Türkiye, küresel kapitalizmin giderek sürdürülemez hale geldiği ve en zayıf yeri finans sisteminden alenen alarm sinyalleri verdiği günümüzde, hızlı bir (bilinç) değişimi yaşanıyor. Bu çok önemli, çünkü son ikiyüzelli yıldan tamamen farklı kalitelere sahip yepyeni bir döneme giriyoruz. Sistemin bütün dünyada mecburen değiştirilip aşılacağı (veya çökeceği) yeni dönemde, başka ülkelerin/bölgelerin ardından nal toplamamak (ve eskisi gibi başkalarından kopya çekip gecikmemek) için, kendine özgü kalitelere sahip sağlam bir gelişme/değişme trendi yakalamak son derece önemli. Solumsu neoliberalizm tarafından temsil edilen -Franz Schandl’ın deyimiyle- ‘demokrasici’ fundamentalizm gibi yirminci yüzyıl artığı diğer kapitalizm türevleri (mesela azınlıkçı/çoğunlukçu etnik milliyetçilikler) Yeni dönemde etkilerini tamamen yitirip ortadan kalkacaklardır.
Bıkmadan konuşulmaya devam edilen (özgüvensiz/zayıf erkeklerin kadınlar üzerinden birbirini yediği) “Müslüman kadınların başörtüsü sorunu” (ve nedense hiç konuşulmayan, “Müslüman erkeklerin faizcilik sorunu”) gibi “sorun”ların etkisini yitireceği yeni bir dönem söz konusu. Bu tip sanallaştırılmış sorunsular, artık daha farklı alanlar/tarzlar bazında, başka konuların bir parçası olarak ele alınacaklarından ortadan kalkmış görüneceklerdir. Bu kadar karmaşık ve ciddiye alınması gereken bir dönemde, (ideolojilerden arınmış yeni) popülizmin herkese mavi boncuk dağıtan, sorunları basitleştirip/sanallaştıran sığ tarzıyla böyle kritik bir dönemi aşarak geleceğe hazırlanmak çok zordur. Fakat tehlikeli sorunların temelinde yatan bozuklukların, sona ermekte olan küresel kapitalizm devrinden kaynaklandığı artık yaygın kanı haline gelmiştir ve hızla buna uygun bir yaklaşım tarzı benimsenmektedir. Bu tarzın, insani/yüksek/kutsal değerlerle kurduğu (kendiliğinden) ilişki, geleceğin kalitesine uygun bir gelişmeye işaret ediyor. Gelecekle ilgili umutlanmak için bu yazının formatını çok aşacak nedenler var.
Türkiye ve dünya yeni bir döneme giriyor. Yeni postkapitalist dönem, en geç 2012'de önemli bir sıçrama yaparak yeni bir ivme kazanacaktır. Onbeş yıl kadar uzun bir sürenin ardından global para/iş/petrol sisteminin yerini başka yerel kalitatif kültürler/uygarlıklar almaya başlayabilir. Önümüzdeki birkaç yıl içindeki gelişmeler, değişimin hızı ve özgün yönü konusunda daha belirgin işaretler vereceklerdir. Ama bu denklemde kesin olan şey, kendisinden başka tüm yüce/insani (kalitatif) değerleri ikincilleştirerek insan ruhuna kadar sızmış parasal/sayısal (kantitatif) “değerler” düzeni kapitalizmin (tüm kültür, düşünce, çöp ve döküntüleriyle birlikte) tamen deşifre edilerek yeryüzünden silineceği gerçeğidir.
Geleceğe hazır olanlar, yani parasal/sayısal değerleri (ikiyüzelli yıl öncesine kadar) on bin yıldır olduğu gibi insani değerlere tabi kılmanın varoluşsal önemini yeniden anlayanlar, eski yapay/modern düşmanlıkları özgürlükçü sağlam birlikteliklere dönüştürmeyi başaracaklardır ve en önemlisi bütün bunları “parasal değerler” ötesi yeni bir sosyal dayanışma ruhuyla gerçekleştireceklerdir (ve yeni dönemden alınlarının akıyla çıkacaklardır). Diğerleri, yani sistemi soldan savunan ‘demokrasici’ sistem avukatları, etnikçi süper milliyetçiler, “namazında/niyazında” faizciler vs değişimin altında kalacaklardır.
Yeni dönemde önemli olan, modern klişeler ötesinde ‘insani olumlu/yapıcı’ bir tavır geliştirmektir. Burada asıl konu; insanlığa karşı tehdit haline gelmiş yanlış bir yaşam biçimini değiştirerek dünyaya yeniden ruh kazandırmak olduğu için, yeni dönemden itibaren takınılacak tavır tam bir sınav olacaktır. İnsanlar, kendilerini hapsettikleri modern kapitalist yaşam biçiminin sınırlarını bilinçli bir şekilde aşıp, kazanacakları sahici özgürlüklerini, geleceği kurmak için olumlu/yapıcı bir şekilde kullanacaklar mı? Bu sorunun yanıtı 'Evet' olmak zorundadır. Eğer yanıt 'Evet' ise, yeni dönem ve onu izleyecek dönemler, şimdi hayali bile kurulamayacak kadar büyük bir spiritüel/ruhsal yücelik ve mutluluk anlamına gelebilir. Üstelik böyle şeyler sınırlı kalmaz ve ortaya çıktığı tüm kültür havzasını (hatta dünyayı) çok olumlu anlamda etkiler/sarar. 2012'ye kadar olan süre, bu mental/ruhsal sıçramanın yakalanması için, (sadece sistemi aşmak konusunda değil) mental/ruhsal boyutu da içeren bambaşka kalitede yeni bir mücadele dönemi olacaktır. Mücadelenin ruhsal alandaki sonucu şimdiden bellidir. Onu izleyecek dönemde: İnsan oğluna kendi kendini para/iş sistemine hapsetmesini “özgürlük”, muhteşem dünyayı yaşanamaz çöplüğe çevirmeyi de “uygarlık” diye satan zihniyet ve temsilcileri (tarihten bile) silineceklerdir.
Sistemin insanı sisteme hapseden normlarının/formlarının ötesine doğru ilerlerken, hem o formların/normların ne olduğunu iyi anlamak ve onların iyi yanlarını bilinçli bir şekilde sahiplenmek, hem de onların aşıldığı alanlarda, önemli sosyal devamlılıklara uygun olmalarına dikkat etmek gerekecektir. Bölgesel kültür havzalarının ve halkların tarihten gelen devamlılıkları, devlet örgütlenmesinin (ulus-devlet ötesinde) devamlılığı, bu devamlılıkların en önemli olanlarıdır.
Konular maalesef “oturalım, demokratik ortamda konuşup herşeyi çözelim” kolaycılığından çok daha ötede ve derindedir. Çünkü çok geniş halk kesimleri ve tek tek modern bireyler, para/iş sistemi üzerinden herşeyleriyle sisteme bağlıdırlar. Şu anda sistemin teklemesi bile birçok insan için en azından büyük gelecek korkusu anlamına gelmektedir. Bu nedenle bütünden detaya herşeyi düşünen ortak aklın, yapıcı yaklaşımlarla devlet içi/dışı kurumları da harekete geçireceği mekanizmalar kullandığı -popülist olmayan- bir tarz ortaya çıkacaktır. Burada mutabakat her zaman esas olmakla birlikte, çatışma da çıkabilir. Gelişmelere ayak uydurmamakta direnen çevreler, çatışmanın hedefi olacaklardır, çünkü değişim zorunludur ve dünyanın her yerinde olacaktır. Burada doğrudan 'demokrasi'yi ilgilendiren ve onun aşılması gereken ilk büyük/başat sorunu da ortaya çıkmaktadır. Ekonomi, demokrasinin kapsama alanına girmemekte ve kendi para/kar mantığına göre adeta otomatik pilotta uçmaktadır. Alçaktan uçtuğu istikamet doğrudan sarp dağları işaret ettiğinden, çakılmadan otomatik pilottan çıkmak ve ekonominin “görünmeyen el”inin her zaman doğru yolu bulduğu saçmalığına acilen son vermek gerekmektedir. Modern düzende politika, ekonomiden ayrı tarif edilmiş olduğundan (kapitalist sistemin en önemli özelliği, böyle “birbirinden bağımsız”, güya kesin sınırlarla birbirinden ayrılan “homojen” kriterler yaratmasıdır. Mesela: Boş zaman/iş zaman, Ekonomi/Politika veya Türkler/Kürtler vs.) ve politika o otomatik pilota artık neredeyse hiç müdahale edemediğinden, uçağın rotasını değiştirememekte, sadece bol bol konuşmaktadır. Yeni dönem, varoluşsal sorunların çözümü konusunda sistemin koyduğu sınırların artık aşılacağı, sistemin birçok “kutsal”ına doğrudan müdahale edilebileceği pratik bir dönem olacaktır ve global mutabakatlarla da desteklenecektir.
Dönüşümün mutabakatla ve ortak akıl yardımıyla paniğe asla izin vermeyecek şekilde mümkünse konjonktürü gözönünde bulundurarak ve süreç içinde zamanı iyi kullanarak gerçekleştirilmesi çok önemlidir. Dönüşüme karşı direnenler, başını lümpenlerin/magandaların çekeceği büyük bir şiddetin/kaosun ortaya çıkmasına, toplumun şehirlerde atomlarına ayrılarak sosyal barışın bozulmasına, gelişmelerin (devletin de) kontrolünden çıkmasına ve tam bir kaosa neden olabilirler. Böyle bir dönemde kontrolün ve barışın yitirilmesi, başta zayıf/fakir/azınlık konumundaki halk grupları/kesimlerine zarar verebilir. Onların korunması, geleceğin kurulmasına katkıda bulunacak herkesin insanlık görevidir. Hedef, geçmişin (ve günümüzün) ezilmiş halklarını/kültürlerini, firesiz geleceğe taşımaktır. Onlar, arınmış ruhlarıyla geleceğin kurulmasında önemli kaynaklar olabilirler.
Geleceğe hazırlanma sürecinin mecrasını şaşırtabilecek veya onu zorlaştırabilecek (şimdilik) üç ciddi faktörden söz edilebilir. Bunlardan ilki, Fransa’dan Türkiye’ye, oradan başka ülkelerin iktidarlarına kadar dünyada yaygın bir şekilde temsil edilen, aslında sağlam düşünce sistemleri ve ideolojilerle alakası olmadığı halde rüzgara göre sağcı/solcu/futbolcu görünmeyi erdem sanan yeni tip popülizmdir. Çok konuşup aslında hiçbirşey söylemeyen bu yeni popülizm türü, eski sosyalist ülkelerde çöken kooperatist kapitalizmin yerine kurulan (liberal) kapitalizme eşlik eden demokratikleşme döneminde ortaya çıkmıştır. Yeni popülizm, demokratikleşmenin bir tür bozulma/basitleştirilme/toptancılaştırılma trendine işaret eder. Yeni popülizm, bir saat içinde hiç tartışmadan otuz tane “demokratik” yasa çıkarmaya kâdir bir neoliberal demokratikleşme (?) türüdür. Ve bu haliyle geleceğin önünde bir engel teşkil etmektedir. Fakat Türkiye gibi dinamik (ve pratik) bir ülkede kendini yenilemesi ve olumlu anlamda değişmesi de ihtimal dahilindedir. (Popülizmin bu sığ/tartışmayan tavrına onun diliyle karşılık vererek yeni popülizmin bıraktığı sanal boşlukları aynı sığlıkla tamamlayan, onun lafazanlığına kendince katkıda bulunan ana muhalefeti de bu faktörün içinde sayabiliriz.)
İkinci faktör, kendilerini demokrasinin asıl/ehil! Savunucusu sayan, demokrasiyi eleştirilemeyen çağdaş kutsal inek/fetiş mertebesine yükselten ve kendi bildiği (ekonomiye karışmayan) burjuva demokrasisi dışındaki modellere karşı ‘sol muhafazakar’ neo-liberallerden oluşmaktadır. Sistemin sosyal bakımdan homojenleşmiş birkaç merkez ülkesindeki şeklini baz/örnek alarak, dünyanın her yerinin o örneğe uygun olması gerektiğini, o zaman yeryüzünün “cennet” olacağını sanmaktadırlar. İkinci faktör, matematiği kıt aydınlardan oluşmaktadır. Sistemin merkez ülkelerindeki örneklere uygun çok sayıda demokrasinin işleyebilmesi için ön şart, ‘o ölçüde iyi işleyen’ kapitalist ekonomilerdir. Böyle kapitalist ekonomiler ve onların üretimi/tüketimi için gerekecek o kadar petrol, su ve çeliğin nereden (Jüpiter’den mi?) ithal edileceği hesaba katılmamaktadır. Dünyaya bir tek ABD bile fazla geldiğine göre, örneğin Amerikan demokrasisi kadar mükemmel burjuva demokrasilerinin dünyayı kapladığı bir “cennet”, ancak Stanislav Lem veya Isaac Asimov romanlarında kurulabilir. Kapitalist sistemi Soldan savunan ve sistemin bundan ikiyüz yıl önce “ilerici” sayılan “modern değerler” klişelerini benimseyen, gerçekte artık varolmayan bir “mükemmel demokrasi”ye özlem duyan 'demokrasici fundamentalist' kesim, günümüzdeki haliyle gelişmenin önündeki engellerden biridir. Elbette o da bu süreç içinde değişebilir ve mesela aleyhinde tek laf edemediği kapitalizmin merkez ülkelerindeki “demokrasi cenneti”ni kıyasıya eleştiren oraların Solcularından biraz Solculuk öğrenebilir.
Üçüncü faktör, (Özellikle Türkiye’de) demokrasiye müdahale “geleneğini” bir opsiyon olarak daima yedekte tutmaktan vazgeçmeyen imtiyazlı asker/sivil bürokrasidir. Gelişmeler alışıldık seyrin dışına çıkacağından, kısıtlayıcı/yasaklayıcı bir tavır takınarak tartışmayı/değişimi kesintiye uğratmak isteyebilir, -klasik devlet reaksiyonu göstererek- özgürlükleri kısıtlamaya kalkabilir ve böylece toplumun (ve devletin) büyük zarar görmesine neden olabilir. Bu anlamda şiddetin doğmasına neden olabilecek en önemli faktördür. Ama bu kesim de değişimin zorunluluğunu kavrayarak, (yoksa ortaya çıkacak kaosun/şiddetin, bütün eski şiddetleri aratacağını anlayarak) ortak aklın temsil edeceği yapıcı iradeye engel çıkarmadan ona -siyaset üzerinden- tâbi olabilir ve çok önemli katkılarda da bulunabilir. Ortak akıl, (yıkıcı değil) yapıcı eleştiriyi ve pratiği esas alacağından ve devletin devamlılığına dikkat edeceğinden, üçüncü faktörün de olumlu davranabileceği ihtimali konusunda iyimser olmak için birçok neden vardır.
Değişime hazırlanmak ve modern klişeler ötesi davranmak aşamasında iki temel ilke, sürecin başında -şimdi- özel önem arzetmektedir. Bunlardan ilki, tam bir fikir özgürlüğünden asla taviz verilmemesi, bunun YAPICI eleştiri için kullanılmasına da dikkat edilmesi ve birbirini tamamlayan fikirlerin 'ortak akıl' şeklinde işlemesi ilkesidir. Birinci ilkenin iyi işlemesi için temel kural, alçak gönüllü, mütevazi ve karşılıklı saygılı olmak, dinlemeyi bilmek şeklinde özetlenebilir. Bu ilkeye pratik yaptırım gücü kazandırmak edimi ise, modern klişelerin toplum ve devlet ittifakı ile değiştirilmesini kabul etmekle -gereken ilk durumda- ilk adımlarını atabilir.
İkincisi, -özellikle sosyal değişimlerin- derhal olmayacağı, zaman alacağı, yani sabırlı olunması gerektiğidir ('sabır' ilkesine karşılıklı tolerans da dahildir). İkinci ilkenin işlemesi için temel kural da, 'kesintisiz çaba ve samimiyet'tir. Hiç duraklamayan çabanın ve samimiyetin/dürüstlüğün olmadığı yerde kimsenin sabır telkin etmeye hakkı yoktur, zaten kimse de sabretmez. (Türkiye, hızlı değişebilen, pratik aklı iyi kullanan, sosyal hayatın henüz tamamen paraya endekslenmediği dinamik bir ülke olduğundan, toplumsal barışın korunması konusunda diğer “ileri” ülkelere göre daha şanslıdır. Yeter ki samimi/adil/sürekli olunsun)
2008'de başlayan yeni dönem, 1516'da başlayan (ve yaklaşık 250 yıl süren) döneme çok benziyor. Türkiye açısından bu döneme damgasını vuran en dikkat çekici/belirleyici ilk gelişme, Suriye'nin Osmanlı İmparatorluğu'na katılmasıdır. Önümüzdeki dönemde, dünyayı (ulus-devletlerden oluşan bir siyasi dünya haritası şeklinde) algılama biçiminin değişmeye başladığı aşamada, (başlangıçta siyasi sınırları tartışmayan) benzeri yeni birleşmeler/birlikler olabilir. Ama yeni dönemden başlayarak kendini hissettirecek/dayatacak bütün bu muhtemel değişimlerin temelinde yatan şey, özgürlüğün gerçekte ne anlama geldiğinin yeniden anlaşılmasıdır. Ve değişimlerin kuşkusuz en önemlisi, kapitalist sistemin temel taşı sayılan para/iş bağımlısı 'modern birey' formatının yeni gelişmelere uygun olarak tamamen değişmesi olacaktır.