savaş karşıtı yürüyüşlerden sonra ciplere binerek para/iş/petrol bağımlısı aynı modern yaşama geri dönmek orta vadede pek mümkün olmayacaktır. Sistemi sorgulamayan demokratlık dürüst değildir ve bu nedenle sahici sorunların tartışılmasını önleyerek insanlığın mahvına yolaçmak üzeredir.
RADİKAL 15.07.2008