Bu açıdan bakıldığında 2007 yılı oldukça verimli geçti. Zirâ, bu yıl içindeki yapısal değişiklikler, uluslararası gelişmelerin derin katmanlarından yüzeye çıktılar ve günlük politikayı gözle görünür şekilde biçimlendirdiler. Böylece, yeni bir dünya düzeni (yoksa düzensizliği mi demeli?) gözle görünür hale geldi ve siyaseti tanzim etmek konusunda ısrarcı oldu.
Eski dünya düzeninde geçerli olan formül, globalleşmenin Batı'nın avantajına olduğu ve dünyanın geri kalanından ileride olan konumunu daha da güçlendireceği şeklindeydi. İnsanlığın yüzde yirmisi (özellikle Batı'da ve Japonya'da yaşayanlar), tüketim kapitalizminin nimetlerinden yararlanırken, yüzde sekseni onlardan yararlanamamaktaydılar.
Yetmişli yılların bu formülü hanidir geçerliliğini yitirmiş bulunuyor. Soğuk Savaş'ın iki kutuplu dünyası artık ortadan kalkmıştır. Amerika'nın tek kutuplu küresel hakimiyeti hayali de 1989'dan 2005 yılına kadar, Irak savaşı hezimetiyle, muazzam boyutlardaki bütçe açığıyla, Dolar'ın değer kaybetmesiyle, gayrımenkul ve bankacılık krizleriyle uçup gitti.
Yeni-muhafazakar çevrelerde bile, bir Amerikan İmparatorluğunun gerçek bir seçenek olmadığı, çünkü, günümüzün bu en güçlü ve zengin ülkesinin küresel büyüklüğünün ve gücünün de buna yetmeyeceği fikri ağırlık kazanmaktadır.
Onun yerine giderek daha belirginleştiği üzere, ekonomik ve siyasi güç ekseninin Batıdan Doğuya kaymakta olduğu günden güne daha da netleşmektedir. Birkaç örnek mi? Bugün, Kore yarımadasındaki nükleer sorun, Çin'in aktif katılımı olmadan çözülemiyor (daha Başkan Clinton zamanında durum tamamiyle farklıydı). Bugün Çin, Afrika'da, ekonomik ve siyasi bakımdan dominant güç. Ve artık yadsınamayacak ölçüde Batı'ya alternatif. Bu durumda Sudan'daki Darfur sorunu, Sudan'ın petrol endüstrisine en önemli yatırımları yapan Çin ve Hindistan'sız çözülemiyor.
Hindistan, sadece (Hint) yarı-kıtasında değil, giderek Afganistan'da, İran'da, Orta Asya'da ve yarın öbürgün İran Körfezi'nde yadsınamayacak bir güç haline geldi ve pek uzak olmayan bir gelecekte başat siyasi oyuncu olacak.
Enerji ve hammadde pazarları da aynı şekilde Batı'dan Doğu'ya kayıyor ve sürekli yükselen fiyatlar da bu değişimin sinyalini veriyor. Almanya, gelecek yıl (2008'de ç.n.) veya ondan sonraki yıl, küresel bazda bir numaralı ihracat gücü/ülkesi olma pozisyonunu yitirecek. Ekonomik bakımdan Çin, Amerika'nın en büyük alacaklısı olan Japonya'yı geride bırakıyor. Aynı zamanda Amerikan pazarı, Çin'in büyümesi için tayin edici motor.
Onbeş yıl önce birisi, kapitalist süpergüç ABD ile Çin'in komünist önderliğinin bu karşılıklı bağımlılığı kehanetinde bulunsaydı, ona sadece gülünürdü. Ama bu bağımlılık bugün gerçek oldu. Artık kimse gülmüyor.
İklimlerin korunması konusundaki tartışmalar da, küreselleşen dünyadaki bu yeni bağımlılıkları görünür kıldı. Yedi milyara yakın insanın küresel büyümesi, dünyanın ekolojik/çevresel sisteminin kapasitesini aşma tehdidi içeriyor. Devletlerin çoğunluğunu, aktif bir 'iklimleri koruma politikası' konusunda ikna etmek mümkün olmazsa ve onların aktif katılımı için yollar bulunmazsa; bu tehdit karşısında askeri ve ekonomik gücün hiçbir kıymeti olmaz. Ama bu, işbirliği yaparak çıkarların karşılıklı eşitlenmesini kaçınılmaz kılacaktır.
Bu başarılamazsa, sonuçları ağır bir şekilde hissedilecek. Zenginler ve güçlüler kendilerine belli bir korunma süresi satın alabilirler, ama kısa süre içinde küresel iklim değişikliklerinin etkileri herkesi vuracaktır.
Ve terörizmin kaydettiği gelişme de gösteriyor ki, küreselleşmiş bir dünyada artık “herkesten uzakta” olunamıyor. 21'inci yüzyılda güvenlik, daha önceki çağlardan daha farklı tanımlanacak. Bundan böyle güvenlik, eskisinden çok daha fazla bir şekilde; gelişmişlikle, hukukun üstünlüğüyle, insan haklarına uymaya dikkat etmeyle, işleyen ekonomi ve devlet kurumlarıyla, özgürlükle ve güçlü bir sivil toplumlarla bağlantılı olacak. Başarı sağlanmak isteniyorsa, üstünlük sağlamak yerine işbirliği yapmak, giderek güvenlik politikasının temel prensibi olmak zorunda kalacaktır.
Gerçi bugün devletlerin birbirleriyle olan ilişkilerinde güvenlik, esas itibarıyla hala devletlerin çıkarları ve güçleri temelinde tanımlanıyor ama 'tek kutuplu dönem'in ardından 'güçler dengesi', günümüzde yeniden büyük önem kazandı. Bu prensip gene de tükenmiştir ve 21'inci yüzyılın sorunlarının çözümü ve karşılıklı küresel bağımlılıklar konusunda işe yaramamaktadır. Bush hükümeti yönetimindeki ABD, bu prensibi ibretlik bir şekilde uygulayıp, kendi çıkarlarını izlerek, onun nahoş sonuçlarını göstermiştir. Bu çelişki, Uluslar arası sistemin ve kurumlarının bugünkü zayıflığının baş nedenidir.
Britanyalı eski başbakan Palmerston'ın; devletlerin kalıcı dostları veya düşmanları değil, ama kalıcı çıkarları olduğunu söyleyen cümlesi, küreselleşme şartları altında yeterli olamıyor işte. Bu cümle, devletlerin kalıcı ortak çıkarlarının olduğu gerçeğiyle örtülüyor. Demek ki her ülkenin ulusal çıkarları, sadece diğerleriyle bağımlılık ilişkisi dahilinde ve diğerleriyle anlaşarak kollanabilir.
Böylece, klasik 'ulusal egemenlik' kavramı da, objektif olarak işbirliğini zorunlu kılan uluslarötesi bir boyuta taşınmış oluyor. Günümüzde oluşmakta olan bu yeni temel prensip üzerinde yeni bir uluslararası düzen oluşacaktır.
Bu nesnel değişimlerin uluslararası sistemde öznel ve kurumsal açıdan benimsenmesinin ne kadar süreceği, bunun için ne kadar krize -hatta felakete- ihtiyacı olacağı önceden tahmin edilemez. Sadece, edinilen tecrübelerin izinden gidilebilir.
Eski Avrupa, I. Dünya Savaşı'nın ilk kurşunlarıyla yıkıldıktan sonra, 1989'a, hatta tam olarak 1999'a, Kosova savaşının sonuna, Avrupa'da -Belarus dışında- kalıcı barış kuruluncaya kadar, hukukun üstünlüğü, demokrasi ve özgürlüklerin kendinilerini kabul ettirmeleri beklendi. Ama bunun için Avrupalılar 20'inci yüzyılda nasıl da korkunç bir bedel ödediler! İnsanların, devletlerin ve toplumların gördükleri zararlarla akıllandıkları pek görülmese de 21'inci yüzyılın bir önceki yüzyıla göre daha akıllı çıkacağını umuyoruz.
Joschka Fischer, 68'li gençlik önderi. Almanya'nın eski dışişleri bakanı (1998-2005)
Almanya'da yayımlanan Die Zeit gazetesinden çeviren, Ali Caydı