Demokraside sağın bakiyesi...
Şimdi bu ülkenin bütün sol siyasetleri, özgürlükçüleri, demokrat ve devrimcileri, cumhuriyetçileri ve laikleri AKP’den başlayarak tüm sağ siyasetlere şunu sormalıdırlar: Yarım yüzyıldır iktidardasınız neden demokrasiyi, hak ve özgürlükleri yerleştirmediniz? Ve demelidirler ki demokrasinin olmamasının en büyük sorumlusu sizsiniz Türkiye farklı kırılma uğraklarında ciddi pozisyonel değişimlere tanıklık etmektedir. Bu değişimler bir gerçeklikten öte konjonktürel ve süreçseldir. Şimdi bu yargıyı açalım. Bugün Türkiye’nin muhafazakâr/sağ/liberal kesimleri; laik/sol/cumhuriyetçi kesimlere demokrasi ve özgürlükler konusunda belli suçlamalar yüklemekte, onları yeteri kadar demokrat ve özgürlükçü olmamakla suçlamakta ve onları darbecilikle itham etmektedir. Bu her şeyden önce tarihi bir ironidir. Bu kendi tarihini bilmemektir. Bu kendi tarihini gizlemektir. Bu demokrasi ve özgürlüklere sağ siyasetlerin vurduğu darbeleri gözden kaçırmaktır. Ve yine her şeyden önce dürüst ve samimi olmamaktır.
Ve tam da bu zaman diliminde bu ülkenin sol siyasetleri demokrasi ve özgürlükler konusundaki temiz sicilini arkasına alarak ve başını dik tutarak şu soruyu sormalılar: Bu ülkede ağır aksak yerleşen demokraside sağın bakiyesi ne kadardır? Bu soru yarım yüzyıllık sağ iktidarların hesabını sormaktır. Bu ülkenin sol siyasetleri bu yarım yüzyılın hesabını sormadıkça, bu bakiyeyi halkın gözleri önüne sermedikçe iktidar olamazlar. İktidar olmalarının bir anlamı ve gayesi olmaz. 50 yıl iktidarda kalmak ve sonrasında demokrasi ve özgürlüklerin yerleşememesinin suçunu sol siyasetlere, ‘cumhuriyetçi elit’ ve ‘bürokrasiye’ atmak nasıl bir anlayış ve algılayış biçimidir, doğrusu çözmek zor. Yani hem yarım yüzyıl kadar iktidarda kalacaksınız, bütün bürokrasiyi kendi meşrebinizden insanlarla dolduracaksınız, Türk-İslam sentezini devletin resmi ideolojisi haline getireceksiniz ve bu ideoloji ve kimlik dışındaki kesimleri dışlayacaksınız, sonrasında hak ve özgürlüklerin solcular, laikler ve Cumhuriyetçiler nedeniyle yerleşemediğinden dem vuracaksınız. Kuşkusuz bütün bu tavırları bir siyaset yapma biçimi olarak yorumlayabilirsiniz. Ama bunu ne tarihsel, ne de etik olarak açıklayamazsınız.
Her şeyden önce insan biraz tarihe bakar. Demokrasinin, hak ve özgürlüklerin yokluğundan en çok kim çekmiş? Bu ülkenin sosyalistlerine, sosyal demokratlarına, cumhuriyetçi ve laik kesimlere yapılan eziyetleri, işkenceleri, hak mahrumiyetlerini, yakıp yıkmaları demokrasiye karşı oldukları için maruz kalınan uygulamalar olarak mı göreceğiz? Böyle bir tarih anlatısı olabilir mi? Böyle bir tarih anlatısının olmaması için bu ülkenin sol siyasetleri sağın demokrasideki bakiyesini hesaplamak ve bunun hesabını sormak zorundadır. Kimse Demokrat Parti’nin ve Adnan Menderes’in yaptıklarını unutturamaz. Küçük Amerika hayali için solculara yapılan eziyetleri, DP’nin baskıcı iktidarına karşı demokrasi ve özgürlükleri savunan basına yönelik 7 Haziran 1956’da 6732 ve 6733 sayılı yasalarla getirilen kısıtlamaları, kapatılan gazete ve dergileri, cezaevine gönderilen gazetecileri, siyasi rakipleri yıldırmak için kurdukları Tahkikat Komisyonu’nu, Vatan Cephesi’ni, üniversite hocalarını kara cüppeliler olarak ilan etmelerini kim, nasıl unutturabilir? Süleyman Demirel’in ve AP’nin özgürlükçü 1961 Anayasası’na karşı olan tavırlarını (bkz. Temel Hak ve Hürriyetler Kanunu Tasarısı), planlı kalkınmaya karşı ‘Halk plan değil, pilav istiyor’ popülizmini, Denizlerin idamını, işkenceleri, faşist ve gericilere kol kanat geren “Bana sağcılar adam öldürüyor dedirtemezsiniz...” söylemini, Milliyetçi Cepheleri bu ülkenin demokrasi ve özgürlükler mücadelesinde nereye yazacağız?
Bugün reformcu ve yenilikçi olarak gösterilmeye çalışılan Turgut Özal’ın askeri şortla denetlemesini büyük bir değişim hamlesi olarak yorumlayanlar; 1988 yılında Uluslararası Basın Enstitüsü’nün Özal’ı uyarmak için dile getirdiği sadece gazetelerin yazı işleri müdürlerine verilen 5000 (beş bin) yıldan fazla hapis cezasını, 1986 yılındaki Muzır Yasası’nı, baskıları, ekonomik ve siyasi alanda yarattığı bağımlılıkları ve ciltler dolusu hak ihlallerini demokrasi tarihimizin neresine yazacağız? Peki 1990 sonrasında DYP ve ANAP’ın gazeteci ve aydınların öldürülmesinde, insanların diri diri yakılmasında, faili meçhullerde, yargısız infazlarda ortaya koyduğu tavrı kim demokrasiyle, insan hak ve özgürlükleriyle bağdaştırabilir? Son olarak türbanla demokrasiyi ve özgürlükleri keşfeden, siyasal İslamcı bir hareketten ‘muhafazakâr demokratlığa’ evrimleştiğini iddia eden, ancak totaliter ve tahakkümcü niteliği her geçen gün daha fazla ortaya çıkan AKP. Aslında yaşadığımız son 1 Mayıs her şeyi ortaya koyuyor. AKP kendisinden önceki sağ siyasetlerin toplamıdır. O partilerin her türlü gerici, faşizan ve totaliter karakterini kendi içinde sentezlemiştir. O partileri aştığı nokta ise siyasal ve toplumsal düzeyde yarattığı yarılmadır. Bir taraftan demokrasiyi, hak ve özgürlükleri, diğer toplumsal ve siyasal talepleri kendi söylemine yedeklemeye çalışırken, diğer taraftan kendi söylemine eklemleyemediği her türlü muhalif söylemi darbeci yaftasıyla susturmaktadır. Aslında AKP’yi hep birlikte yaşıyor ve öğreniyoruz. Yaptığı birtakım ‘olumlulukların’ konjonktürel olduğunu artık hep birlikte gözlemliyoruz. Bunu uzatmaya gerek yok. Ancak ortaya çıkmıştır ki AKP ve onun zihniyeti bu ülkede demokrasinin yerleşmesine hiçbir katkı sağlayamayacaktır.
Bugün sol siyasetleri eleştirenler şunu bilmelidir ki, bu ülkede demokrasinin kitabı yazılacaksa sağ bu kitapta ancak bir dipnot olabilir. Bu ülkenin sol siyasetlerini darbecilikle suçlayanlar darbelerin mirası üzerinde palazlandıklarını bilmelidir. 12 Eylül’ün yarattığı koşulların ve desteğin bir uzantısı olan AKP hiçbir zaman demokrat olamaz, olmayacaktır da. Çünkü tarihlerinde demokrasi diye bir miras yok. Şimdi bu ülkenin bütün sol siyasetleri; özgürlükçüleri, demokrat ve devrimcileri, cumhuriyetçileri ve laikleri AKP’den başlayarak tüm sağ siyasetlere şunu sormalıdırlar: Yarım yüzyıldır iktidardasınız, neden demokrasiyi, hak ve özgürlükleri yerleştirmediniz?. Ve demelidirler ki, demokrasinin olmamasının en büyük sorumlusu sizsiniz. Eğer gerçekten demokrat olsaydınız bu kadar zulme ve haksızlığa tahammül etmezdiniz.
Yarım yüzyıldır iktidarın her türlü nimetinden yararlanıp sonra da başkalarını yeteri kadar demokrat olmamakla ve demokrasiye karşı olmakla suçlayamazsınız. Eğer bir karşı çıkış varsa o da sağ siyasetlerin; bu ülkeye ve insanına yaptıklarına dairdir. Kalanı, sağ siyasetlerin bakiyesidir.
Ali Haydar Fırat, Gazi Üniversitesi, gazetecilik, doktora
RADİKAL 17.07.2008