Tükenişin asıl nedeni; yapısı gereği nesnel/detaylı eleştiriye tahammül edemeyen ve hiçbir sahici sorunu derinlemesine tartışamayan islami-kimlikçi neo-popülizmin, önümüzdeki dönemin karmaşık/derin konularıyla başedebilecek seviyeden çok uzak olduğunun iyice anlaşılması değildir sadece. Asıl neden, sistemin bozulma trendine bağlı olarak bu tip kimlikçiliğin de bozulmasıdır ve etnikçilerin yaptığı gibi kapitalizminin (onun sosyal/siyasi bileşenlerini de ilgilendiren) bozucu yanının tamamen gözden kaçırılmasıdir. Bu sayede, sadece kültürcü bir dil kullanarak sanal tartışmalarla işi götürmenin artık mümkün olmadığı anlaşılmıştır.
Neoliberal sistemin neden olduğu küresel ısınma, Dolar krizi, toplumsal dokunun bozulması gibi varoluşsal sorunları, 'kültürel kimlikçi' yaklaşımlarla -değil çözmek, konuşmak bile olanaksızdır. Tartışma sırasında iktidarın -sadece dördüncü dünya ülkelerine yaraşır- “özgürlükçü” tavrı ile kritik eşik aşılmış, nitel değişim tetiklenmiştir. Türkiye'nin, sıcak paraya dünyanın en yüksek faizini ödemeye devam eden 'Müslüman' bir parti tarafından yönetildiği gerçeğini türban/laiklik atışmalarıyla örtmek artık mümkün görünmemektedir.
Kimlikçiliğin, neo-liberalizm döneminde ortaya çıkmış bir tür sosyal/siyasi bozulma fenomeni olduğu artık biliniyor. Kültürel kimlikçilik, mikro-milliyetçilik üzerinden veya dinin dogmatik yorumları üzerinden, belli halk gruplarını kendi içinde tektipleştirme/homojenleştirme girişiminin siyasi ifadesidir. "Tek tip tesettür (türban)" bunun tipik sembolüdür. Kültürel kimlikçilik, kendi dışındakilere karşı yapay sınırlar çizer. Sınırlarını genişletip kendini yeniden üretmek için sembollere ve yapay düşmanlıklara ihtiyacı vardır. Bunun için, onun modunda ve sığlığında konuşan (CHP gibi) bir parti/grup da şarttır. Kimlikçilikler, daha çok birbirini kışkırtan zıt çiftler olarak yaşayabilirler. (Zıt çiftlerden biri rolünü oynamazsa, diğerinin aklı şaşar!) Günümüz koşullarında kültürel kimlikçiliğin başarılı olması imkansızdır, ama sosyal dokuya onarılması uzun sürecek zararlar verebilir.
Türban, taşranın/varoşların 1980'li yıllardan başlayarak sonradan modernleşip kapitalistleşmesi aşamasında ortaya çıkan bir tür sosyal bozulma sembolüdür. Neo-liberal dönemde, “gelişmekte olan ülkeler”deki sonradan modernleşmelerin (siyasi anlamda) esasen mikro-milliyetçilik üzerinden, dini semboller ve dinin fundamentalist yorumunu üzerinden ifade edildiği biliniyor. Anadolu'da türbanın temsil ettiği sosyal değişim özellikle önemlidir, çünkü muazzam bir kültürsüzleşme ile elele yürümüştür. Onbin yıllık kültür beşiği Anadolu'da, içki-yemek kültürü bir yana; müziği/dansı/tiyatroyu, kadınlı-erkekli sosyal hayatı/eğlenceyi tamamen dışlayan ciddi bir bozulmadır söz konusu olan. Halk danslarının bittiği, halk müziğinin (Aleviler dışında) duyulmadığı bir dönemde, yeni islami elitin kültürel katkısı, birkaç (kitap/roman dışında) son derece az ve kısıtlı. Üstelik bu yeni “islami” kesimin elitleri, çocuklarını bilime, sanata değil sadece paraya özendiriyorlar. Bu anlamda türbanın temsil ettiği sonradan modernleşme, Anadolunun 19'uncu yüzyıldan başlayarak 40'lı yıllarda zirveye çıkan ilk moderleşme/sekülerleşme döneminden çok daha yıkıcı/zararlıdır, çünkü -bir kere- çok paracıdır. Bu konuda, (istisnalar dışında) son 60 yıllık 'muhafazakar' iktidarların/elitlerin hepsinden daha "radikal"dir. Ayrıca, fundamentalizme özgü “tekçi” (eleştiriye kapalı) otoriter, (ve kadın düşmanı) bir yanı vardır. Kapitalist sistemin sonrasına doğru kendi kendini aşması, önceden modernleşmiş kesimlere nazaran çok daha zor görünüyor, çünkü otokritik/özeleştiri diye birşey bilmemekte, neo-liberalizmi sahiplenmektedir. Kendini ve kendinden olanı sistemli eleştiriye asla tâbi tutmamaktadır. (Bu konuda Solun uzağından bile geçemez) Son gelişmeler, artık bunu kanıtlamıştır. Türban ve onun temsil ettiği islami kimlikçi neo-liberal çizgi, neo-liberalizmle birlikte ortadan kalkacaktır. Kısacası şudur: Yirmi yıl önce türban yoktu, yirmi yıl sonra da olmayacaktır. Onun yerine tek tip olmayan (tarzını kadına bırakan) yöresel örtünme tarzları yeniden ortaya çıkabilir.
Günümüzün karmaşık modern dünyasında tutunacak sağlam bir dal arayan kesimlerin gözünde din, (daha doğrusu dinin özgürlükçü özünü yitirmiş ve sistem içinde yeniden tanımlanmış modern fundamentalist biçimi) toplumsal bozulmanın/ufalanmanın had safhaya çıktığı neo-liberal dönemde popüler bir kültürsüzlük kültürü haline gelmiştir. Buna neden olan durumu Karl Marx şöyle açıklar: 'Sonu gelmeyen belirsizlikler ve göçler, burjuva çağını diğerlerinden farklı kılar. (...) Bütün eski (...) muhterem/yüksek değerler çözülür. (...) Kalıcı olan buharlaşır, kutsallık kirletilir.' (Marx-Engels Toplu eserler, Berlin 1976. MEW, C.4, s.468)
Sosyal hayatı bozan etkilere sahip kapitalizmi (ve modernleşmeyi) sadece pozitif/ilerici bir fenomen olarak değerlendirip yüceltirken, onun toplumu bozucu etkilerine kendince türban takarak direnç gösterenleri negatif/gericiler olarak görmek, bozulmanın asıl dinamiğinin hiç anlaşılmadığı anlamına gelir. Sorunun kökeninde, tartışmasız pozitif/ilerici sayılan modernizm tabusu yatmaktadır. Günümüzde modernizmi ve özellikle rasyonalizmi savunmak nasıl büyük bir yanlışsa, genel sosyal bozulmaya karşı direnmek adına islami-kimlikçiliğe sarılmak da o kadar yanlıştır hatta daha büyük bir yanlıştır. Çünkü daha sert dogmalara sahip bir donma haline tekabül eder. Tamamen değişken ve hareketli bir yapı arzeden modern kapitalizmin yıkıcı etkilerine karşı fundamentalizmin hareketsiz değişmez dinî dogmalarıyla karşı durulamaz.
Kültürcü paradigma, 21'inci yüzyıl başında iflas etmiştir. İyice belirginleştiği üzere yeni paradigma; eski ideolojilerin ve elbette fundamentalist/kültürcü din anlayışının ipoteğinden kurtulmuş ekonomi-politik bir paradigmadır. Yeni paradigma; yaratıcı, eleştirel, insani değerleri yücelten ve ele aldığı sistemle ilgili konuları dogmalar ötesi bir yerden özgürlüklerle gerekçelendiren dinamik bir paradigmadır. Toplumu geleceğe, yeni paradigma taşıyacaktır.